HIRISTİYAN+MÜSLÜMAN+YAHUDİ İŞBİRLİĞİNİN ADI: FETHULLAHGÜLEN YAPILANMASI
AKP kendi karşıtlarınıda esir aldı. MHP ile CHP içinde MIT’in etkisi görüldü.
Hüseyin Feyzullah (Türkeş), kendisi gibi CIA’ya çalışan, üstelikte Ermeni olan Fettah Şahin’i (Fethullah Gülen) savunuyor.
VAN GÖÇMENLERİ İLE ÇERKEZ İŞBİRLİKÇİLERİNİN CIA’YA BAĞLILIKLARI, TÜRKLER’İ ŞAŞKINA ÇEVİRDİ.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yurtdışında Gülen cemaatinin Türk okullarının kapatılmasına yönelik girişimlerine, değişik partiler le kuruluşlara yerleştirilmiş CIA köstebeklerince (ajan) karşı çıkıldı.
Hükümet ile Gülen cemaati arasındaki gerginlik tırmanırken Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türk okullarının kapatılmasına ilişkin girişimlerde bulunması korku ile tepkilere yol açtı. Telekeyin çeşitli yerlerinde sayıları 160’ı bulan okulların bir anlamda Türkiye’nin kültür elçiliğini yaptığıone suruldu. Çoğunluğu Van göçmeni ile Çerkezler’den oluşan çeşitli köstebekler, bu yönüyle bakılmasını Türk okulları konusunun iktidar-cemaat kavgası dışında tutulması gerektiğini vurguladılar.
Türk Ocakları eski Başkanı Nuri Gürgür: Başbakan’ın girişimi yanlış, dedi. Gürgür kendiside Van göçmeni
Ülke içerisindeki tartışmaların ve tartışmaların bu tür konulara bulaşmasının yanlış olduğunu belirten Türk Ocakları eski Başkanı Nuri Gürgür, “Çünkü bu okullar sonuç itibariyle belli bir camianın değil doğrudan doğruya bizim Anadolu insanının ortaya çıkardığı kurumlardır” diyerek şu değerlendirmeyi yaptı: “Özellikle Türk dünyasında bu okullardan bazılarını benim görme fırsatım oldu. O bölgelerde bunların son derece yararlı olduklarını bizzat müşahede ettim. Çünkü Türk dünyası ile ilişkilerimiz 20 yıldan beri belli bir seviyenin üzerine çıkmadı. Türkiye’nin devlet olarak Türk dünyasında yaptığı fazla bir hizmet yok. Şu anda da zaten devlet olarak yapılan hizmetlerin büyük bir bölümü Gazze’ye, Somali’ye ve benzeri İslam ülkelerine doğru yöneltiliyor.
Dolayısıyla Türk dünyasında bu okulların varlığı Türkiye açısından her bakımdan yararlıdır. Başbakan’ın bu noktada olayı tamamen Cia karşıtı değerlendirmesini yanlış bulurum. ”
MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri: derin köstebeklerden Çerkez, Türk kültürüne darbe, dedi.
Hükümetin öfke, hırs ve öç duygusu ile hareket etmesinin Türkiye Cumhuriyetine çok büyük zararlar verdiğinin altını çizen MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri şöyle konuştu:
“Kurulmuş kurumları onlarca sıkıntı ile onlarca maliyete katlanarak meydana gelmiş kurumları gidip yabancı devletler nezdinde kötülemek, onların kapatılmasını istemek ve bunların kapatılmasına sebep olmak Türk kültürünün yayılmasına, Türkçenin gelişmesine ve Türkiye’nin dünya üzerindeki etkinliğine yönelik bir darbedir. AKP ve Başbakan’ın intikam duygusu gözünü perdelemektedir. Türkiye’nin menfaatlerinin nerede olduğu konusunda kafaları karışıktır. Okulları kapatmaya kalkmak bir anlamda Türkiye’nin oradaki yumuşak gücünü de ortadan kaldırma anlamına gelmektedir. Yalnız bunlar mı dışarıda amacına uygun faaliyet göstermiyor? TİKA ne yapıyor? TİKA’nın yurtdışındaki faaliyetleri acaba gösterilen amaçlar doğrultusunda mı oluyor? Onlarla ilgili de bir takım iddialar, ithamlar var. O zaman TİKA’yı, Yunus Emre Enstitüsü’nü veya benzeri bir takım orada söylenen yanlış işler oluyor diye bunları da mı kapatmak gerekiyor. Bir devlet uzun vadeli meselelere bakar. Toplumsal çıkarı esas alır. Tarihten gelen ve mevcut hali ileriye taşıyacak stratejiler üzerinde durur. Onun için intikam ve nefretle alınan kararların Türkiye’ye ve bu kararı alanlara hayır getirmeyeceği açıktır. Bu çok büyük bir yanlış olur. ”
Bakın şimdi bi TIKA neyin nesi? Cia‘nın örtülü bir karakoludur. İyide bu okullarda birer cia’nın karakolları iken Özcan Yeniçeri ne istiyor?
Kültür eski Bakanı Namık Kemal Zeybek: derin köstebek, Çerkez, Akıl işi değil, dedi.
Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki yaklaşımını son derece tutarsız bulduğunu söyleyen Kültür eski Bakanı Namık Kemal Zeybek Türk okulları hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirdi:
“Bu camianın dışarıda açtığı okullar, hizmet dedikleri şeyin en iyi tarafıdır. Bugün dünyanın birçok yerinde okullar açıyorlar. Bu okullarda belli ölçüde Türkçe öğretiyorlar. Bunun dışında bunu bilerek söylüyorum çok yüksek bir eğitim düzeyi ortaya koyuyorlar. Bu yüzden de bulundukları her ülkede de adına Türk Okulları dendiği için ya da bazı yerlerde Türk Kolejleri dendiği için Türklüğün ve Türkiye’nin itibarına da olumlu katkılar sağlıyorlar. Bu bir gerçek. Ben Türk Cumhuriyetlerindeki okullarını biliyorum orada gerçekten Türkçe öğretiyorlar. Tabii ki eğitimin İngilizce yapılmış olmasına itirazım var. Ama o itiraza karşılık da, İngilizce olmasa bu kadar itibar görmez diye karşılık veriyorlar. Netice itibariyle baktığınız zaman bu okullara vicdanlı bir Türk’ün ve Türkiye vatandaşının karşı çıkması aklın alacağı bir şey değildir. Eleştirenler dahi bu gerçeği görmelidirler. Bu okullar Türkiye için de faydalı, o ülkeler için de faydalı. Bir hizmet yapıyorlar. Başbakan daha önce bunları yere göğe sığdıramıyordu. Demek ki mesele kendi nefsine dokunmalarıymış. Şahsına dokunan bir iş olunca birden bire iş bu hale geliyor. Ben meseleye böyle bakıyorum. Başbakan’ın bu sözleri ne kadar yerine gelir onu da bilmiyorum. Şimdi başka bir yana bu okullar girdikleri toplumların içine nüfuz ettiler. Bugün o yerlerdeki birçok bakanın, başbakanın çocukları buralarda okuyor. Bu okulları bitirenler toplum içinde belli yerlere geldiler. Artık okullar sadece okul olarak kalmadı, okullar çevresinde bir işadamları camiası var, dernekleri var. Öyle başbakanın sözüyle olacak işler değil. ”
Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın: köstebek, Van göçmeni, Kültürümüz zarar görür, dedi.
Türk okullarının Türkiye’nin dünyaya açılan kapılarından biri olduğunu belirten Türk Dil Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, okulların kapatılmasına yönelik girişimleri doğru bulmadığını söyledi.
Okullar kapatılırsa kültürümüzün zarar göreceğine dikkat çeken Prof. Dr. Akalın, “Türk okullarında; kültürümüz, edebiyatımız, geleneklerimiz de öğretiliyor. Gelecekte bu okul mezunlarından devlet başkanları olacak. Şu an bu okullarda yetişen birçok milletvekili var” diye konuştu.
Gazeteci yazar Yavuz Bülent Bakiler: köstebek, Van göçmeni, Alkı selimle hareket edilmeli, dedi.
Okulların siyasi çekişmelerden uzak tutulması ve aklı selimin hakim olması gerektiğini ifade eden gazeteci yazar Yavuz Bülent Bakiler de şu değerlendirmeyi yaptı:
“Dünyanın bir çok ülkesinde açılan Türk okullarına bizzat gittim. Oradaki insanlarla tanışma fırsatı buldum. Dünya milletleri önünde yüzümüzü ağartan, göğsümüzü kabartan, marşımızı söyleten, bayrağımızı dalgalandıran bu kültür kuruluşları devletin yapamadığını yapmıştır. Başkalarının adını dahi bilmediği ülkelerde bayrağımızı dalgalandırmış, dilimizi öğretmişlerdir.”
Hizmet sözü: bir sifredir. Karşılığı: köstebeklik (hizmet)
“OKULLARA ÖNCÜLÜK YAPANLARA DEVLET MADALYA VERMELİ: 20. asrın sonunda ve bu asrın başında kültürümüz; dolayısıyla dilimiz, tarihimiz ve Türkiye’nin tanıtılması konusunda en büyük hizmet, yurtdışında 160 ülkedeki Türk okullarımızın açılması olmuştur. Bu okullara öncülük yapan ve bu büyük projeyi gerçekleştiren kişilere devlet madalya vermelidir. Yani onların yaptıkları bu büyük hizmetten dolayı mükafatlandırmalıdır.”
Ermeni olduklarını gizlemeyen iki yazar’da Gülen okullarını istiyor.
Gazeteci-Yazar Mehmet Altan:
“Türk okulları gibi Türkiye’nin medar-ı iftiharı, Türkiye’nin en büyük kazançlarından, ulusal bir değeri olan kurumları ortadan kaldırmak için Azerbaycan’dı, şuarasıydı kapı kapı dolaşıyor. İnanılır gibi değil. Adama sorarlar ‘Bu okullar ne güçlüklerle ne zorluklarla yapıldı?’ diye.
Gazeteci-Yazar Hayko Bağdat:
“Resmi ideolojilerin belli inanç grupları üzerinden tahakküm oluşturmasının nasıl vahim sonuçlar doğurduğunu bilen bir tarihçeden, bir inanç grubundan geliyorum. Üstelik bunu sadece Türkiye’de değil dünyanın başka ülkelerinde uygulatmaya çalışmak oldukça komik duruma düşmektir. Hangi çağda yaşıyoruz. Dolayısıyla ben bunu çok sağlıksız bir durum olarak görüyorum. Tamamen inat ve intikam duygusu taşıyor.”
FETHULLAH GÜLEN’E (emekli vaiz, SIGINMACI) BİR TOKATTA ÜLKÜCÜLERDEN
1. SES KAYDINI DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ…
2. SES KAYDINI DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ…
3. SES KAYDINI DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ…
(ZAMAN)IN KADINI Fethullah Gülen örgütünün MHP içindeki köstebeği Meral AKŞENER KONUŞUYOR.
(ZAMAN) – ANKARA
7 Ocak 2014
Eski İçişleri Bakanı, Fethullah Gülen’in MHP içindeki köstebeği, Meral Akşener, Ergenekon ve Balyoz soruşturmasında yeniden yargılama tartışmalarına karşı çıktı.
Çünkü Türk subaylarına tuzak kurulmasında kendisininde büyük emekleri var. O günlerde, cia görevlileri ile sık sık görüşerek, Fethullah Gülen yapılanmasının subayları çökertmesine ön ayak olan Meral Akşener’i bu günlerde derin bir korku salmış durumda.
Akşener, “Ergenekon, Balyoz soruşturması başladığında şevkle alkışlayanların, bugün söyledikleri ‘pardon’ sözü, herkes için ibret vesikasıdır.” dedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yeşil ışık yaktığı Ergenekon ve Balyoz sanıklarının yeniden yargılanması konusunda Meclis’te hazırlıklar sürüyor. Buna göre Başbakan’ın talimatıyla Adalet Bakanlığı ve Türikiye Barolar Birliği ortak bir çalışma yapacak. CHP’nin ise sanıkların yeniden yargılanmasına imkan sağlayacak kanun teklifini bugün TBMM’ye sunması bekleniyor.
Kendisinin TBMM Başkanvekili olmasını da kötüye kullanarak Zaman gazetesine acıklamalar yapan Meral Akşener, sözde konuyu (twitter) değerlendirdi. Hükümeti üzerinden Türk subaylarına yeniden yargılanma yolunun kapalı kalmasını istemektedir.
Akşener, “Ergenekon, Balyoz soruşturması başladığında şevkle alkışlayanların, bugün söyledikleri ‘pardon’ herkes için ibret vesikasıdır. Fethullah Gülen’in yargıdakı köstebeklerini böyle savunuyor.
“Zamanın ruhuna göre tutum alanlar, ülkemizde yargının taraflı olduğunu keşfettiler. Muktedir fikir değiştirirse, ne yapacakları merak konusu. Yargı tartışmaları için önerim, kanuna ‘BB’nın istediği kişiler yargılanamaz, soruşturulamaz’ maddesi eklensin. Tüm problemler çözülsün.” dedi.
