Ülkü Ocağı, kuruluşundan kısa bir süre sonra CİA'nın gözetimine girmişti. Ülkü Ocakları kendilerini azınlık olarak gören, Ermeni, Çerkez, Kürt kesiminin eline geçti. Biz bütün olup bitenleri burada anlatarak ulusumuzu aydınlatıyoruz.
Eski İçişleri Bakanı, Fethullah Gülen’in MHP içindeki köstebeği, Meral Akşener, Ergenekon ve Balyoz soruşturmasında yeniden yargılama tartışmalarına karşı çıktı.
Çünkü Türk subaylarına tuzak kurulmasında kendisininde büyük emekleri var. O günlerde, cia görevlileri ile sık sık görüşerek, Fethullah Gülen yapılanmasının subayları çökertmesine ön ayak olan Meral Akşener’i bu günlerde derin bir korku salmış durumda.
Akşener, “Ergenekon, Balyoz soruşturması başladığında şevkle alkışlayanların, bugün söyledikleri ‘pardon’ sözü, herkes için ibret vesikasıdır.” dedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yeşil ışık yaktığı Ergenekon ve Balyoz sanıklarının yeniden yargılanması konusunda Meclis’te hazırlıklar sürüyor. Buna göre Başbakan’ın talimatıyla Adalet Bakanlığı ve Türikiye Barolar Birliği ortak bir çalışma yapacak. CHP’nin ise sanıkların yeniden yargılanmasına imkan sağlayacak kanun teklifini bugün TBMM’ye sunması bekleniyor.
Kendisinin TBMM Başkanvekili olmasını da kötüye kullanarak Zaman gazetesine acıklamalar yapan Meral Akşener, sözde konuyu (twitter) değerlendirdi. Hükümeti üzerinden Türk subaylarına yeniden yargılanma yolunun kapalı kalmasını istemektedir.
Akşener, “Ergenekon, Balyoz soruşturması başladığında şevkle alkışlayanların, bugün söyledikleri ‘pardon’ herkes için ibret vesikasıdır. Fethullah Gülen’in yargıdakı köstebeklerini böyle savunuyor.
“Zamanın ruhuna göre tutum alanlar, ülkemizde yargının taraflı olduğunu keşfettiler. Muktedir fikir değiştirirse, ne yapacakları merak konusu. Yargı tartışmaları için önerim, kanuna ‘BB’nın istediği kişiler yargılanamaz, soruşturulamaz’ maddesi eklensin. Tüm problemler çözülsün.” dedi.
Olayın Fethullah Gülen yapılanmasını savunmak olduğunun üstünü örtebilmek için bir iki sözde yolsuzluklar üzerine etti. Meral Akşener’in 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk soruşturması konusunda bunları söyledi: “Bu arada yolsuzluk soruşturmasının akıbeti, ayakkabı kutusundan çıkan paralar ne oldu? Yargı tartışmasının tarafları ‘cambaza’ baktırıyorlar.
Başbakan, Ergenekon soruşturmasının savcısı olduğunu söylemişti. 17 Aralık sonrası aynı mahkemenin avukatı oldu. Başbakan hangi sanıkları savunacak? Yalçın Akdoğan, ‘milli ordumuza kumpas kurdular’ diyor. Başbakan, ‘muhalefet katılmasa da bu meseleyi çözeceğiz’ Avukat işbaşında. Rastgele.” dedi.
İyide düyün değil, bayram değil, sana ne oluyor ey kadın?
Ülkücüler, yazılandan anlayamayacağına göre biz konuyu sorulu-yanıtlı yapalımda tam anlaşılsın.
Bu gördüğünüz kişiler neden çok mutluydular ?
Çünkü Asya Finans açılacaktı. Asya inans aracılığı ile Türkiye’de belli kesimlere akçalar aktarılacak, islamcı diriliş sağlanacaktı. Anadolu Aslanları adı altında işadamları yaratılacak, onlar adına islamlaşmaya akça aktarılacaktı.
Bu banka o günden bügüne gizli olan Fethullah Gülen örgütüne işlemektedir.
Bu banka niçin o günlerde Türkiye’de açıldı?
Çünkü Türkiye’de büyük bir devrim yapılacacaktı. Bu devrim, bu kere sivillere bırakılacaktı. Bu sivil devrim de tarikat-tekkelerin öncülügünde olacaktı. (1997 yılında cia+AB bilgi toplama kuruluşları+tarikat-tekkelerin anlaşmaları olmuştu)
Bu gördünüz kişiler yolları başka olsada (Gülen-Milli
Görüş-DYP) neden bir araya gelmişler di?