Olayın Fethullah Gülen yapılanmasını savunmak olduğunun üstünü örtebilmek için bir iki sözde yolsuzluklar üzerine etti. Meral Akşener’in 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk soruşturması konusunda bunları söyledi: “Bu arada yolsuzluk soruşturmasının akıbeti, ayakkabı kutusundan çıkan paralar ne oldu? Yargı tartışmasının tarafları ‘cambaza’ baktırıyorlar.
Başbakan, Ergenekon soruşturmasının savcısı olduğunu söylemişti. 17 Aralık sonrası aynı mahkemenin avukatı oldu. Başbakan hangi sanıkları savunacak? Yalçın Akdoğan, ‘milli ordumuza kumpas kurdular’ diyor. Başbakan, ‘muhalefet katılmasa da bu meseleyi çözeceğiz’ Avukat işbaşında. Rastgele.” dedi.
İyide düyün değil, bayram değil, sana ne oluyor ey kadın?
Ortada uluslararasi güçlerin kavgası var. Sen susamazsın çünkü sana birileri dürtüyor, görevini yap, görevini yap, cia’nın çıkarlarını koru diye…
Ülkücüler, yazılandan anlayamayacağına göre biz konuyu sorulu-yanıtlı yapalımda tam anlaşılsın.
Bu gördüğünüz kişiler neden çok mutluydular ?
Çünkü Asya Finans açılacaktı. Asya inans aracılığı ile Türkiye’de belli kesimlere akçalar aktarılacak, islamcı diriliş sağlanacaktı. Anadolu Aslanları adı altında işadamları yaratılacak, onlar adına islamlaşmaya akça aktarılacaktı.
Bu banka o günden bügüne gizli olan Fethullah Gülen örgütüne işlemektedir.
Bu banka niçin o günlerde Türkiye’de açıldı?
Çünkü Türkiye’de büyük bir devrim yapılacacaktı. Bu devrim, bu kere sivillere bırakılacaktı. Bu sivil devrim de tarikat-tekkelerin öncülügünde olacaktı. (1997 yılında cia+AB bilgi toplama kuruluşları+tarikat-tekkelerin anlaşmaları olmuştu)
Bu gördünüz kişiler yolları başka olsada (Gülen-Milli
Görüş-DYP) neden bir araya gelmişler di?
Çünkü, CIA bunlara birleşin dedi. Üstelik ortada dönen deli-deli akçalar vardı. Üstelik, Çiller açıkça ABD yuttaşıdır. Gülen CIA’ya geçmiş, diplomat olmuştu. Gül’ün de ABD ile çok derin ilişkileri vardı. Üstelik Batı’lılarda onu çok seviyorlardı.
Erdoğan, o içinde bulunduğu Allah için imanla yükselebilmek duygusu ile bu Gülen, Çiller, Gül çetesinin içine girmişi. Verilecek yüksek görevleri almayı uluslar arası güçlerle birlikte, islamcı söylemler arasında Türkiye’yi değiştirmeyi, Ortadoğu’dakı değişiklere eş başkanlık etmeyi, Türkiye’yi Doğusu’ndan bölmeyi onaylamıştı.
Öyle mi? Öyle.
Bu olaylarda DYP ne yaptı ?
DYP, seçimlere girmedi AKP oylarını bölmedi, Çiller bilerek kıyıya çekildi. Meral Aksener’de MHP içine köstebek olarak sokuldu.
Bu çete olmasa idi. Meral Aksener, o günlerde ABD için Gülen’i kaçıramayacaktı. Türk Ordusu içinden dağıtılamayacaktı.
Bu gördüğümüz kişiler önemli kişiler mi?
Eee, Erdoğan 11 yıl Başbakan yapıldı. Gül Cumhurbaşkanı, Gülen uluslararası gücü olan örgütün başına getirildiler. Çiller, Çiller’in Türkiye’dede ABD’ dede mal varlığı olağanüstüdür.
Bu kişileri birleştiren yalnızca akça kokusu mudur?
Yok, bak;
Gül Ermeni, Fethullah Gülen Ermeni, Erdoğan’ın bir yanı Gürcü bir başka yanı ?, Çiller’de dönme bir torunudur.
Bu gün neden çatışmaya girdiler?
Onuda başka gün yanıtlayayım.
AKP ile Fethullah Gülen örgütü arasındakı kavga gün geçtikçe derinleşmektedir.
Türkiye doğrusu bu kavgayı beklemiyordu. Ancak, yandaşların birbirinden beklentileri geçen 10 yılda bir türlü gerçekleşmeyince, yandaşlar birbirlerini, karşı yakaya tuzak kurmakla suçlamaya başladılar. Bu gün iki yaka anlaşmış gibi bir ortam yarattı. Ancak bu yıkımı azaltabilmek için bir dinlenme aralığıdır. Çuvallarda bekleyen belgelerin ortalığa yayılması geciktirilmek isteniyor. Sürekli bir barış artık olanaksız durumdadır.
Çünkü, AKP Gülen’in gerek Cumhurbaşkanlığı, yerel ile genel seçimlerinde yan çizeceğini bilmektedir. Bunun yanısırada, anlaşmak gerekirse Gülen’in beklentisi çok yükseklerdedir.
Amerika’dakı sığınmacı Fethullah Gülen’in kırmızı çizgileri:
Emekli, sığınmacı Fethullah Gülen, ya Cumhurbaşkanlığına Gül oturacak, yada başbakan o olacak demektedir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın kırmızı çizgileri:
Recep Tayyip Erdoğan, kendisi Cumhurbaskanı olmak, başbakanlığada kendine bağlı birisini koymak istemektedir.
MİT’in (Fidan) kırmızı çizgileri:
MİT, Fethullah gülenciler’in ABD ile Batı devletlerine bilgi aktardıklarını belgeliyor.
Ayrıca MİT’teki Fethullahçılar, gizli belgeleri yıllardır Gülen’in gizli sandığına yolluyorlar. Buda yine MİT’in bilgisi doğrultusunda, başbakan ile bakanlara duyurulan gelişmelerden.
Bundan da önemlisi iki yakada birbirlerini fişlemekteler, (film, fotograf, yazılı belge) olarak.
“Dersane/ters-hane” gerçek tartışma konusu değildir.
“Dersaneler” gülen için akça yönü ile önemli değildir. Yalnızca “Micro Soft” kuruluşunun bir yıllığına 30 milyar verdiğini düşünün… Ancak oralar (dersane) aracılığı ile tarikat örgüte “militan” kazanmaktadır.
Bakalım, bundan sonra gizliye dönüştürülen çatışmada kim kazanak?
Bir gerçek var, oda bu: İki yakanın elindede bakanlarla bile ilgili belden aşağı vuracak belgeler var, ayrıca iki yakanın elinde karşısındakını “vatan haini” yapacak belgelerde var.
Bu arada gerek AKP, gerekse Gülen örgütü, ülkücüler ile ilgili çalışmalarına, özellikle bölebilme yada yanlarına çekebilme yarışına giriyorlar.
Ülkücüler, oyun kuracak, bilgileri, becerileri, olanakları olmadığından, şimdilik kendilerini koruyabilme durumu gösterebileceklerdir.
Konumuz: “Kanımız aksada zafer islamın“
MEHMET ALİ AĞCA nereye koşuyor?
Reis: “Taş taş üstünde, baş, baş üstünde kalmayacak.”
Billiyor musunuz, bil miyormusunuz, orasını bilemem. Ancak öyle günler olmuştu, Malatya’da doğmuş, sonrada üniversite okumak için geldiği Istanbul’da bir ülkücü (türk-islam ülkücüsü) olarak, Türkiye’de doğruluğu ile, “cumhuriyet”e saygısı ile bilinen Apdi İpekçi’yi vurmuştu.
O günlerde Aydın Doğan’a yakın olan kimler vardı MHP içinde ?
Mehmet Ali Ağca içerden kaçınca Ankara’da MHP yönetiminden kimlerle görüşmüştü?
Muhsin Yazıcıoğlu, onunla İran’a gidişine deyin neden ilgilendi?
Namık Kemal Zeybek’in MHP içindeki görevi neydi?
Vurdu, sonrada içerde yatar iken başladı “Ben büyük iş yapacağım. Uluslar arası alanda adı sanı olan Paus Johannes Paulus ll
(Pope 11. John Paul)’u öldüreceğim”, diye sayıklamaya.
Sonra Ağca içerden çıktı, yanına aldığı bilindik kişilerle birlikte Avrupa’ya gitti. Avrupa’da yine bilindik kişilerle birlikte İtalya’ya giderek Papa 2. Jean Paul’u vurdu.
Ancak öldüremedi. Çünkü yanında bulunan kişi, iki nedenle görevini yapmayınca, Ağca, Papa’yı öldüremedi. Üstelik kaçamadıda. Yanında bulunan kişi, elindeki kara “çanta” ile birlikte kaçtı.
Aradan yıllar geçti, bu olayları yapanlar, şimdi neredeler, ne yapıyorlar? Kimlerle işbirliği ediyorlar diye soran olmuyor.
Ancak bizler, sizler için konuyu ele alarak, Türk toplumunu bilgilendirmek istedik.
Abdullah Çatlı, Musa Serdar Çelebi, Muhsin yazıcıoğlu, Ahmet Malkan, Yalçın Özbey, Nihat Akgün, Yaşar Bozkurt, Ali Batman, Namık Kemal Zeybek, Fethullah Gülen, Veli Küçük, Mehmet Eymür, Aydın Doğan, Paul B. Henze (cia’nın Türkiye sorumlusu [1960-1980]) başta olmak üzere bu işin içinde olupta gölgede kalanlarıda ara sıra gündeme taşıyacağız.
Çok kısa süre de bu konunun gizli kalan yönlerini ele alarak Türkiye’de kim kimdir sorusunu aydınlatacağız.
Bizi izleyin, bilgisiz kalmaktan korkun. Bunu edenler bizden, yada bizden değil deme! Bu bizden dediğin bazılarının, uluslararası güçlerin alt basamaklardaki birer maşası olduğunu görün.
Bizi izleyin bilgilenin, en iyi bilgide gerçek ülkücülerde olur.
Çırağan Yokuşu Ülkü Ocağı
MHP’Lİ MERAL AKŞENER, DERSHANELERİN KAPATILMASINA KARŞI ÇIKTI
DİŞİ TİLKİ MERAL AKŞENER
Meral Akşener, durduk yerde bir MHP milletvekili olarak, birden bire Fethullah gülen yapılanmasına arka çıktı. Çok ilginçtirki, kendisine yakın bir milletvekilide ona benzer bir çıkış yapmıştı. Ancak, Meral Aksener’in arka çıkması bambaşka
idi. Onun amacı yalnızca kapatılacak olan “dersaneler” değil, AKP içindeki-dışındaki Fethullah gülen örgütü yandaşlarının oluşturacakları olası bir oluşumda bir öncü olarak yer alabilmektir.
Çünkü o artık biliyorki, MHP içinde yeri sınırlı kalacaktır.
Bu arada o çok sevdigi “ZAMAN” çalışanına (muhbir) Recep Tayyip Erdogan’ın görüşünü degiştirmeyeceği konusunda gerekli yerlere, gerekli bilgileri verdiğini belirtiyor. Ayrıca birde özel olarak kendisine bakım yaptırarak, fotografını çektiriyor. Buradan anlaşılan “Meral Akşener’in Gülen örgütü ile olağan üstü iliskişi vardır.
Sonra utanmadan MHP’nin oylarını değilde “Fethullah gülen”in oylarının Erdoğan’ın yanında değerinin olmadığını açıklıyor. Buda kendisinin MHP’nin degilde “F-Tipi” yapılanmasının milletvekili olduğunu gösteriyor. Halkın gözünde o artık, MHP’nin kuyruklu yıldızıdır.
Cumhurbaşkanlığı için “dersane”ler kapatılıyor diyor.
Meral Aksener, MHP içinde verimli bir çalışma yapmamış, sürekli olarak F-tipi yapılanma ile gizlice ilgilenmiştir.
Ortalıkta dolaşan bilgilere göre, MHP içinde kendisini destekleyen bazi milletvekillerinin bulunduğudur. Meral Akşener’i böyle atılgan eden başka bir gerekçe de, bu yıl içinde Mekke’ye gittiğinde orada Türkiye’de etken olan bazı güçlerle yaptığı bazı anlaşmalardır. Sonuç olarak, Meral Akşener’e MHP donu dar gelmiştir. O kendisine “ŞALVAR” izlemektedir.
Çok yakında Meral Akşener’in ABD-Şikago’dan aldığı desteği, onun Türkiye’deki sivil devrimi desteklemesi için bakan seçildiğini buradan okuyacaksınız.