Çünkü, CIA bunlara birleşin dedi. Üstelik ortada dönen deli-deli akçalar vardı. Üstelik, Çiller açıkça ABD yuttaşıdır. Gülen CIA’ya geçmiş, diplomat olmuştu. Gül’ün de ABD ile çok derin ilişkileri vardı. Üstelik Batı’lılarda onu çok seviyorlardı.
Erdoğan, o içinde bulunduğu Allah için imanla yükselebilmek duygusu ile bu Gülen, Çiller, Gül çetesinin içine girmişi. Verilecek yüksek görevleri almayı uluslar arası güçlerle birlikte, islamcı söylemler arasında Türkiye’yi değiştirmeyi, Ortadoğu’dakı değişiklere eş başkanlık etmeyi, Türkiye’yi Doğusu’ndan bölmeyi onaylamıştı.
Öyle mi? Öyle.
Bu olaylarda DYP ne yaptı ?
DYP, seçimlere girmedi AKP oylarını bölmedi, Çiller bilerek kıyıya çekildi. Meral Aksener’de MHP içine köstebek olarak sokuldu.
Bu çete olmasa idi. Meral Aksener, o günlerde ABD için Gülen’i kaçıramayacaktı. Türk Ordusu içinden dağıtılamayacaktı.
Bu gördüğümüz kişiler önemli kişiler mi?
Eee, Erdoğan 11 yıl Başbakan yapıldı. Gül Cumhurbaşkanı, Gülen uluslararası gücü olan örgütün başına getirildiler. Çiller, Çiller’in Türkiye’dede ABD’ dede mal varlığı olağanüstüdür.
Bu kişileri birleştiren yalnızca akça kokusu mudur?
Yok, bak;
GülErmeni, Fethullah GülenErmeni, Erdoğan’ın bir yanı Gürcü bir başka yanı ?, Çiller’de dönme bir torunudur.
AKP ile Fethullah Gülen örgütü arasındakı kavga gün geçtikçe derinleşmektedir.
Türkiye doğrusu bu kavgayı beklemiyordu. Ancak, yandaşların birbirinden beklentileri geçen 10 yılda bir türlü gerçekleşmeyince, yandaşlar birbirlerini, karşı yakaya tuzak kurmakla suçlamaya başladılar. Bu gün iki yaka anlaşmış gibi bir ortam yarattı. Ancak bu yıkımı azaltabilmek için bir dinlenme aralığıdır. Çuvallarda bekleyen belgelerin ortalığa yayılması geciktirilmek isteniyor. Sürekli bir barış artık olanaksız durumdadır.
Çünkü, AKP Gülen’in gerek Cumhurbaşkanlığı, yerel ile genel seçimlerinde yan çizeceğini bilmektedir. Bunun yanısırada, anlaşmak gerekirse Gülen’in beklentisi çok yükseklerdedir.
Amerika’dakı sığınmacı Fethullah Gülen’in kırmızı çizgileri:
Emekli, sığınmacı Fethullah Gülen, ya Cumhurbaşkanlığına Gül oturacak, yada başbakan o olacak demektedir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın kırmızı çizgileri:
Recep Tayyip Erdoğan, kendisi Cumhurbaskanı olmak, başbakanlığada kendine bağlı birisini koymak istemektedir.
MİT’in (Fidan) kırmızı çizgileri:
MİT, Fethullah gülenciler’in ABD ile Batı devletlerine bilgi aktardıklarını belgeliyor.
Ayrıca MİT’teki Fethullahçılar, gizli belgeleri yıllardır Gülen’in gizli sandığına yolluyorlar. Buda yine MİT’in bilgisi doğrultusunda, başbakan ile bakanlara duyurulan gelişmelerden.
Bundan da önemlisi iki yakada birbirlerini fişlemekteler, (film, fotograf, yazılı belge) olarak.
“Dersane/ters-hane” gerçek tartışma konusu değildir.
“Dersaneler” gülen için akça yönü ile önemli değildir. Yalnızca “Micro Soft” kuruluşunun bir yıllığına 30 milyar verdiğini düşünün… Ancak oralar (dersane) aracılığı ile tarikat örgüte “militan” kazanmaktadır.
Bakalım, bundan sonra gizliye dönüştürülen çatışmada kim kazanak?
Bir gerçek var, oda bu: İki yakanın elindede bakanlarla bile ilgili belden aşağı vuracak belgeler var, ayrıca iki yakanın elinde karşısındakını “vatan haini” yapacak belgelerde var.
Bu arada gerek AKP, gerekse Gülen örgütü, ülkücüler ile ilgili çalışmalarına, özellikle bölebilme yada yanlarına çekebilme yarışına giriyorlar.
Ülkücüler, oyun kuracak, bilgileri, becerileri, olanakları olmadığından, şimdilik kendilerini koruyabilme durumu gösterebileceklerdir.
Reis: “Taş taş üstünde, baş, baş üstünde kalmayacak.”
Billiyor musunuz, bil miyormusunuz, orasını bilemem. Ancak öyle günler olmuştu, Malatya’da doğmuş, sonrada üniversite okumak için geldiği Istanbul’da bir ülkücü (türk-islam ülkücüsü) olarak, Türkiye’de doğruluğu ile, “cumhuriyet”e saygısı ile bilinen Apdi İpekçi’yi vurmuştu.
O günlerde Aydın Doğan’a yakın olan kimler vardı MHP içinde ?
Mehmet Ali Ağca içerden kaçınca Ankara’da MHP yönetiminden kimlerle görüşmüştü?
Muhsin Yazıcıoğlu, onunla İran’a gidişine deyin neden ilgilendi?
Namık Kemal Zeybek’in MHP içindeki görevi neydi?
Vurdu, sonrada içerde yatar iken başladı “Ben büyük iş yapacağım. Uluslar arası alanda adı sanı olan Paus Johannes Paulus ll
(Pope 11. John Paul)’u öldüreceğim”, diye sayıklamaya.
Sonra Ağca içerden çıktı, yanına aldığı bilindik kişilerle birlikte Avrupa’ya gitti. Avrupa’da yine bilindik kişilerle birlikte İtalya’ya giderek Papa 2. Jean Paul’u vurdu.
Ancak öldüremedi. Çünkü yanında bulunan kişi, iki nedenle görevini yapmayınca, Ağca, Papa’yı öldüremedi. Üstelik kaçamadıda. Yanında bulunan kişi, elindeki kara “çanta” ile birlikte kaçtı.
Aradan yıllar geçti, bu olayları yapanlar, şimdi neredeler, ne yapıyorlar? Kimlerle işbirliği ediyorlar diye soran olmuyor.
Ancak bizler, sizler için konuyu ele alarak, Türk toplumunu bilgilendirmek istedik.
Abdullah Çatlı, Musa Serdar Çelebi, Muhsin yazıcıoğlu, Ahmet Malkan, Yalçın Özbey, Nihat Akgün, Yaşar Bozkurt, Ali Batman, Namık Kemal Zeybek, Fethullah Gülen, Veli Küçük, Mehmet Eymür, Aydın Doğan, Paul B. Henze (cia’nın Türkiye sorumlusu [1960-1980]) başta olmak üzere bu işin içinde olupta gölgede kalanlarıda ara sıra gündeme taşıyacağız.
Çok kısa süre de bu konunun gizli kalan yönlerini ele alarak Türkiye’de kim kimdir sorusunu aydınlatacağız.
Bizi izleyin, bilgisiz kalmaktan korkun. Bunu edenler bizden, yada bizden değil deme! Bu bizden dediğin bazılarının, uluslararası güçlerin alt basamaklardaki birer maşası olduğunu görün.
Bizi izleyin bilgilenin, en iyi bilgide gerçek ülkücülerde olur.
Meral Akşener, durduk yerde bir MHP milletvekili olarak, birden bire Fethullah gülen yapılanmasına arka çıktı. Çok ilginçtirki, kendisine yakın bir milletvekilide ona benzer bir çıkış yapmıştı. Ancak, Meral Aksener’in arka çıkması bambaşka
idi. Onun amacı yalnızca kapatılacak olan “dersaneler” değil, AKP içindeki-dışındaki Fethullah gülen örgütü yandaşlarının oluşturacakları olası bir oluşumda bir öncü olarak yer alabilmektir.
Çünkü o artık biliyorki, MHP içinde yeri sınırlı kalacaktır.
Bu arada o çok sevdigi “ZAMAN” çalışanına (muhbir) Recep Tayyip Erdogan’ın görüşünü degiştirmeyeceği konusunda gerekli yerlere, gerekli bilgileri verdiğini belirtiyor. Ayrıca birde özel olarak kendisine bakım yaptırarak, fotografını çektiriyor. Buradan anlaşılan “Meral Akşener’in Gülen örgütü ile olağan üstü iliskişi vardır.
Sonra utanmadan MHP’nin oylarını değilde “Fethullah gülen”in oylarının Erdoğan’ın yanında değerinin olmadığını açıklıyor. Buda kendisinin MHP’nin degilde “F-Tipi” yapılanmasının milletvekili olduğunu gösteriyor. Halkın gözünde o artık, MHP’nin kuyruklu yıldızıdır.
Cumhurbaşkanlığı için “dersane”ler kapatılıyor diyor.
Meral Aksener, MHP içinde verimli bir çalışma yapmamış, sürekli olarak F-tipi yapılanma ile gizlice ilgilenmiştir.