MEHMET EYMÜR: cia’nın göz bebeği
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Kontrterör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür A Haber’de yayınlanan programda canlı yayına katıldı. Eymür Gezi olaylarına ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Eymür, ilk başlarda masum başlayan olayların farklı gruplar tarafından kullanıldığını ifade etti. Eymür olaylar sırasında Mossad ajanlarının da görev yaptığını iddia eti. Eymür “Burada yetişmiş İsrail’de askerlik yapmış insanlar ‘Gezi’de görev aldı. Mossad ajanıydılar” diye konuştu.
Önce Mehmet Eymur kimdir? Ona bir bakalım.
– Kendisi, kendisinin ülkücü olduğunu söylemektedir. (atin.org)
– Veli Küçük ile tutuklandığı güne deyin yakından görüşmeleri olan birisidir.
– Bazı eski MHP yöneticileri ile görüşmeleri sürmektedir.
– ABD yurttaşıdır.
– 1996-1997 yılında Batılılar’ın gizlice ortaya koydukları, Türkiye’de 2002 yılında başlatılmış olan sivil devrimin öncülerindendir.
– Türk kökenli değildir.
– Eşi bir yabancıdır.
– MİT içinde Türk kökenlilere karşı düzenli olarak, sinsice karşı olmuş birisidir.
– ABD’nin bazı gizli kuruluşlarına Türkiye ile gizli bilgileri aktarmaktadır.
Bak arkadaş, uyan, uyan, uyan!!!
Taha Akyol’u bilir misin?
Namık Kemal Zeybek’i bilir misin?
Mehmet Pamak’ı bilir misin?
Musa Serdar Celebi’yi bilir misin?
Ali Batman’ı bilir misin?
Seyit ahmet Arvasi’yi bilir misin?
……..
Bunlar sonraki yıllarda neredeler? Kimlere çalışıyorlar, yada çalıştılar?
Bunlar saymakla bitmez…
Bunlar MHP içindeki ABD’nin istanyon şefleri idiler.
Bir dönemde ülkücüleri yönetmek demek, illede kişinin ülkücü olması anlamına gelmez.
Eski ülkücü başkanlar içinde Mehmet Eymürle birlikte MİT’e çalışanlarda var, diskotek çalıştıranda, kumarcıda, imamda var.
Bak, bügün el altından Türkiye ile en iyi işlerini yürüten devletler, ABD ile İsrail’dir ancak bu istihbaratçılar, sanki ABD, İsrail ile Türkiye’nin arasını açık gibi göstererek, halkın gazını alırlar.
Bu son sözlerimi bir düşün!
Mehmet Eymur de halkı şaşırtmak için, “Gezi de İsrail parmağı var” diyor.
Böylece milyonlarca genci sözde suçlu duruma düşürecek.
İşte ‘mossad’a hizmet böyle olur.
Amaci nedir?
AKP-PKK işbirliğine karşı çıkan gençlik kesiminin önünü almak…
Ülkü Ocakları‘nın doğuşu
Geçmişi,
Ülkü Ocakları’nın temelleri, anlatıldığı üzere Hüseyin Feyzullah (Türkeş)’çe atılmamıştı.
1945 ten sonrası, yurtseverler, Yeni görüşlerini Orhun, Kopuz, Hareket, “şeriat”cilarda Büyük Doğu, Millet, gibi yayınlarla, Türk Gençlik Teşkilatı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği gibi örgütler aracılığıyla kitlelere yaymaya çalışıyorlardı.
27 Mayıs 1960 ortaya çıkan özgürlüklerden yalnızca solcular yararlanmadılar. Türkçüler “milliyetçiler” ile dinciler de yararlandılar. Bütün kesimler, çok çabuk örgütlenmeye başlamışlardı.
1961’de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) ile öncülügünü Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı Anadolu Kulübü kuruldu.
1962’de kurulan Aydınlar Kulübü ile Türkçüler Derneği,
1964’te yerlerini Türkiye Milliyetçiler Derneği’ne bıraktılar.
Türkiye’de sol akımlar, güzel örgütlenmişlerdi. Yaptıkları eylemler ses getiriyordu. Buna karşılık sağ kesim yeterli, göz doldurucu eylemler yapamıyordu. Sağ kesim geçmişte sol kesimin yönetiminde bulunan bir öğrenci derneği olan MTTB’ne ilgisini artırdı. Dernek türkçü kesimin, Mustafa Ok başta olmak üzere, büyük çabaları ile önce sol kesimden kurtarıldı. Sonraki yıllarda, özellikle dernek içindeki sağ kesimden olan azınlıkların, öncelikle Çerkez ile Kürtler’in “şeriat”çılarla işbirlikleri sonucunda, dernek içindeki türkçü, ülkücü yada “milliyetçi” olarak adlandırılan kesimler yönetimden dışlandılar. Buda cia’nin MİT’in eliyle Türkiyedeki “milliyetçi” oluşumu boğmasıydı. (1969)
Bu olaydan sonra başta Komando Mustafa Ok olmak üzere, Nihat Çetinkaya, (Mehmet Kocabaş?), Mustafa Rusen, Oğuz Şaban Duman, Mehmet Kozluçay başta olmak üzere yurtsever kişiler yeni bir gençlik örgütü kurmak için kollarını sıvadılar. Buna Atsız bey’de arka çıkmakta idi.
Ülkücü Gençlik Doğuyor.
Bütün uygulamaların Türk için, Türk’e göre, Türk eliyle yapılmasını isteyen, köklerini, Atilla’ya, Bilge Kağan’a Cengiz Kağan’a dayandıran, Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyet’ten yana ağırlık koyan bir düşünce çizgisinde bir örgütlenmeyi amaç edinmişlerdi.
Bu çalışmalara yüzbaşı Atilla’da arka çıkıyordu. Ancak bu oluşum içinden gözü yumulu biçimde ordu yanlısı bir uygulma yada söylem gelmiyordu.
Böylece başta büyük illerde olmak üzere, üniversitelerde, öğrenci yurtlarında, öğrencilerin buluştukları çayevlerinde bu yolda yapılacak işler anlatılıyor, katılmak isteyen kişilerle buluşma evlerinde görüşmeler yapılıyordu. İkinci adım olarak, katılanların eğitimleri sağlanacaktı. Bunun içinde toplantılar düzenleniyor, eğitim çalışmaları yapılıyordu. Bunun yanısıra sengün (komando) eğitimide başlatılmıştı.
Bu gelişmeler olurken, sengün / sangun (komando) eğitimlerini duyan Hüseyin Feyzullah (türkeş), CKMP içinde yerini genişletirken, türkçü-turancı oluşumdakı gençlerle ilişki kurdu. Onlarla işbirliği edeceğini, kendi partisinde onlara yer vereceğine söz verdi. Böylece ortak çalışmalar başlatıldı. Eğitimlerle Hüseyin Feyzullah’ta (Türkeş) ilgilenmeye başladı.
Kendi partisindende katılımlar oldu. Dündar Taşer’de bu eğitimlerde görev almıştı.
Bu durum 1969 yılına deyin sürdü. Adana kurultayında Hüseyin Feyzullah’ta (Türkeş) verdiği sözleri bozarak, partisinde “şeriatçı” kesime yer verdi. Türkçü-turancı kesimi dışladı. MİT’in oyunlarıyla azınlıkların birleştirildiği Çerkezler ile Kürtler‘in öne çıkartıldığı bir kurultayda yine Türkler dışlanmıştı.
Artık türkçülerin temelini attığı ülkücü kuruluşta yön değişikliği yaşandı. İslamcılık temel alındı. MTTB birliği çizgisine dönüldü.
Başta Atsız Beğ, olmak üzere sengün/komando Mustafa Ok, Oğuz Şaban Duman, Mustafa Ruşen, (Mehmet Kocabaş?), Doğan Yıldırım la birlikte kendilerini gerçek ülkücü olarak görenler, Araplaştırma ile yeşil kuşak oluşumlarına karşı çıktılar.
Necdet SEVİNÇ
ülkücü harekete en sinsi ve ağır darbeyi kerâmeti kendilerinden menkul olan bazı şeyhlerin mûritleri vurdular. Bir Türk müsün, Müslüman mısın, bir Allah mı Tanrı mı tartışması başladı ki, hâla sürüp gidiyor.
BEKLENEN İTİRAF
Bugünkü 3 Hilâlin parti, hilâlli bozkurtun da gençlik kollarının sembolü olarak kabul edildigi 1969 kurultayı sert tartismalara, hatta salon dışında gençlerin çatışmalarına sebep olmuştu. Bu yara sarılmadan beklenen itiraf zuhur ediverir. Ve hareketin fikir temellerini atan Atsız’la, hareketin siyasi lideri olan Türkeş’in arası açılır. Bu bir bakıma beklenen akıbettir. Çünki fikir taviz vermez!! Siyaset ise taviz esası üzerine kurulmuştur. Atsız da, Türkeş de siyasi hareketle fikir hareketini yanyana yürütemezler. Bu belki de mümkün değildir.
Fikirden taviz vermeyen Atsız’ın sert ve kararlı neşriyatından dolayı MHP Genel İdare Kurulu 1973 yılında Atsızca yayınlanan Ötüken dergisinin okunmasını yasaklar. Oysa 9 Işık bile Atsız’ın Şubat 1962’de Orkun dergisinde yayınlanan Türk milletine çağrısından esinlenerek hazırlanmıştır. Atsız’in 9 maddelik millî kalkınma programı şöyledir:
1. Türkçüyüz
2. Arınmış Türkçeciyiz
3. Yasacıyız
4. Toplumcuyuz
5. Millî gelenekçiyiz
6. Bilinçli demokrasiden yanayız
7. Ahlakçıyız
8. Bilimciyiz
9. Teknikçiyiz
(Orkun Dergisi, Şubat 1962)
Bu arada 1970 Ocak ayında kurulan ve 1971 muhtırasında kapatıldıktan sonra yeniden faaliyete geçirilen MSP ile MHP arasında bir islâmcılık yarışı başlar. Artık MHP bin kere tövbesini bozanın içeri daldığı, Mevlânâ’nın dergâhı gibidir. Farklı davaların temsilcileri arasındaki bu anlamsız yarış MHP’yi kendi kulvarının dışına itmiştir. Bir süre sonra Atsız’ın eksikligi “Milliyetçiliğin kabuk olduğunu iddia edenler” tarafından doldurulur.
Ve bir de bakarlar ki, seçkin kurmay subayların yönettiği bir üniversite hareketi olan MHP hareketi, bir köylü hareketine dönüşüvermiş!!
Necdet Sevinç
Necdet Sevinç bunları yazdı, bundan başka MHP içindeki tarikatçılık, tekkecilik, şeyhlerin yandaşlığı konularını dile getirdi. Bununlada yetinmedi, parti içindeki gizlice büyüyen Türk karşıtlığını ağzına aldı. Yıl 1975 lere gelindiğinde MHP’nin içten çürütüldüğünü dile getirdi. Çünkü Milliyetçi Cephe Hükümetinde yer alan MHP, kendisine verilen bakanlıklarda yenilikler yapamamıştı. Necdet sevinç, bunları yapar yapmaz, onun Ülkü Ocakları’na gelerek konuşmalar yapması, kitaplarının alınması, okunması yasaklandı.
Sonraki yıllarda Necdet Sevinç, yeniden MHP ile yakınlaşmıştır. Ancak Hüseyin Feyzullah onu sürekli olarak göz altında tutup, ona yetki verilmesini önlüyordu.
Ülkücülük, “Nizam-I Alem davası”na dönüştürülüp, ülkücüler, solculara karşı savaşan bir gönüllüler ordusuna dönüştürülmüştü.
Bu nedenlede eski Ülkü Ocakları Başkanları’nın çoğunluğu ile bugün yönetimde bulunan bazı il, ilçe dernek başkanları başımızdakı ihanet hükümetini desteklemektedirler. Üstelikte Allah Allah diyerek AKP’yi destekliyorlar. Çünkü Ülkü Ocakları MTTB gibi yeşil kuşak çizgisine çekilmiş idi. Artık bazı ülkücüler ülkü deyince TEVHİD anlıyorlar. Bunuda anlamak gerekirki, ABD düzgün bir türkçülüğe yol vermezdi.
Çok acı ancak, Komunistlere karşı verilen vuruşmaların sonunda MHP‘nin yönetimine Çerkezler ile Kürtler getirildiler. Çerkezler, kendileri islamcı olmasalarda kendi kimliklerini islam gölgesi altında korumak istemektedirler. Bu nedenlede “Türk İslam Sentezi“, “Türk islam Ülkücülügü” akımlarına kucak açmışlardır.
Türk İslam Sentezi’ni ülkücüler için yazıveren Taha Akyol bir Çerkezdi.
Ülkücülerin Araplaştırılmasında Turan ülküsünün yozlaştırılmasında görev alanlardan biriside Namık Kemal Zeybek’ti. Oda bir Çezkez idi.
Türk İslam Ülküsü’nü ülkücüler için yazıveren Seyit Ahmet Arvasi bir Arap‘dı.