Ortalıkta dolaşan bilgilere göre, MHP içinde kendisini destekleyen bazi milletvekillerinin bulunduğudur. Meral Akşener’i böyle atılgan eden başka bir gerekçe de, bu yıl içinde Mekke’ye gittiğinde orada Türkiye’de etken olan bazı güçlerle yaptığı bazı anlaşmalardır. Sonuç olarak, Meral Akşener’e MHP donu dar gelmiştir. O kendisine “ŞALVAR” izlemektedir.
Çok yakında Meral Akşener’in ABD-Şikago’dan aldığı desteği, onun Türkiye’deki sivil devrimi desteklemesi için bakan seçildiğini buradan okuyacaksınız.
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Kontrterör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür A Haber’de yayınlanan programda canlı yayına katıldı. Eymür Gezi olaylarına ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Eymür, ilk başlarda masum başlayan olayların farklı gruplar tarafından kullanıldığını ifade etti. Eymür olaylar sırasında Mossad ajanlarının da görev yaptığını iddia eti. Eymür “Burada yetişmiş İsrail’de askerlik yapmış insanlar ‘Gezi’de görev aldı. Mossad ajanıydılar” diye konuştu.
Önce Mehmet Eymur kimdir? Ona bir bakalım.
– Kendisi, kendisinin ülkücü olduğunu söylemektedir. (atin.org)
– Veli Küçük ile tutuklandığı güne deyin yakından görüşmeleri olan birisidir.
– Bazı eski MHP yöneticileri ile görüşmeleri sürmektedir.
– ABD yurttaşıdır.
– 1996-1997 yılında Batılılar’ın gizlice ortaya koydukları, Türkiye’de 2002 yılında başlatılmış olan sivil devrimin öncülerindendir.
– Türk kökenli değildir.
– Eşi bir yabancıdır.
– MİT içinde Türk kökenlilere karşı düzenli olarak, sinsice karşı olmuş birisidir.
– ABD’nin bazı gizli kuruluşlarına Türkiye ile gizli bilgileri aktarmaktadır.
Bak arkadaş, uyan, uyan, uyan!!!
Taha Akyol’u bilir misin?
Namık Kemal Zeybek’i bilir misin?
Mehmet Pamak’ı bilir misin?
Musa Serdar Celebi’yi bilir misin?
Ali Batman’ı bilir misin?
Seyit ahmet Arvasi’yi bilir misin?
……..
Bunlar sonraki yıllarda neredeler? Kimlere çalışıyorlar, yada çalıştılar?
Bunlar saymakla bitmez…
Bunlar MHP içindeki ABD’nin istanyon şefleri idiler.
Bir dönemde ülkücüleri yönetmek demek, illede kişinin ülkücü olması anlamına gelmez.
Eski ülkücü başkanlar içinde Mehmet Eymürle birlikte MİT’e çalışanlarda var, diskotek çalıştıranda, kumarcıda, imamda var.
Bak, bügün el altından Türkiye ile en iyi işlerini yürüten devletler, ABD ile İsrail’dir ancak bu istihbaratçılar, sanki ABD, İsrail ile Türkiye’nin arasını açık gibi göstererek, halkın gazını alırlar.
Bu son sözlerimi bir düşün!
Mehmet Eymur de halkı şaşırtmak için, “Gezi de İsrail parmağı var” diyor.
Böylece milyonlarca genci sözde suçlu duruma düşürecek.
Ülkü Ocakları’nın temelleri, anlatıldığı üzere Hüseyin Feyzullah (Türkeş)’çe atılmamıştı.
1945 ten sonrası, yurtseverler, Yeni görüşlerini Orhun, Kopuz, Hareket, “şeriat”cilarda Büyük Doğu, Millet, gibi yayınlarla, Türk Gençlik Teşkilatı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği gibi örgütler aracılığıyla kitlelere yaymaya çalışıyorlardı.
27 Mayıs 1960 ortaya çıkan özgürlüklerden yalnızca solcular yararlanmadılar. Türkçüler “milliyetçiler” ile dinciler de yararlandılar. Bütün kesimler, çok çabuk örgütlenmeye başlamışlardı.
1961’de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) ile öncülügünü Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı Anadolu Kulübü kuruldu.
1962’de kurulan Aydınlar Kulübü ile Türkçüler Derneği,
1964’te yerlerini Türkiye Milliyetçiler Derneği’ne bıraktılar.
Türkiye’de sol akımlar, güzel örgütlenmişlerdi. Yaptıkları eylemler ses getiriyordu. Buna karşılık sağ kesim yeterli, göz doldurucu eylemler yapamıyordu. Sağ kesim geçmişte sol kesimin yönetiminde bulunan bir öğrenci derneği olan MTTB’ne ilgisini artırdı. Dernek türkçü kesimin, Mustafa Ok başta olmak üzere, büyük çabaları ile önce sol kesimden kurtarıldı. Sonraki yıllarda, özellikle dernek içindeki sağ kesimden olan azınlıkların, öncelikle Çerkez ile Kürtler’in “şeriat”çılarla işbirlikleri sonucunda, dernek içindeki türkçü, ülkücü yada “milliyetçi” olarak adlandırılan kesimler yönetimden dışlandılar. Buda cia’nin MİT’in eliyle Türkiyedeki “milliyetçi” oluşumu boğmasıydı. (1969)
Bu olaydan sonra başta Komando Mustafa Ok olmak üzere, Nihat Çetinkaya, (Mehmet Kocabaş?), Mustafa Rusen, Oğuz Şaban Duman, Mehmet Kozluçay başta olmak üzere yurtsever kişiler yeni bir gençlik örgütü kurmak için kollarını sıvadılar. Buna Atsız bey’de arka çıkmakta idi.
Ülkücü Gençlik Doğuyor.
Bütün uygulamaların Türk için, Türk’e göre, Türk eliyle yapılmasını isteyen, köklerini, Atilla’ya, Bilge Kağan’a Cengiz Kağan’a dayandıran, Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyet’ten yana ağırlık koyan bir düşünce çizgisinde bir örgütlenmeyi amaç edinmişlerdi.
Bu çalışmalara yüzbaşı Atilla’da arka çıkıyordu. Ancak bu oluşum içinden gözü yumulu biçimde ordu yanlısı bir uygulma yada söylem gelmiyordu.
Böylece başta büyük illerde olmak üzere, üniversitelerde, öğrenci yurtlarında, öğrencilerin buluştukları çayevlerinde bu yolda yapılacak işler anlatılıyor, katılmak isteyen kişilerle buluşma evlerinde görüşmeler yapılıyordu. İkinci adım olarak, katılanların eğitimleri sağlanacaktı. Bunun içinde toplantılar düzenleniyor, eğitim çalışmaları yapılıyordu. Bunun yanısıra sengün (komando) eğitimide başlatılmıştı.
Bu gelişmeler olurken, sengün / sangun (komando) eğitimlerini duyan Hüseyin Feyzullah (türkeş), CKMP içinde yerini genişletirken, türkçü-turancı oluşumdakı gençlerle ilişki kurdu. Onlarla işbirliği edeceğini, kendi partisinde onlara yer vereceğine söz verdi. Böylece ortak çalışmalar başlatıldı. Eğitimlerle Hüseyin Feyzullah’ta (Türkeş) ilgilenmeye başladı.
Kendi partisindende katılımlar oldu. Dündar Taşer’de bu eğitimlerde görev almıştı.
Bu durum 1969 yılına deyin sürdü. Adana kurultayında Hüseyin Feyzullah’ta (Türkeş) verdiği sözleri bozarak, partisinde “şeriatçı” kesime yer verdi. Türkçü-turancı kesimi dışladı. MİT’in oyunlarıyla azınlıkların birleştirildiği Çerkezler ile Kürtler‘in öne çıkartıldığı bir kurultayda yine Türkler dışlanmıştı.
Artık türkçülerin temelini attığı ülkücü kuruluşta yön değişikliği yaşandı. İslamcılık temel alındı. MTTB birliği çizgisine dönüldü.
Günden güne islamcı söylemler artıtıldı. Türklük bir ırkçılık gibi algılanmaya başlandı.
Atatürk’ün resimleri ülkücü derneklerden indirildi. Yerine Osmanlıyı andıran resimler yerleştirildi. Ondan sonrasıda ABD’nin yeşil kuşak uygulaması % 100 uygulandı.
İslamın gölgesinde gelişebilecek bir türklük benimsendi.
komandolar ümmetçiler le dövüştüler, mit ümmetçileri korudu…
Birde bu olayları ülkücü düşünür Necdet Sevinç’ten okuyalım.
MHP Atatürk’le yeniden buluşup, islâmcıları dışlayıp yeniden üniversite hareketi haline gelebilirse tekrar Türk milletinin umudu olacaktır.
Necdet SEVİNÇ
ülkücü harekete en sinsi ve ağır darbeyi kerâmeti kendilerinden menkul olan bazı şeyhlerin mûritleri vurdular. Bir Türk müsün, Müslüman mısın, bir Allah mı Tanrı mı tartışması başladı ki, hâla sürüp gidiyor.