Gelelim MTTB‘ne: 1969’da MHP, Arusi Hüseyin Feyzullah (Türkeş)’in eliyle yeşil kuşak çizgisine çekilirken, yine bu yılda Türkler’in önü MTTB‘dede kesiliyordu.
Burhaneddin Kayhan (Çerkez Beyi), İsmail Kahraman‘dan sonraki 49. dönemde (1969) MTTB‘ye yine MİT‘in oyunlarıyla azınlıkların birleştirildiği bir kurultayda Komando Mustafa’yı (Ok) Kayseri ve İstanbul’da yendi, genel başkan oldu. İslamcı, Çerkez, Kürt işbirliği kurultay’da su yüzüne çıktı. MTTB, artık dış güçlerin Türkiye’de geleceğin işbirlikçilerini yetiştirecekleri bu duruma getirilmişti.
İşbirlikçiler bu kez namazlı abdestli kişilerden oluşacaktı.
Yine bu çizgideki “milli görüş” olaylara sokulmadı. Çünkü geleceğin yönetimi onlara verilecekti. Onların çocuklarınada ABD’de eğitim verilerek, uyumlu duruma getirilmişlerdi.
Böylece MTTB derneği, sonrakı yıllarda kendisini Milli Görüş olarak adlandıracak olan örgütlenmenin ilk yuvası olacaktı. “milli selamet”, milli nizam, Fazilet, ANAP, AKP, DYP, bazı MHP’liler başta olmak üzere Türkiye’yi Amerika’nın kucagına % 100 oturtacak çalışmalar yapan yöneticilerin tümüde buradan yetişmiş olacaktı.
MİT araya giriyor, yurtseverlerin ellerindeki derneği Çerkezler ile Kürt kökenlileri kullanarak, yönetimin “seriatçi” kesimin eline geçmesini sağlıyor.
Rasim Cinisli ile birlikte bir anlamda yeniden doğuş yaşanmıştır. Bu kuruluş içindeki sol eyilimli kişilerin kuruluş içindeki etkenlikleri azaltılmıştı. Bu dönem; Türkiye’nin sorunlarına el atıldığı bir dönemdir.
Çok acı ancak, Komunistlere karşı verilen vuruşmaların sonunda MTTB yönetimine Çerkezler getirildiler. Çerkezler ise kendileri islamcı olmasalarda kendi kimliklerini islam gölgesi altında korumak istemektedirler.
Rasim Cinisli, bir Çerkez olarak, kendi başkanlık döneminden sonra yönetime gelebilecek, islamcı, milli görüşcüleri korudu. Onlarla işbirliği etti.
Bu kavgasını o AP, DP içindede verdi.
Bunun anlamı ne idi?
Artık MTTB içinde Türk karşıtları islam adı altında birleşmişlerdi.
İsmail Kahraman’la MTTB’nin düşünce çizgisi “şeriat”çı, “mukaddesat”çı yola kaydırıldı.
53. Dönem Genel Başkanı Rüştü Ecevit‘in döneminde göze çarpan çalışma MTTB’nin ambleminin değiştirilmesi olmuştur. Kurulduğu yıldan beri MTTB’yi temsil eden “Bozkurt” resmi, çok büyük alkışlarla kaldırılıp çöpe atıldı. Yerine yine alkışlarla ”kitap” resmi getirilmiştir. Kitap ile kuran anlatılmak istenmiştir.
Bu değişiklik aslında MTTB’ de İslamcıların dört yönüyle ağır bastığının bir kanıtı olmuştu.
1965 –1980 yılları arasında MTTB’nin Genel Başkanları sırası ile; Rasim Cinisli, İsmail Kahraman, Burhaneddin Kayhan, Ömer Öztürk, Raşit Ürper, Abid Özmen, Rüştü Ecevit, Cemalettin Tayla, Kasım Yapıcı, Haşmet Oğuzalp, Vehbi Ecevit‘tir.
12 Eylül 1980 askeri darbesi ile MTTB’nin IV. “cihat”cı ve “mukaddesat”çı dönemi de sona ermiş oldu.
1970’lerde Amerika’nın gizli desteği ile geleceğin yeşil kuşak islamı yayma işini yapacak silahsız Milli Türk Talebe Birliği, Yeniden Milli Mücadele Derneği, Kültür Ocakları, Milli Gençlik Vakfı ile silahlandırılmış Ülkü Ocakları gibi örgütler, Türk-İslam Sentezcisi öğrencilerin bir araya geldikleri çatıları oluşturdu. Bu dönemde Ülkü Ocakları içinde kalarak türkçü-turancı çalışmaları sürdürenler, 1980 yılına deyin türk-islam ülkücüleri ile birlikte uğraşlarını sürdürdüler. Bazı dönemlerde ülkücüler içinde sık sık iç çatışmalar yaşandı. İç savaş kendilerini bozkurt olarak tanımlayanlarla hilalci olarak tanımlayanlar arasında oluyordu.
Milli Türk Talebe Birliği üyeleri
Milli Türk Talebe Birliğine üye olup da Türkiye’nin yönetiminde öne çıkan kişiler olmuştur. Bunların arasında; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Kültür Eski Bakanı İsmail Kahraman, İçişleri Eski Bakanı Abdülkadir Aksu, Milli Eğitim Eski Bakanı Hüseyin Çelik ve Bahattin Yıldız gibi birçok isim bulunmaktadır.
TÜRKLER’İN ŞERİATLA İMTİHANI
Gözaltılar genişliyor – DHA/AA – 18.06.2013 | ||||
|
Hükümet Gezi avına çıktı – AA/DHA/Kurultay – 18.06.2013 | ||||
İçişleri Bakanı Muammer Güler, halkı Twitter üzerinden isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle 30’u aşkın gencin İzmir’de gözaltına alınmasına benzer operasyonların süreceğini söyledi. Güler, “Sosyal paylaşım siteleri ile ilgili çalışma var. Halkı tahrik eden, yalan haberlerle toplumsal olaylara yönlendiren, elbette gerek Twitter olsun gerek Facebook olsun ve gerek sosyal medyanın diğer enstrümanlarını kullanarak bunları yönlendirenlerle ilgili çalışmamız var. İlgili operasyonlarımız sürecek” dedi. Jandarmayı kullanırızBakan Güler, olayların bastırılmasında jandarmanın kullanılması ile ilgili olarak da jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğunu ve istenilen yerde kullanabileceğini söyledi. Kimi tedavi ettiniz…Gezi Parkı’ndaki revir ve gönüllü sağlık hizmeti sunulmasıyla ilgili doktorlar hakkında soruşturma başlatan Sağlık Bakanlığı, şimdi de özel hastanelerden İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile yaralanan göstericilerin isimlerini istedi. Özel hastaneler uyarılmışBakanlık Gezi Parkı protestoları nedeniyle özel hastanelerin acillerine “hazır bulunun” uyarısında bulundu. Ancak bu uyarının ardından İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile protestolarda yaralanan ve tedavi gören kişilerin isimlerinin tek tek bildirilmesi istendi. İlk iki günde sadece yaralanma nedenleri ve uygulanan tedavinin sonucu hakkında bilgi alan Bakanlık, ikinci günün sonunda bilgilere göstericilerin isimlerinin de eklenmesini istedi. 1 doktor ve 2 hemşire gözaltındaTürk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Beyazıt İlhan konuyla ilgili şunları söyledi: “Bizim bu bilgileri vermemiz mümkün değil. Bu durum insan haklarına aykırı ve çok tehlikeli. Bu verilerin nerede kullanılacağı belli değil. Ramada Otel’den beyaz önlüklü bazı kişileri gözaltına aldılar. Bu kişilerin önce doktor olduğu söylendi. Sonra hırsız oldukları belirtildi. Karakola gittiğimizde bu kişilerin gerçekten doktor olmadıklarını tesbit ettik. Ramada Otel’e herhangi bir revir kurmadık. Bu kişiler neden beyaz önlük giymişti, bu görüntüleri neden verildi bilmiyoruz. Bu bize çok manidar ve provokatif geldi. Halen bir doktor ve üç hemşire gözaltında. Onların takibini yapıyoruz.” |
BİTMEK TÜKENMEK BİLMEYEN MÜSLÜMAN İHANETİ!!!
Hüseyin Gülerce Devlet Bahçeli’ye FİGURAN diyor, ihanet eden Hayrettin Kahraman’ı bir kahraman olarak gösteriyor.
Hayrettin Ka(h)ramanin kitaplarıda gerek Türk Federasyonları’nda gerek Ülkü Ocakları’nda öncelikli olarak okutuluyor.
Bu kitapların derneklere girişide Muhsin Yazıcıoğlu ile Suat Başaran dönemlerinde olmuştur.
Hülya Koçyiğit, iyi bir Ermeni idi, artık oda şimdi işi bölücülüğe vurdu.
ÜLKÜCÜLERİ CIA’YA SATANLAR
CEMAAT VE ÜLKÜCÜLER – İrfan Sönmez
İRFAN SÖNMEZ:
Fethullah Gülen’in kapıkulu olan bir eskimiş ülkücünün YEŞİL KUŞAK özlemi…
Ülkücü idi, şeriatçi oldu. F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI
İrfan Sönmez, Türkiye’de azınlık duygusuyla yaşayan yurttaşlarımızdan birisidir. Türklüğüne inanmadığı için azınlıklar kesimine Allah rızası için destek veren birisidir.
1959 Elazığ doğumludur. İlk, orta lise eğitimini Elazığ’da yaptı.1976 yılında Manisa Spor Akademisini kazandı. 3. sınıfa deyin okudu. Aynı yıllarda Manisa’da gençlik öncülğü (olabilirki ülkücü olsun) yaptı. Doğru ise Manisa Ülkü Ocağı Başkanlığı yaptı. (dedikleri doğru ise)
Daha sonra bazı eylemlere/öğrenci olaylarına katımaktan ötürü okulu bıraktı. 1980 yılında Elazığ Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü’ne girdi.
12 Eylül darbesinde tutuklandı. 78 gün Elazığ, Konya ve Manisa’da işkence gördü. (ancak elinde doğrulayan bir belgeside yok). 10,5 yıl hapis yattı. Ancak o olaylara karışmamıştı. O günkü yöneticiler, kendisini camide namaz kılarken yakalayıp götürmüşlerdi. Yazık namaz kıldı diye 15 yıl içerde yattı.
Tahliye olduktan sonra Hukuk Fakültesini bitirdi.2 dönem Boks Federasyonu Hukuk Kurulu’nda görev yaptı.
2000 yılından beri serbest avukatlık yapıyor.
Ancak şimdi ülkücülüğü dinsizlik gibi algıladığı için geçmişteki ülkücülüğünü öne çıkarmak istemiyor. (Ne ilginçse BBP+AKP+Hizbullah+Fethullah Gülenciler, Milli Görüş, ülkücüleri sürekli dinsiz görürler. Çünkü ülkücüleri şeriata çekmenin tek yolu budur diyorlar)
Kendisinin önderi olan yine ülkücülükten dönme Mehmet Pamak’a uyarak, ülkücülük günlerini boşa geçmiş, kafirlik günleri olarak görmektedir.
Bununla birlikte 1993 yılından 2007 yılına kadar Büyük Birlik Partisi Genel Merkez Yönetimi Kurulunda bulundu. Çünkü BBP, Milli Görüş, F-tipi yapılanma ile birlikte yeşil kuşak oluşumuna ayak uydurabilmişti. Bütün BBP (nizam-i alem, alperenler) dernek ile camilerinde Fethullah Gülen’in adına yazılmış olan Amerikancı islamın anlatıldığı kitaplar bedava dağıtılmaktaydı. Öyle ya, islamcılar islamı kurtaramamışsa, ABD kurtarabilirdi. AKP+BBP+ Fethullah Gülen’de ABD ye en yakın duran kuruluşlardı. İrfan Sönmez’de silkinerek kendine gelmiş, Allah Yolunun yolcusu olarak doğru yolu bulmuştu. Kurtuluş yeşilkuşak oluşumundan geçmekteydi. Ülkücülük, Fethullah Gülen örgütü gibi devşirilmeliydi.
2007 yılından sonra yazıları,televizyon ve radyo programları ile AKP’nin ayakta dik durabilmesi için MHP’nin karşısına çıktı, gece gündüz MHP’nin şeriattan döndüğünü anlatarak sözde MHP’nin oylarını azaltarak, AKP’ye katkıda bulunacak çalışmalarda bulundu ve bulunmayı sürdürüyor.
Aynı zamanda 12 EYLÜL referandumunda bağımsız ülkücüleri örgütlüyerek AKP için referanduma destek çalışmalarına katıldı. Bu amaçla da bir çok televizyon ve radyo programlarına katılarak, eski arkadaşlarının kuyusunu kazdı.