BEKLENEN İTİRAF
Bugünkü 3 Hilâlin parti, hilâlli bozkurtun da gençlik kollarının sembolü olarak kabul edildigi 1969 kurultayı sert tartismalara, hatta salon dışında gençlerin çatışmalarına sebep olmuştu. Bu yara sarılmadan beklenen itiraf zuhur ediverir. Ve hareketin fikir temellerini atan Atsız’la, hareketin siyasi lideri olan Türkeş’in arası açılır. Bu bir bakıma beklenen akıbettir. Çünki fikir taviz vermez!! Siyaset ise taviz esası üzerine kurulmuştur. Atsız da, Türkeş de siyasi hareketle fikir hareketini yanyana yürütemezler. Bu belki de mümkün değildir.
Fikirden taviz vermeyen Atsız’ın sert ve kararlı neşriyatından dolayı MHP Genel İdare Kurulu 1973 yılında Atsızca yayınlanan Ötüken dergisinin okunmasını yasaklar.Oysa 9 Işık bile Atsız’ın Şubat 1962’de Orkun dergisinde yayınlanan Türk milletine çağrısından esinlenerek hazırlanmıştır. Atsız’in 9 maddelik millî kalkınma programı şöyledir:
1. Türkçüyüz
2. Arınmış Türkçeciyiz
3. Yasacıyız
4. Toplumcuyuz
5. Millî gelenekçiyiz
6. Bilinçli demokrasiden yanayız
7. Ahlakçıyız
8. Bilimciyiz
9. Teknikçiyiz
(Orkun Dergisi, Şubat 1962)
Bu arada 1970 Ocak ayında kurulan ve 1971 muhtırasında kapatıldıktan sonra yeniden faaliyete geçirilen MSP ile MHP arasında bir islâmcılık yarışı başlar. Artık MHP bin kere tövbesini bozanın içeri daldığı, Mevlânâ’nın dergâhı gibidir. Farklı davaların temsilcileri arasındaki bu anlamsız yarış MHP’yi kendi kulvarının dışına itmiştir.Bir süre sonra Atsız’ın eksikligi “Milliyetçiliğin kabuk olduğunu iddia edenler” tarafından doldurulur.
Ve bir de bakarlar ki, seçkin kurmay subayların yönettiği bir üniversite hareketi olan MHP hareketi, bir köylü hareketine dönüşüvermiş!!
Bu gerçek görülür de, MHP Atatürk’le yeniden buluşup, islâmcıları dışlayıp yeniden üniversite hareketi haline gelebilirse tekrar Türk milletinin umudu olacaktır.
Necdet Sevinç
Necdet Sevinç bunları yazdı, bundan başka MHP içindeki tarikatçılık, tekkecilik, şeyhlerin yandaşlığı konularını dile getirdi. Bununlada yetinmedi, parti içindeki gizlice büyüyen Türk karşıtlığını ağzına aldı.Yıl 1975 lere gelindiğinde MHP’nin içten çürütüldüğünü dile getirdi. Çünkü Milliyetçi Cephe Hükümetinde yer alan MHP, kendisine verilen bakanlıklarda yenilikler yapamamıştı.Necdet sevinç, bunları yapar yapmaz, onun Ülkü Ocakları’na gelerek konuşmalar yapması, kitaplarının alınması, okunması yasaklandı.
Sonraki yıllarda Necdet Sevinç, yeniden MHP ile yakınlaşmıştır. Ancak Hüseyin Feyzullah onu sürekli olarak göz altında tutup, ona yetki verilmesini önlüyordu.
Ülkücülük, “Nizam-I Alem davası”na dönüştürülüp, ülkücüler, solculara karşı savaşan bir gönüllüler ordusuna dönüştürülmüştü.
Bu nedenlede eski Ülkü Ocakları Başkanları’nın çoğunluğu ile bugün yönetimde bulunan bazı il, ilçe dernek başkanları başımızdakı ihanet hükümetini desteklemektedirler. Üstelikte Allah Allah diyerek AKP’yi destekliyorlar. Çünkü Ülkü Ocakları MTTB gibi yeşil kuşak çizgisine çekilmiş idi. Artık bazı ülkücüler ülkü deyince TEVHİD anlıyorlar. Bunuda anlamak gerekirki, ABD düzgün bir türkçülüğe yol vermezdi.
Çok acı ancak, Komunistlere karşı verilen vuruşmaların sonunda MHP‘nin yönetimine Çerkezler ile Kürtler getirildiler. Çerkezler, kendileri islamcı olmasalarda kendi kimliklerini islam gölgesi altında korumak istemektedirler. Bu nedenlede “Türk İslam Sentezi“, “Türk islam Ülkücülügü” akımlarına kucak açmışlardır.
Türk İslam Sentezi’ni ülkücüler için yazıveren Taha Akyol bir Çerkezdi.
Ülkücülerin Araplaştırılmasında Turan ülküsünün yozlaştırılmasında görev alanlardan biriside Namık Kemal Zeybek’ti. Oda bir Çezkez idi.
Türk İslam Ülküsü’nü ülkücüler için yazıveren Seyit Ahmet Arvasi bir Arap‘dı.
Gelelim MTTB‘ne: 1969’da MHP, Arusi Hüseyin Feyzullah (Türkeş)’in eliyle yeşil kuşak çizgisine çekilirken, yine bu yılda Türkler’in önü MTTB‘dede kesiliyordu.
Burhaneddin Kayhan (Çerkez Beyi),İsmail Kahraman‘dan sonraki 49. dönemde (1969) MTTB‘ye yine MİT‘in oyunlarıyla azınlıkların birleştirildiği bir kurultayda Komando Mustafa’yı (Ok) Kayseri ve İstanbul’da yendi, genel başkan oldu. İslamcı, Çerkez, Kürt işbirliği kurultay’da su yüzüne çıktı. MTTB, artık dış güçlerin Türkiye’de geleceğin işbirlikçilerini yetiştirecekleri bu duruma getirilmişti.
İşbirlikçiler bu kez namazlı abdestli kişilerden oluşacaktı.
Günden güne islamcı söylemler artıtıldı. Türklük bir ırkçılık gibi algılanmaya başlandı.
Atatürk’ün resimleri MTTB derneklerden indirildi. Yerine Osmanlıyı andıran resimler yerleştirildi. Ondan sonrasıda ABD’nin yeşil kuşak uygulaması % 100 uygulandı.
İslamın gölgesinde gelişebilecek bir türklük benimsendi.
Yine bu çizgideki “milli görüş” olaylara sokulmadı. Çünkü geleceğin yönetimi onlara verilecekti. Onların çocuklarınada ABD’de eğitim verilerek, uyumlu duruma getirilmişlerdi.
Böylece MTTB derneği, sonrakı yıllarda kendisini Milli Görüş olarak adlandıracak olan örgütlenmenin ilk yuvası olacaktı. “milli selamet”, milli nizam, Fazilet, ANAP, AKP, DYP, bazı MHP’liler başta olmak üzere Türkiye’yi Amerika’nın kucagına % 100 oturtacak çalışmalar yapan yöneticilerin tümüde buradan yetişmiş olacaktı.
MİT araya giriyor, yurtseverlerin ellerindeki derneği Çerkezler ile Kürt kökenlileri kullanarak, yönetimin “seriatçi” kesimin eline geçmesini sağlıyor.
MTTB, 18 Mart 1965 tarihinde yapılan Genel Kurul’da Genel Başkanlığa Rasim Cinisli seçildi.
Rasim Cinisli ile birlikte bir anlamda yeniden doğuş yaşanmıştır. Bu kuruluş içindeki sol eyilimli kişilerin kuruluş içindeki etkenlikleri azaltılmıştı. Bu dönem; Türkiye’nin sorunlarına el atıldığı bir dönemdir.
Çok acı ancak, Komunistlere karşı verilen vuruşmaların sonunda MTTB yönetimine Çerkezler getirildiler. Çerkezler ise kendileri islamcı olmasalarda kendi kimliklerini islam gölgesi altında korumak istemektedirler.
Rasim Cinisli, bir Çerkez olarak, kendi başkanlık döneminden sonra yönetime gelebilecek, islamcı, milli görüşcüleri korudu. Onlarla işbirliği etti.
Bu kavgasını o AP, DP içindede verdi.
Bunun anlamı ne idi?
Artık MTTB içinde Türk karşıtları islam adı altında birleşmişlerdi.
İsmail Kahraman’la MTTB’nin düşünce çizgisi “şeriat”çı, “mukaddesat”çı yola kaydırıldı.
53. Dönem Genel Başkanı Rüştü Ecevit‘in döneminde göze çarpan çalışma MTTB’nin ambleminin değiştirilmesi olmuştur. Kurulduğu yıldan beri MTTB’yi temsil eden “Bozkurt” resmi, çok büyük alkışlarla kaldırılıp çöpe atıldı. Yerine yine alkışlarla ”kitap” resmi getirilmiştir. Kitap ile kuran anlatılmak istenmiştir.
Bu değişiklik aslında MTTB’ de İslamcıların dört yönüyle ağır bastığının bir kanıtı olmuştu.
1965 –1980 yılları arasında MTTB’nin Genel Başkanları sırası ile; Rasim Cinisli, İsmail Kahraman, Burhaneddin Kayhan, Ömer Öztürk, Raşit Ürper, Abid Özmen, Rüştü Ecevit, Cemalettin Tayla, Kasım Yapıcı, Haşmet Oğuzalp, Vehbi Ecevit‘tir.