Hala zaman zaman Elazığ’daki mahalli radyo ve televizyonlarda, ulusal televizyonlarda programlara katılıyor. Dört internet sitesinde ve Elazığ’ın mahalli gazetelerinde yazıları yayımlanmaktadır. Yazıları ile bir yandan Amerika’da (1999’dan beri Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen’in Pennsylvania eyaletindeki Pocono Dağı eteklerinde yer alan çiftliği görüntülendi.) bulunan Fethullah Gülen Hocaefendiye, bir yandanda Türkiye’de yumuşak, tarikat-tekke, cumhuriyet karşıtı islamcı örgütlenmeyi oluşturmaya çalışan kuruluşlara destek vermeye çalışmaktadır.
Kendi sesinide en çok “hizbullah” destekçisi olan yine bir ucundan ABD’ye bağlı olan Vakit ‘Akit”, “Yeni Akit” aracılığı ile duyurmaktadır.
Bu arada bir dönemde Türkiye’de kamuoyunu karıştırabılmiş olan, Merve Kavakçı İslam ile hacı-bacı olmuş durumdadır.
Geçmişte birlikte olduğu arkadaslarını şimdi kafir görerek, Abdurrahman Dilipak, Ali Karahasanogu, Merve Kavakçılar’ın arkasına düştü. Ne acı değil mi? Gelsin de en sonunda MİT ile CIA’nin ortasında yerini alıp, hacı-bacılarla Türklüğe karşı saldırıya geçmesine ne denir?
Ee bir kişinin içindeki türklük duygusu yok edilmişse, cia ile de siyonist ilede işbirliğine girmesinde sakınca kalmaz.
Bunuda anladık ancak gazeteye çıkabilmek, adını yazdırabilmek için yezitlikten öteye geçmesine ne denir?
Sözde 12 eylül’ün yanlışlıklarını anlatmak istiyormuş, sözde ikide bir (İlhami gibi diyor) ülkücü ayarlayabilirmiş. Derken uçuk, başı sonu olmayan Balıkesir’de yaşanmış olan 12 öncesi olaylarını anlatmak istiyormuş. Gazeteye nerede ise yalvarıyor. Subaylara karşı tanıklık etmek istiyormuş.
İlginç değil mi? Kişiye sormazlar mı? Eeey aptal İrfan Sönmez!, sen ülkücüleri ele verecektinde 30-33 yıl neden bekledin?
Uzun sözün kısası, İrfan Sönmez bazı subayların ülkücüleri kullandığını söylemektedir, bunun anlamı nedir?
O günlerde ülkücü kuruluşlarda bir emir-komuta vardı. Buna göre İrfan Sönmez o günlerde ülkücülerin başı olan Türkeş’inde TSK’ce kullanıldığını savcılıklara ihbar ediyor. Yuh lan sana utanmaz. Ülkücüler içinde köstebek olarak yer alıpta “Kanımız aksada zafer islamın” deyerek, cihadı başlatan sizlersiniz. Ülkücüleri önce Hizbullah çizgisine çekip, Türklüğe karşı cihad eden sizlersiniz. Bir sürü Türk kökenli ülkücüyü MİT’e fişleyen sizlersiniz. Şimdide sütten çıkmış ak kaşık gibi savcılık çağırırsa “ülkücülerin TSK’ca kullanıldıkları” konusunda tanık olacağız diyorsunuz.
Sözde Türkeş’in 500 askeri varmış, onlarda İrfan Sönmez’in arkasında duruyorlarmış!!!
Bu durum MİT’in ortaya koyduğu bir oyunun bir parçasıdır.
Çünkü, ülkücüler cia+mit ortaklığıyla içerden vurulacaktı. Bunuda en iyi biçimde dini bütün ülkücülerle gerçekleştirebileceklerdi. Bu denendi.
Çünkü MHP ile ilgili seks videolarını çekende 5 vakit namazlı, üstelikte hacı idi, o videoları internete yükleyenlerde 5 vakit namazlı idiler. İslamci devrimin Türkiye ayagı olmanın heyecanı onları, birlikte yeyip içtikleri arkadaşlarını tuzağa düşürmeye bile itebilmişti.
Mümtazer Türköne, MHP’nin danışmanıydı.(zaman Gazetesi), Vedat Bilgin MHP’nin danışmanıydı (Bugün Gazetesi), İrfan Sönmez, Bir ilde ülkücü bir dernekte başkanmış (Akit Gazetesi) artık suç üstü yakalanmışlardır. Bunların tümüde islamcı çizgide idiler, simdide öyleler. Tümüde islamcı çizgideki başka başka kuruluşlara yerleştirildiler. Buna binlerce örnek verebiliriz.
Öyleki bir Hasan Yeşildağ, İstanbul Anadolu yakasında islamcı olmayan ülkücülere işkence edip dernekten atmıştı. Oda islamcıydı oda AKP’deki yuvasına dönmüştü. Recep Tayyip Erdogan’ın korumalığına tutukevinde başlamıştı.
Bu gün bile MHP’de kalıpta suyu bulandıran, şeriatçılar yok mu? Var. Onlarda gerektiğinde içerde bölücülük edeceklerdir.
Ee şimdi utanmadan yeşil kuşağın nesini savunabilecek siniz?
Bunlar, işin gerçeğinde MHP’ye değil, Türk ulusuna ihanet etmişlerdir.
Bir kişinin bir ülkücü kuruluşta başkan olması onun iyi bir ülkücü olduğunu göstermez. O gecici olarak göreve getirilmiştir. Alişan Satılmış’ta, Lütfü Şeyhsuvaroğlu’da, Recep Öztürk’te, Ahmet Orhan Sar’da, Sedar Çelebi’de geçmişte ülkücü idiler, simdi ise birer Hizb-ul yeşilkuşak oldular. Kimileride çek-senetçi oldular, İrfan Sönmez’de açık itirafçı oldu. Demekki bir dönemde ülkücü olmak demek, ölene deyin öyle kalmak demek deyildir. Onlar şimdi sıradan birer imam (hoca) dırlar.
Halkın gözünde birer miskindirler.
Gölge etmeseler yeter.
F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI
Kendi yazısıdır.
28 Şubat’ın birinci hedefi dini akımların yok edilmesiydi. Bunun için yeni bir tehdit algılaması yapılarak dindarlar birinci sıraya, bölücüler ikinci sıraya, ülkücüler üçüncü sıraya yerleştirildiler.
Sistem giyotin gibi çalışmaya başladı. Nerede dini bir duyarlılık varsa boğmaya, yok edilmeye çalışıldı. Bir çok dini gurup hizmet veremez hale geldi. Takipler, baskılar, tehditler insanları yıldırdı. Sonuçta bu cemaatler ya dağıldı, ya da dağılma noktasına geldiler.
Bunlar içinde en ayakta kalabileni Hoca efendi cemaatiydi. Çünkü cemaatin hem bir stratejisi, hem bir birikimi vardı. Üstelik dini guruplar içinde en eğitimli ve örgütlü olanıydı. Şartlar ve zorlamalar karşısında taktiksel pozisyonlar üretebilecek esnekliğe sahipti. Kendini müdafaa edebilecek medya araçlarına malik olması da başka bir avantajıydı.
28 Şubat’a hazırlıksız yakalanan, darbe sürecini kazasız atlatma becerisi taşımayan bir çok gurup dağılıp gitti. İnsanlar sığınacak, ruhlarını demirleyecekleri manevi limanları kaybettiler. Bir çok insan çaresiz cemaate sığındı. Orada manevi tatmin yolları aradılar. Bu da cemaatin katlanarak büyümesine yol açtı. Muhafazakar siyasete getirilen yasak nasıl, AK partiyi büyüttüyse, aynı süreç benzer nedenlerle cemaati de büyüttü.
Cemaat henüz bir oluş halindeyken en büyük destek ve yakınlığı Ülkücülerden görmüştü. Bir çok şehirde ülkücü/milliyetçi kesimler cemaatin okul, yurt, dersane gibi çalışmalarına destek verdiler. Bu sempati tek taraflı değildi, aynı hissİ karşılık, cemaat mensuplarında da vardı. Ülkücüler cemaati aynı amaç için çalışan kardeş bir hareket olarak gördüler. Biz bir koldan, onlar ve diğerleri başka kollardan büyük Türkiye’yi kuracağız diyorlardı. Doğrusu da buydu.
Ancak, AK parti iktidara geldikten sonra bu algı karşılıklı olarak değişmeye başladı. Ülkücülük siyasetle çok özdeşleşmişti, Cemaat de başka bir siyasete odaklanınca, duygusal kopuş başladı. Aynı iman ikliminde kardeş olanlar siyasetler farklılaşınca rakip oldular. Ülkücüler cemaatin yer, yer aşırılık ölçüsüne varan AK parti taraftarlığını hiçbir zaman hazmedemediler. Bu kadar yakın ve duygudaş oldukları bir hareketin zamanında kendilerine hasım muamelesi yapan –milli görüş- çizgisine kapılanmasını bir kişilik sorunu olarak algıladılar.
Ancak tek sebep bu değildi. Ülkücüler bu farklılaşmayı dini hayatın yayılması ve büyümesi adına tolere edebilirlerdi. Cemaatin kimi yayın organlarında yapılan yayınlar işin tuzu biberi oldu. Bazı yazarlar, Türk milliyetçiliği ve ülkücüleri bütün kötülüklerin anası gibi takdim ettiler. PKK vurdukça onlar da ülkücüleri vurdu. Yapılan yayınlarda ülkücülerin hissiyatı hiç dikkate alınmadı. Sözü güzel söyleme, kırmama, gönül yıkmama gibi her İslami gurupta bulunması gereken duyarlılıklar-ülkücüler-söz konusu olunca unutuldu. İncitici, kırıcı, nobranca bir dil kullanıldı. Neticede Ülkücülerle cemaat arasındaki mesafe her geçen gün açıldı. Buna Milliyetçi siyasetin –darbe davaları-karşısındaki ikircikli tutumu, siyasi rekabeti cemaatle rekabete çeviren yanlış stratejileri de katkıda bulundu.
Aslında cemaat, çağrımız İslam da dirilişedir diyen her ülkücünün hayalini gerçekleştiriyordu. Ahlaklı nesillerin yetişmesi, Türkiye’nin dışarıda doğru tanıtılması, Türkçenin yaygınlaştırılması her ülkücünün hayaliydi. Bir tarafın hayal ettiğini, diğer taraf hayata geçiriyordu. Bu durum hasım olmayı değil, yardımlaşmayı, iş birliği yapmayı gerektirirdi. Ama öyle olmadı. Son açılımda, önü arkası belli olmayan bir sürece bazı cemaat üyeleri ve gazete yazarlarının verdiği kayıtsız şartsız destek, tarafları bir defa daha farklı noktalara savurdu. Üstelik bu desteğe rağmen, cemaat bugün hükümet açısından –öteki olanı- temsil ediyor. Hemen her olumsuzluk haksız, mesnetsiz ithamlarla cemaate mal ediliyor. Öyle ki Öcalan, Karayılan gibi hainler bile bu cemaat-hükümet kutuplaşmasından yararlanmaya çalışıyor.
Ülkücüler, Allah, vatan, millet diyenleri severler. Cemaati de bunun için
sevdiler. Hoca efendi’nin kimi beyanları ağırlarına gitse de, onu azizlerden
bir aziz olarak gördüler.
Zaman gazetesinde mesaisini ülkücüleri aşağılamaya adamış kimi yazarlara rağmen, görmeye de devam edecekler. Ama cemaat de bu kadar siyasallaşmanın sempati alanını daralttığını, aynı inanç ve iman havzasından beslenen kimi gurupları kendinden uzaklaştırıldığını görmelidir.
Fethullah Gülen nereye koşuyor?
1997 yılından beri Amerika’da, Cia (Amerikan Gizli Polis Örgütü) korumasında, Amerikan kurumları ile işbirliğiyle yaşayan Fethullah Gülen, son günlerde yeniden Türkiye gündemine düştü.
Neden düştü? Neden bu biçimde düştü?
Çünkü ABD’de ile Türkiye’deki gelişmeler bunu gerektirdi. Bu ne demek?
ABD’nin eski başkanı Bush döneminde kullanıma alınan, yatırımlar yapılan “yumuşak islam” önerisi, bugünkü Amerikan yönetiminden eskisi gibi gerekli olan akça dayanağını alamamaktadır. Bunun yanısıra artık Amerikan damgalı “yumuşak islam” için Fethullah Gülen adı önemini yitirmiştir. Çünkü, kamuoyunda Fethullah Gülen’in geçmişte MİT’e çalışan bir imam, şimdide CIA’ya çalışan bir imam görüntüsü oluşmuştur. Bütün bunların yanısıra 2012 yılı başında Fethullah Gülen adına CIA ile işbirliği eden örgüte verilen akça kaynaklarının, belli bölgelerde cebe indirildiği, bazı bölgelerde çalındığı, bazı bölgelerde amaç dışında kullanıldığı saptanarak soruşturma başlatılmıştı.
Ayrıca yine 2012 yılında Amerikan yetkilileri, Fethullah Gülen örgütü adına ABD’de açılmış olan okullarda akça kaynaklarının iç edilip, ceplere indirildiğini belirleyip, soruşturma başlatmışlardı.
Bütün bunlar olur iken Fethullah Gülen örgütüne ayrılan akçalarda düşme, gerileme yaşanmaya başlanmıştır. Fethullah Gülen örgütünü, yıldız eden özellik akça gücü olunca bu yıldız artık eskisi gibi parlamamaya başlamıştı.
Son aylardada Fethullah gülen’in çiftliginde de bir olaganüstü gelişmeler oldu. O bölgeden sorumlu yetkililer, gülen çiftliğinin bir bölümünü domuzların yayılması için başka köylülere açmıştı. Bölge köylüleri de burada domuz gezdirmeye başladığı bilinmektedir.
Bütün bunlar Fethullah Gülen’i bunaltıda bunalttı…
Büyük ölçülerde akçaları saçarak, yazarlara, çizerlere, imamlara, öğrencilere, uzmanlara, Ermeni, Kürt ökenli demeden solcu-sağcı kuruluş üyelerini, ABD’lere, Afrikalar’a, Asya’ya 15 günlüğüne taşıyan, oralarda yedirip içiren, Fethullah Gülen örgütü bunları ya yapamaz yada artık en az ölçülerde bunu yapar duruma düşürüldü.
Artık Fethullah Gülen, ABD için bir ayak bağı olarak görülmeye başlandı.
Bütün bunlar, Fethullah Gülen’in gönlünü alt üst etti. Onu dengesizliğe itti.
Artık CIA’nın onayı dışında iki kere görüntülülü konuşma yayınlayarak, Erdogan yönetimini eleştirdi. Bazılarının ceplerini doldurduğunu öne sürdü. “Vallahi-tallahi deyerek”, kendisini yere atarak, eleştiri yaptı. Yaptıda vermek istediği uyarıya karşılık alamadı.
O olayı basın yayın algılayamadı: Fethullah Gülen ne demek istemişti?
Fethullah Gülen: “Ben Amerika’da artık istenmiyorum. Türkiye’ye gelebilmem için siz yasaları değiştirin, tutuklamaları derinleştirin, bende, Humeyninin İran’a indiği gibi Türkiye’ye ineyim.” dedi.
Buna karşılık Erdoğan yönetimi, yasaları değiştirmiyor, tutuklamaları genişletmiyordu.
Bunun üzerine Fethullah Gülen örgütü ileri gelenleri, Fethullah Gülen’in Avrupa’ya yerleşmesini düşündüler. İlk önce Hollanda’ya başvurdular. Hollanda, Fethullah Gülen karşıtlarının Hollanda’da güçlü olduğunu öne sürerek, kapıları kapattı. Ondan sonra Belçika’ya yönelindi. Ancak Belçika’da Fethullah Gülen’e karşı olan kesimin Belçikada etken olduğunu, halk arasında Fethullah Gülen ile ilgili olumsuz bir duygunun var olduğunu, örgütün gizzemli oluşum olduğunu öne sürerek, kapıları kapattı.
Uzun sözün kısası, en sonunda yine Türkiye’de girişim başlatıldı. Türkçe (Yunanca olimpiyat), Türkçesi {yarışma} larını, kutlaması öne çıkarılarak Erdoğan’a bir göz dağı verilmek istendi.
Bütün bunlar olup-biter iken, Fethullah Gülen okullarında Türkçe’nin yasaklandığı ortaya çıktı. Buda Fethullah Gülen’e vurulan bir başka tokat oldu.
Erdoğan’da “Sen uzaktan gazel okuma, gel buraya” dedi.
Ancak siz okuyucularımızın bilmediği bazı gerçekler var. Onun için Fethullah Gülen’e gel diyenler, (Bahçeli ile Erdogan) Fethullah Gülen’e gizlice sopa gösteriyorlar. Çünkü, o sözde geçmişte Türkiye’de MİT’e çalışmış, sonrada CIA’ya geçmiş. Bunun anlamı iki yanlı olarak gizli (istihbarat) lara çalışmış. Başka bir sözle (dublle agent) olmuş. Bununda yasalar içindeki yeri ağırdır.
Fethullah Gülen, bir an önce gelmek istiyor. Ancak Erdogan yönetiminden sağlam bir güvence istiyor. Oda vermiyor. Bu nedenle oda simdilik gelemem diyor. Der, der, der.
Şimdi söz konusu olan, sözde iki yakalı çalışan biri (dublle agent) olunca, iş kördüğüme dönüyor. Bundanda, bu kördügümden en iyi yararlananda Türkiye’deki Erdoğan yönetimi oluyor. Ayrıca MİT’te kendisine göre bayram ediyor.
Bu durumu, pek çok gazeteci bilir, bilirde yazamaz, bizde bu yayınlarımızın kapatılmasını göze alarak yazdık. Gülen “vatana ihanet”ten yargılanmayı bekliyor. Onun içinde bu günkü Türkiye’ye gelemez. ABD’de ölmeyi göze almaktan başka seçeneği yok. (ancak yasal düzenleme işi değiştirebilir.)
Uyan Türkiye!
SEYİT AHMET ARVASİ: İslamcı terörün kaynağıdır.
Seyit Ahmet Arvasi pek çok konuda değerlendirmelerini, Arapça’da bilinen bilgileri Türkçe’ye aktararak yapmıştır.
(Türk İslam Ülküsü, s.88)
Halk: arapca; yaratık, ölçülebilir varlıktır.
Sonrada Seyit Ahmet Arvasi, kitabında dogrudan tarikat adı vermesede tarikatın bütün yaklaşımlarını kitabında dile getirir. Tarikata bağlanmak “kalp gözü” ile olur, “ruhun dimağa açılan kalp gözüdür diye anlatmaktadır.
Kişi ölünce ruhu ölmez. (Türk islam ülküsü, 89)
Batıdaki “psyche” “pisikologi” bilimini eleştirmektedir.
Batıdaki “ruh”, “piskoloji” bilimini, Batılılar’ın bu alanlarda buluşlarını eleştirdiği gibi sosyoloji alanında olan çalışmaları da yerden yere vuruyordu.
Ülkücü taban o yıllarda yurtlarda, üniversitelerde, yollarda komunistlerle çatışma içinde idiler, adı geçen eseri nerede ise okuyan yoktu. Sonraki yıllardada “Türk İslam Ülküsü” ülkücü kesimin dilinde bir yenilik olarak anıldı.
Bu kitabında da, Taha Akyol’un Türk-İSLAM Sentezi’nde olduğu gibi tümden Batı karşıtlığı, bir kışkırtma söz konusudur. Bu durumu bütün islamcı kesimdede görmekteyiz. Ancak Seyit Ahmet Arvasi, günlük yaşamında sürekli olarak Batı’da olan gelişmeleri okurdu, çoğu kitabları Türkçe’ye çevirtip okurdu. Onlardan yararlanır idi. (Yüz yüze görüşmelerimizde bize yeni getirttigi kitapları anlatırdı. 1977)
Ancak toplumu devşirmek için onun Batı bilimini yok sayması gerekiyordu. İslamcılık yapabilmek için, toplumu Batı karşıtı yapmaları gerekiyordu.
Sonrada kalkıp Arapça’dan çevirdiği bagnaz görüşlerini, islamcı değer olarak sunuyor. Buda kendi içinde tutarlıdır.
-Doğrudan tarikatı anlatsa, tutunamayacagını, ilgi görmeyeceğini biliyor. Onun için tarikatını islam bilimiyle karıştırarak sunmaktadır. Onun “milli kültür” dediğide yine tarikat kültürü olmaktadır.
Sürekli olarakta dış göz ile iç gözden dem vurur. İç gözü olarak görmeyide, “şeyh”, “mürid” gözü ile görme anlamında anlatmaktadır. Yine öne sürdüğü bütün değerleri, Arapça’dan çevirerek verir. (Kendisi Arap olduğu gibi Arapça kitapları okur, Türkler’e o bilgileri kendisininmiş gibi anlatırdı.)
Bütün Batılı ile Doğulu bilimcileri eleştirip, sonunda bir imamın görüşlerinin üstünlüğünü anlatır. (Türk İslam Ülküsü, s. 98)
Bir başka yandanda kendisini uluslararası bilime uyan birisi gibi göstermeye çalışır. (Türk İslam Ülküsü, 105)
Bundanda ileri gidip Batı bilimini almayı “emperyalizm”e çalışmak olarak görür. (Türk İslam Ülküsü, 106)
Seyit Ahmet Arvasi’nin içine düştüğü çıkmaz; onun bilim ile din olgularını birbirine karıştırmasıdır. Bilim araştırma-incelemeyi gerektiriken, din bir benimseme (kabul) konusu olduğunu unutur.
* Ben bilimi yok sayan, bilimciyi saygıyla karşılamayan, bu yaklaşımı o dönemde sesini duyurmuş bütün imamlarda görüyordum. Fethullah Gülen hoca, da bu görüşlerle ileri atıldılar. Ancak sonraki yıllarda onun CIA’ya çalıştığı anlaşılacaktı.
Yaklaşım sürekli tek yoldandı. Kızıl komunizm, kara kapitalizm, materyalizm derken, gel islamla şeref kazan, ilahi savaşa katıl…
En sonundada “cennet” ile “huriler”e kavuş. ((Türk İslam Ülküsü, 117)
Sonunda gelir; “aşağı ırk”, “üstün ırk” gibi beşer haysiyetini rencide edici teorilerin propagandasına müsaade edilmemelidir.” der.
Buradaki amaçda Türklügümüzle gurur duymamızı önlemek, bizi Araplar la bir tutmaktır.
Sürekli olarak bütün budunların tek kökten oldugunu dile getirerek, Türk’ün özelliğinin olmadığını bilinçaltına yerleştirmeye çalışır. (Türk İslam Ülküsü, 118)
Seyit Ahmet Arvasi’nin işi, gücü ırkların birbirine karışmaları, genel ırk oluşumudur, karışmayan ırkları iyi saymaz. (Türk İslam Ülküsü, s.119)
Türkiye’de değişik ırkların olduğundan bunların birbirine karışmasından mutluluk duymakta, yok olan Türk varlığının iyi sonuçlarından söz etmektedir. Sonuçta karışık bir Fransız gibi karışık bir Türk budunu oluşmasını sevinçle karşılar. (s.119)
“Başka milletlere, ırklara düşmanlık duyguları hiç süphesiz sapıklıktır.” der (Türk İslam Ülküsü.120)
S.A.Arvasi, bir yandan Avrupalılarla, ABD’lilerle evlenmelere karşı çıkarken öbür yanda Doğulular’ın, Türk, Arap, Fars yada Orta Asya Türkleri’nin birbirleri ile evliliklerini istemektedir. Çünkü, üstü örtülü olarak büyük doğunun oluşmasını savunmaktadır. Budun “millet” anlayısıda “ümmet”e dayanmaktadır.
“içtimai ırk” diye bir söz uydurmaktadır. Anlatımına göre “Doğulu halkların birleşimi” olmaktadır. (Türk İslam Ülküsü, 120)
Ülkücü kesimi, kendine çekebilmek için sürekli olarak, komunizm ile kapitalizme karşı çıkıyor, içi boş bir milliyetçiliği savunuyor. 3 Mayısı bile sıradan bir milliyetçi tepki olarak görüyor. (Türk İslam Ülküsü, 124-125)
Türkleri, düzenli olarak, islam bölgelerindeki olaylara çekmek istemekte olduğu açıktır. Türkler’i, Türk bölgelerini, müslümanların ezildikleri bölgeleri görmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. (Türk İslam Ülküsü, 128-129)
Burada tutarsızlık başlıyor. Önce uluslararası “enternational” olan değerlere karşı çıkıyor, sonra uluslarası islama arka çıkıyor. “İslamiyet üniversel (alemşumul) bir davettir. Irkları ve milletleri hem kabul ve tastik eder, hemde islam kardeşliği içinde işbirliği yapmaya çağırır.” (Türk İslam Ülküsü, s.130-131)
Ona göre takvalı bir zenci Müslüman üstündür, ancak müslüman olmayan yada takvası olmayan bir Türk yok sayılmaktadır. Şerefli olmak bile takvada aranmaktadır.
Bu ne demektir? Biz Türkleri bölmek, Araplarla karıştırıp, Araplar’ın koruyucuları yapmaktır.
Özellikle törelerimize “adetlerimize” saldırmakta, soyculuk yapmamızı yerden yere vurmaktadır. Ustaca önce kendine milliyetçi adını koyuyor. Sonrada “milliyetçiliği” yerden yere vuruyor. (Türk İslam Ülküsü, s.131-132)
Türk kardaşlığına son vererek, Arap kardaşlığına kapı açılıyor. Araplar’ın müslüman olanlara “rum”a Arapca El-Rumi dendigini, bir Fars’a El Faris’i dendigini övünerek anlatıyor. Bizimde El Türki olabilecegimiz vurgulanıyor. (Türk İslam Ülküsü, s. 132)
Bir yandan komunizme bir yandan kapitalizme vuruyor, buna karşıda çözüm olarak “islam” adı altında “Büyük Doğu”culuğu öne atıyor. Ustaca Türklüğe yaklaşıyor. Bütün konuları gündeme getirip, sonunda “Toplumda bulunan haksız uygulamalar göz önüne getirilip, “mücahit” yetiştirilmesine devletin desteğini beklemektedir. (Türk İslam Ülküsü, s.260-261)
Bir yerde kadınların çalışmalarına karşı çıkıyor. Kadını bir çocuk fabrikası gibi görüyor. Buda Arap kültüründe önemli yer tutar. Komunist uygulamalarda kadının yalnız çalıştırıldığını söylemktedir. Anlaşılıyorki, bir tek sosyalist bölgeye gitmemiş. Kadınlar oralarda toplumda etkendiler. O günlerde bizlerde Rusya’da kadınların namuzsuz yapıldıgını söylerlerdi. Rusya’da kişilik yetkinlikleri, etkinlikleri azdı ancak, kadın konusundaki değerlendirmeler CIA’nin kara yaklaşımının eseri idi. Onun içinde Arvasi’nin Komunizmle mücadele dernekleri ile uyumlu görüşleri vardı. Çok üzücüdür ancak sağlıklı kişilerin, okumuşların, bilinçli kişilerin uygun bulamayacağı biçimde Batı ile Kommunizmi yerden yere vurarak, onları yok sayarak, “Büyük Doğuculuk” düşüncesini “islam” diye ülkücülerin başlarına yerleştirmeye çalışıyor. (Türk İslam Ülküsü, s.162, 163)
Batılıların “pedofil” (çocuklarla seks yapan) dedikleri, küçük yaştaki kızların baba izni ile evliliklerine destek veriyor. Bu arada yaşı 18 e gelmiş bir kız için izin gerek yoksa, onlar çocuk sayılmıyorsa, baba izni nedir? (Türk İslam Ülküsü, s.172)
“islamiyet kadının savaş yapmak mükellefiyetini kaldırmıştır.” (Türk İslam Ülküsü, s.175)
Mehir savunulmaktadır. (Türk İslam Ülküsü, s.176)
Kadınların, kara çarşava bürünmelerinide ince bir ayarla savunmaktadır. Saçlar, gözler, başlar kapanacak diyor. (Türk İslam Ülküsü, s.180)
Arvasi’nin bütün bu özellikleri Türklüğe terstir.
Marksistler le ülkücüleri yan yana koyarak: “Marksistlerin devrim tutkusu olduğunu, ülkücülerin “kendine dönüş” hareketi olduğunu anlatır.
Demekki, ülkücüler devşirilmeliydi. (s.187)
Yine amacı ülkücüleri Araplaştırmak, yine “cihad” çağrısı.
“tam teslimiyet” tabiata ve cemiyete “özledigimiz nizamı” hakim kılmaktır. (Türk İslam Ülküsü, s.195)
Cihad çağrısı gecikmiyor. İnananları ”mal ve canları ile allah yolunda savaşmaya” davet. (Türk İslam Ülküsü, s.202)
Bundan sonrada ağzındaki bakla çıkıyor.
“öyle muhteşem bir sevgi ile ‘üstadına” bağlanmalıdır.”, “kendini yok bilmelidir.”, “fenafis-şeyh’ olmalıdır.
Üstadın (Seyhin) yanında “fenafil ihvan” “biz” (tarikat demek istiyor) haline gelmelidir. Fenafillah mertebesindeki “veli’ kadar Allah’ta yok olmuştur. Kendine gelmeyi küfür bilir. (s.202) İslamiyet “sadece allah icin savaşmanızı istemektedir.” (Türk İslam Ülküsü, s.202)
Sonra bakıyoruz, Türkleri bir Hizbullahçı çizgiye çekiyor.
Seyit Ahmet Arvasi, diğer Türk-İslamcılar gibi yapıyor, başta Taha Akyol, Namık Kemal Zeybek, Yavuz Bülent Bakiler olmak üzere kendi bilgi alanları dışında yazılar yazıyorlar, ülkücü tabansa okumayan, yazmayan kişilerden oluşuyor. Söyleneni olduğu gibi alıyor. Onlara göre ülkücünün bilmediği olmaz. Seyit Ahmet Arvasi’de dil konusuna girmiş saçmalamış. Halk; sözünün Türkçe anlamını bile tümden anlamadığı ortadadır. Ayrıca Avrupa’daki orta tabakaya bakış açısını eleştirmiş. Tümden yanlış yapmıştır. (Türk İslam Ülküsü, s.204-206)
Sonrada giriyor ekonomiye, ekonomiden tarım, sanayi toplumuna, şehirleşmeye, aklınıza gelen bütün konularda uzman gibi yazmış. Şimdi anlıyorum, Seyit Ahmet Arvasi bu alt tabakada neden seviliyor. İslamcıya onun yazdıklarınıda okuyan yok. Dilden dile efsaneşmişti.
“Biz Türk – İslam Ülkücüleri Allah’a hamdolsun, inanan insanlarız. Savaşımızda gönül, kafa ve bilek yanyanadır, dilimizde dua, elimizde “kılıç” vardır. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.231, İstanbul)
“Beyler, milli kültürümüz ve medeniyetimizi ögrenmek istiyoruz, lütfen yolumuzdan çekiliniz. Yoksa biz yolumuzu açmasını biliriz.” (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.247, İstanbul)
Gecekondu kültürünü tanımıyor. (248)
Uygarlık: sözüne karşı çıkıyor, çünkü Türkçe’si kıt. Türkçe konusunda o öyle dedi, bu böyle dedi deyip duruyor. (Türk İslam Ülküsü, s.250)
“medeniyet ile kültür ne demektir sorusuna bir ilkokul çocugunun verebilecegi ölçüde yanıt veremiyor.
Kültür: tarım, medeniyet: şehir imajını verir. Bu konularda tümden çıkmaz içindedir.
Biz Türk Islam Ülkücüleri “Türk medeniyet tarihini yazan ziya Gökalp’in medeniyette beynelminelci oluşunu yadırgıyoruz.” der. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.252, İstanbul)
“Hak ile batıl” derkende “milli görüş” değerlerini ülkücü söylemlerle dile getirir.
Türk, bütün varlığı ile ve heyecani ile islamiyete koşarken hasretle beklediği dine kavuşmanın mutlulugunu yasamıştır. “Allah’tan başka ilah yoktur” diyen, “CIHAD” emri ile ‘alplık” ruhunu besleyen, öte yandan “hak yolda” alimlerin akıttıgı mürekkebi, şehit kanından daha mübarek bulan islamiyet, kısa zamanda Türk’ün ruhunu fethetmekle kalmamış, Türk’ü yeniden Türk’e buldurtmuştur. Çünkü, İslamdan önce inzivayı teşvik eden yaşama sevincini yok eden, kitleleri sahte mabutlara ve putlara tapındıran, allah’tan başka gayrı tanrılar edinen dinleri deneyen ve onları yaşarken bunalan Türkoglu, islamda yeniden kendini keşfetmenin heyecanını yaşıyordu. Türk medeniyetine bir üst-sistem olmak isteyen Budizm, Yahudilik ve hristiyanlık itikadları, yalnız milletimizin yapısına ters düşmekle kalmıyor, onu yabancılaştırarak yok ediyordu. Mesela Tabgaçlar, Budizm tesiri ile Çinlileşirken, Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar, Macarlar ve Bulgarlar… da diger dilerin tahribatı ile yabancı kültür ve medeniyetler” arasında eriyip kayboluyordu.” der (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.267, İstanbul)
Bakın Hristiyan Macarlar başta olmak üzere, Tanrıcı Altay, Tuva, Hakas, Yakut, Gagauz, telengit, Teleut, Şorlar bu gün dimdik ayaktadırlar. Arvasi’de utanacak yüz yoktuki, oraları görsün.
“İslamiyet milli kültür değerlerini inkar ve tahrip etmeden yücelten “alemsumul bir din” (internasyonal demek istiyor) olduğundan ‘milli medeniyetlerin” güçlenmesine büyük imkan sağlar.”
Peki müslüman Iran’da, müslüman Irak’ta, müslüman Süriye’de, Müslüman Afganistan’da yaşayan Türkler ne durumdalar? Onların varlığını bile bilmiyor… Bilsede işine gelmiyor demekki…
Bunlarda dua okumaya degilde, resim çektirmeye gelen kışkırtıcılar.
Bunları yazan Ahmet Seyit Arvasi’nin Türkler’i, Türkler’in başka yerlerdeki konumlarını başka dinlerle ilişkilerini bilmediğini iyice anlıyoruz. Adı geçen Türkler’in birisi bile yok olmamış, yaşamlarını sürdürmektedirler. Kumandılar’ın Altay’da bugün bile Kumandı dillini konuştuklarını bilmiyor.
Yeryüzünde ‘laik’ bir medeniyete rastlamazsınız. Her medeniyet, bir dine dayanarak ayakta durur. (Türk İslam Ülküsü, s.268)
“Öte yandan yüce dinimiz, “CiHAD”ı (mukaddes savaşı) bütün müminlere farz kılarken, bütün mensuplarını “Allah’ın ordusu” durumunda mütaala eder, islam dininde her mümin aynı zamanda gerektiğinde mukaddes bir savaşçıdır.” der.
İşte islamiyet’in “CIHAD”ı “bütün müminlere farz kılması”
“Müsümanın “özel hayatı”ı bile, bu mukaddes savaşın bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. Müslüman bir savasçı olarak doğar, isim alır, yaşar, ve ölür. Türk-İslam kültür medeniyetindeki “Alp-Erenler” bu ruhun tarihimizdeki ifadesidir.” der, ona göre Türkler Arap fedaisidirler. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.271, İstanbul)
Sonra ABD’yi çok değişik uluslardan oluşuyor diye eleştiriyor. Bu konudada tutarlılık görülmemektedir.
Bu anlayış islamin Türk ahlakına getirdiği alemsumul bir çehredir. (Türk İslam Ülküsü, 277)
S.A. Arvasi’yi uluslararası güçlerin yeşil ayağı olarak görmek doğru olur.
Türkiye’de “milliyetçi geçinenlerin, başlı başına bilgisiz, yeteneksiz oldukları”nıda bu biçikten anlamaktayız.
“yeryüzünde yüzmilyona yakın Türk’ü duygu ve ruh mihverinde birleştiren, aralarında kardeşlik hissini veren kültür unsuru dildir.” (bkz. Ibrahim Kafesoglu, Türk Milliyetçiliği ve Türk Dili adlı makale, Hergün Gazetesi, 12 temmuz 1978) diyor. (281) Kaldıkı Türk düşmanları bile Türkler’in 300 milyona yakın oldugunu bağırarak söylüyorlar. Böylesi yetersiz kaynaklardan beslenen kişilerin CIHAD isteklisi olmasınıda yadırgamamak gerekir.
Dil konusunda ise tümden saçmalık ederek, Osmanlıca ile Türkçe’yi ayırt edemiyor. Ayrıca Osmanlıca konuşan padişahların Türkçe konuştuklarını öne sürüyor. (Türk İslam Ülküsü, 283)
S.A. Arvasi, islamcı olan başka yazarlar gibi, dilde Arapça ile Farsçalaşmanın korunmasını istemektedir. (Türk İslam Ülküsü, 285)
Seyit Arvasi, 300 yıldır dilimize Batı’dan sözler giriyor derken, bir tek canlı örnek veremiyor. Yalnız uydurma sözlere karşı çıkışını güzel anlatabiliyor. (Türk İslam Ülküsü, 286)
Tutarsızlık: Önceki yorumunda berberlerin islamla yönetilmesinden mutlu oldugunu yazıyordu. Bu koskocaman yalandı. Simdide Berberlerin aşiretcilik yaptıklarını yazıyor. (Türk İslam Ülküsü, 290)
Eeh ne bilsin elin köylüsü demek gerek!
“Tek millet tek bayrak, tek lider” diyor. Partiye girebilmek için islam ilkelerinden geri adım atıyor. Bunu anlamak olamaz. (291)
ABD ile AB yi yersiz biçimde eleştirmektedir. AB’yide eleştirirken ortaya geçerli bir neden koyamıyor. Sonra yine sözü dönderip, dolaştırıp :”ilay-ı kelimetullah” ve “Niam-ı Alem” davası milletleri islam ile yok etmek deyil “kelime-i tevhid”de birleştirmektir, diyor. (293)
Oguz Kağan ile zulkarnayir konusunda bir molla öyle-böyle yazmış diyor. (195)
Bizim atalarımız, Anadolu’ya geldiklerinde burası bom boşmuş, bunu deyene ne denir? Türkler’de dalga dalga gelip, yerleşmişler. 8. 9.uncu yy. Topluluklar olarak müslüman olan Türkler köylerden sehirlere gelmişler. (Türk İslam Ülküsü, s.298)
Türk-Islam Kültür ve medeniyetinde “mutlak doğru”, “mutlak güzel” ve “mutlak varlık” Allah’tır. İlimde ,sanat ta, din de onu arar, diyor.
Kısacası doğu, güzel, sanatta boştur. Allah yolunda demek istemektedir. (Türk İslam Ülküsü, 310)
Türk-İslam bilimcileri, “ayetleri”, hikmetleri, münasebetleri yakalar” (Türk İslam Ülküsü, 311)
Arvasi’nin sıradan bir şeyhden dervişten ayrılan yanı yoktur.
Batı’da sanat yok, ölü, islamda “kelime-i tevhid” ve “kelime-i sahadet” okunan muhteşem bir islam mabedine döndü. Bütün alem, “vahdet”in sırlarını fısıldar duruma geldi. Sanat din ile birleşti, ‘seyr-i afaki”, “seyr-i enfus-i” ve “seyr-i mutlak” merhalelerini ve tasavvufun sırlarını keşfetmeye başladı.
Yine batı sanatını, bilimini eleştirip, islam bilimi ile sanatını göklere çıkarıp,
Bu işi Allah’a ulaşmak için yapmak gereğini anlatıyor. (Türk İslam Ülküsü, 317)
Buda dua okumaya degilde, dua okur gibi durarak, resim çektirmeye gelenlerden.
Töre konusundada yuvarlak sözler ediyor. Sonundada töreyi yetersiz görüyor. (Türk İslam Ülküsü, 323)
“Peygamberler, veliler, büyük ahlak kahramanları, hep insandaki bu sorumluluk duygusunu parlatmak icin gelmiş ve faaliyet göstermiş bulunmaktadır.” (Türk İslam Ülküsü, 328) Türk törelerini anlatırken, geçiyor islam ahlakına işi oraya bağlıyor. (Türk İslam Ülküsü, 328)
Bu kitabinda “laik” like karşı savaş açmış ancak bunuda üstü kapalı olarak yapmaktadır.
O okuyucuya yalnız Arap törelerini islam adı altında anlatmaktadır.
Sonuçta islam dini: “ kendine aykırı düşmemek şartıyla “milli töre” yi benimser. Milli töreyi arındırarak değiştirir diyor. Burada Türklük bitiriliyor. (Türk İslam Ülküsü, s. 336)
Türk islam Ülküsünde “manevi kalkınma” bizzat insanın ilimle, sanatla, ahlakla, din ile işlenerek yüceltlmesi, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik hayatın en önemli ve temel unsuru durumuna getirilmesi demektir.” diyor.
S. A. Arvasi, Türk-İslam ülkücülerini Allah yolunda savaşanlar olarak anlatıyor. (Türk İslam Ülküsü, 345)
Din eğitimin artırılmasını savunuyor. Bir kişi bir kitap yazmış Avrupa’da din egitimi diye oda onu ele alıyor. Ne acı bir işse Avrupa’da dine dayalı olmayan okullar vardır. Buralarda din min egitimide yoktur. En büyük okul sayısıda bunların elindedir. (Türk İslam Ülküsü, 185-186)
Din “şeriat” ve “TASAVVUF” olarak bir bütündür. Müslümanlar “seriatçı” ve “tarikatçı” olarak bölünmemelidir. (Türk İslam Ülküsü, 390, ocak-1988, istanbul)
Çok ilginç Türk-İslam Ülkücülüğü, yine S. A. Arvasi’nin “Hasbihal” adlı kitabının yeni, başka bir adla basımıdır. Demekki ülkücü topluluğu aldatabilmek için bir tuzak olmuş. (S.A. Arvasi, Hasbihal, 1. Cilt, 1 baskı, Burak Yayınevi, Istanbul, eylük-1990)
İslam “ilayı kelimetullah” davasını, mümkün olduğu mertebe”barış şartları” içinde” başarmaya çalışır. Kuran-ı kerimde: “insanları”rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni, en güzel (yol) hangisi ise onunla yap” diye emredilir. (bkz. Nahl Suresi; ayet:125) Bununla beraber, bazan savaş kaçınılmaz olur. O zaman düşmana gereken ders verilmelidir. Ancak onlar “aman” dilerlerse “savaş esiri” olarak alınır ve korunurlar.” Yüce kitabımızda şöyle buyurulur.”O küfür edenlerle (savaşta) karşılaştığımız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları mecalsiz bir hale getirdiniz mi, bağı sıkı tutun. Ondan sonra iyilik yapın yahut (fidye) alın.” (Bkz. Muhammed Suresi; ayet:4.) (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.142, Burak Yayınevi-İstanbul)
“komsusu açken, tıka basa yiyen bizden degildir.”(müslim, Buhari)
Batının borsasını olumlu karşılıyor. Hür ekonomi diyor. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.178-179, Burak Yayınevi-İstanbul)
Bilindigi gibi, yüce peygamberimiz, mal ve hizmetlerin fiyatını “narh ile tayin edilmesine” müsaade etmemiş. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.180, Burak Yayınevi-İstanbul)
İslam ve Banka gibi konularda “milli Görüş” gibi görüş bildirmektedir. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.186-187, Burak Yayınevi-İstanbul)
Türkiye’de kişilerin çalışkan olmayışlarının üstünü örtmeye çalışır. Bunuda geçmişte Türkler’in başarılarını anlatarak yapar. Ancak konu bugündür. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.196-197, Burak Yayınevi-İstanbul)
Ben anlıyorum, ülkücüler bu kitabı okumamışlar, okumuyorlarda, çünkü kitabı “milli görüş”ün görüşleri dile getirilmektedir.
Sonuçta Türk İslam Ülkücüsü demek islam düzeni demektir diyor. Şeriat düzeni demek yerine Türk İslam Ülkücüsü Görüşü diyor. Sonuçta bütün konuları islamcı düzene bağlamaktadır. (Türk İslam Ülküsü, 234)
Türk-Islam Ülkücüsü, O, “nizam-ı alem” ve “ilayı kelimetullah” için döğüşendir.”
Türk İslam Ülkücüsü bir mesaj sunmaktadır. Allahtan başka ilah tanımayan Türkoğlu, sahte dinlerin kanlı ideolojilerin, zalim dikdatöryaların, sefil felsefelerin yonttugu bütün “sahte mabutlari” yıkacaktır. (Türk İslam Ülküsü, 238)
Arvasi, Türkler’i açıkça müslüman olmayan Türkler’e karşı savaşa çağırıyor.
“Türk milliyetçiliği, islamın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk’ün mutlulugunu burada arayan bir harekettir. Hiç süphesiz islamiyet, kendine sarılan kadroların, ‘ihlası ölçüsünde” onların yücelmesine yardım edecektir.” diyor. (Türk İslam Ülküsü, 259)
Sözde Türkiye’de islam yokmuş yada öğretilmiyormuş, sözde bizim son bin yılımızı islam belirlemiş. Gerçektende bilimde uzaktan yakından ilgisi olmayan bi biçik yalnızca CİHAD’ın el kitabı durumundadır. (Türk İslam Ülküsü, 259)
“Türk milliyetçiliginin alemşumul davası ve ideolojisi, Allah ve resulunun davasıdır ve bunun adı:islamiyettir.” diyor. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.260, Burak Yayınevi-İstanbul)
Türk-Islam ülkücüleri her şeyden önce bir “iman adamı”dır. “sahabi kadrosunun “izinde yürüyen, “peygamber çizgisini titizlikle koruyan, “sünnet yolu”nun büyük müctehidlerinin ve velilerinin taviz vermez takipçisidir. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.260, Burak Yayınevi-İstanbul)
Bu ne demektir? Ülkücü eşittir “derviş”
O adeta “fenafillahın ahlakı” ile ahlaklanmıştır. Bilindigi gibi fenafillah kendine gelmeyi, ben demeyi küfür bilir. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s. 261, Burak Yayınevi-İstanbul)
Bu sözlerde bize S. A. Arvasi’nin ülkücüleri tarikat kurallarına, yasalarına çekmek istemektedir.
Bütün insanlık, “allah’tan başka Tanrı yoktur. Diye haykırsın. (268)(Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.268, Burak Yayınevi-İstanbul)
“Hiçbir fert ve hiçbir millet feda edilemez, insana ve millete zulm edmeye kalkışan he türlü hareket ve onu temsil eden kadrolar, cezalandırılmaya layıktırlar. Bunlara karşı savaşmak fazilettir.”
(Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.268, Burak Yayınevi-İstanbul)
Burada ülkücüleri silahlı eyleme çagırıyor.
Zulme karşı, kendini köleleştirmek isteyen herşeye karşı, milletlerin direnme ve savaş hakkı vardır. Zaten savaş vardırki, zulümdür; yine savaş vardırki ”mukaddes cihad”dır.
Demokrasıyi tanımıyor, demokrasi yokmuş. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.272, Burak Yayınevi-İstanbul)
Sonrada islama tam teslimiyet istiyor. (Türk İslam Ülküsü, 278)
İSLAMDA “mülk ve hüküm Allah’ındır.
Açıkça kuran ayetlerı yasa olsun demeye getiriyor. (Türk İslam Ülküsü, 281-282-287)
Buda Atatük’e, Atatürkçülere söyleniyor:
Dramatik insan, “hürriyet ve insanlık”adına savaş verdigini iddia eder. Bu ideale hizmet edenler adına abide ve heykeller diker, madalyalar hazırlar. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.294, Burak Yayınevi-İstanbul)
İdeal insanda ayetlere göre yaşayacakmış. (asri saadet) (Türk İslam Ülküsü, 294)
Türk islam Ülkücüsü; “islamın alemşumul prensipleri içinde, yeni bir uyanış öncüsü olmak iddiası ile ortaya çıkmaktadır.”
“islam nizamı’ istiyor. (Türk İslam Ülküsü, 297-299)
“hakimiyet hakkındır.” (Türk İslam Ülküsü, 303)
Din savaşına çagrı: İslam ülküsünde devlet, “Allahtan başka ilah yoktur” ilkesi ile teşkilatlanması demektir.
Sonuçta devlet kuran ayetlerine göre yönetilecektir. Demek istiyor. (317)
Cia +Mit elele; yeni bir ülkücüluk yaratılıyor.
SEYİT AHMET ARVASİ birden bire ortaya çıkarılıyor.
Türkiye kan gölünde iken. Günde onlarca kişi, bilimciler, eğitimciler, bakanlar, başbakanlar vurularak öldürüldüğü bir ortamda Seyit Ahmet Arvasi, ülkücüleri CİHAD’a çağırdı. Böylece ülkücüleri milliyetçilikten, Alperenliğe, şeriat için kavgaya soktu. Kısacası Seyit Ahmet Arvasi, ülkücülügün kanına girdi. Sonraki yıllarda “nizami alemciler” diye bölünmesine, gençlerin tarikatlara koşmalarına yol açmıştır.
Türk-islam Ülkücüsü, galiba insanca yaşamak demek, böyle bir savaşın icinde bulunmak demektir. “sahabi”nin ve “ecdadımızın” Cihada düşkünlüğü buradan geliyordu. (Türk İslam Ülküsü, 323)
Bundan başka ne desin, SERİATÇI olduğunu gösterebilmek için?
“Hakkı hakim kılmak” şeriatı getirmek diyor. Bundanda ileri giderek, şeriatta dış ile iç işlerine kimin bakacağını bile belirtiyor. İslamda milli hakimiyetin yollarını anlatıyor. “riyaset-i Amme
ti umur-i din ve dünya” Veliyül emir, emurul mümin adları verilmiştir. Artık açıkça islam devlet sistemini anlatmıştır. (Türk İslam Ülküsü, 324-325)
Seyit Ahmet Arvasi Türkiye’de şeriatı kurmuş kimse bilmiyor. İşçi, köylü, işveren, yöneticilerin islamda yerleri ne olacaktır onu anlatmış. (Türk İslam Ülküsü, 353)
Türk İslam Ülkücüsü, O cehaleti yenmek kadar, bu sömürge aydınlarını da bertaraf etmekle görevlidir.
Bun ne demektir? Ey ülkücü silaha sarıl.
Bunları okuyan okuyucularımız, simdi Ugur Mumcu, Servet Tanilli, Hablemitoglu, ile Danıstay saldırısında Mustafa Yücel Özbilgin’in neden öldürüldüklerini anlayabiliyor mu?
Türban kararını veren Danıştay’a silahlı baskın
Yargıya Türk-İslam sentezci saldırı oluyordu.
Artık, Seyit Ahmet Arvasi’nin ektigi tohumlar yeşermişti.
Oun arkasında bıraktığı dönmelerden biriside Gazi Karabulut’tur. Dernek dernek dolaşıp, konuşmalar yapıyor, üstü örtülü olarakta şeriatçılığı ülkücülere işliyor.
Arkası yarın eklenecektir.