12 Eylül 1980 askeri darbesi ile MTTB’nin IV. “cihat”cı ve “mukaddesat”çı dönemi de sona ermiş oldu.
1970’lerde Amerika’nın gizli desteği ile geleceğin yeşil kuşak islamı yayma işini yapacak silahsızMilli Türk Talebe Birliği, Yeniden Milli Mücadele Derneği, Kültür Ocakları, Milli Gençlik Vakfı ile silahlandırılmışÜlkü Ocakları gibi örgütler, Türk-İslam Sentezcisi öğrencilerin bir araya geldikleri çatıları oluşturdu. Bu dönemde Ülkü Ocakları içinde kalarak türkçü-turancı çalışmaları sürdürenler, 1980 yılına deyin türk-islam ülkücüleri ile birlikte uğraşlarını sürdürdüler. Bazı dönemlerde ülkücüler içinde sık sık iç çatışmalar yaşandı. İç savaş kendilerini bozkurt olarak tanımlayanlarla hilalci olarak tanımlayanlar arasında oluyordu.
Gezi Parkı gösterilerine müdahale eden polis yüzlerce kişiyi gözaltına aldı. İstanbul’dakiler Organize Şube’ye, Ankara’dakiler ise Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü
Hükümet Gezi avına çıktı – AA/DHA/Kurultay – 18.06.2013
Sadece İstanbul ve Ankara’da 550 kişi gözaltına alındı. İçişleri Bakanı Güler, Twitter ve Facebook’u kastederek, İzmir’deki gibi sosyal medya operasyonları yapılacağını söyledi
İçişleri Bakanı Muammer Güler, halkı Twitter üzerinden isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle 30’u aşkın gencin İzmir’de gözaltına alınmasına benzer operasyonların süreceğini söyledi. Güler, “Sosyal paylaşım siteleri ile ilgili çalışma var. Halkı tahrik eden, yalan haberlerle toplumsal olaylara yönlendiren, elbette gerek Twitter olsun gerek Facebook olsun ve gerek sosyal medyanın diğer enstrümanlarını kullanarak bunları yönlendirenlerle ilgili çalışmamız var. İlgili operasyonlarımız sürecek” dedi.
Jandarmayı kullanırız
Bakan Güler, olayların bastırılmasında jandarmanın kullanılması ile ilgili olarak da jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğunu ve istenilen yerde kullanabileceğini söyledi.
Kimi tedavi ettiniz…
Gezi Parkı’ndaki revir ve gönüllü sağlık hizmeti sunulmasıyla ilgili doktorlar hakkında soruşturma başlatan Sağlık Bakanlığı, şimdi de özel hastanelerden İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile yaralanan göstericilerin isimlerini istedi.
Özel hastaneler uyarılmış
Bakanlık Gezi Parkı protestoları nedeniyle özel hastanelerin acillerine “hazır bulunun” uyarısında bulundu. Ancak bu uyarının ardından İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile protestolarda yaralanan ve tedavi gören kişilerin isimlerinin tek tek bildirilmesi istendi. İlk iki günde sadece yaralanma nedenleri ve uygulanan tedavinin sonucu hakkında bilgi alan Bakanlık, ikinci günün sonunda bilgilere göstericilerin isimlerinin de eklenmesini istedi.
1 doktor ve 2 hemşire gözaltında
Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Beyazıt İlhan konuyla ilgili şunları söyledi: “Bizim bu bilgileri vermemiz mümkün değil. Bu durum insan haklarına aykırı ve çok tehlikeli. Bu verilerin nerede kullanılacağı belli değil. Ramada Otel’den beyaz önlüklü bazı kişileri gözaltına aldılar. Bu kişilerin önce doktor olduğu söylendi. Sonra hırsız oldukları belirtildi. Karakola gittiğimizde bu kişilerin gerçekten doktor olmadıklarını tesbit ettik. Ramada Otel’e herhangi bir revir kurmadık. Bu kişiler neden beyaz önlük giymişti, bu görüntüleri neden verildi bilmiyoruz. Bu bize çok manidar ve provokatif geldi. Halen bir doktor ve üç hemşire gözaltında. Onların takibini yapıyoruz.”
MİT’in dört kurumla imzaladığı bir protokolle bütün vatandaşların, 5 yaşından itibaren seyahatleri, fotoğrafları, mailleri, mesajları, telefonları ve mal varlıklarıyla izlemeye alındığı öne sürüldü.
Radikal.com.tr – Taraf gazetesinde yayınlanan Mehmet Baransu imzalı habere göre, Türk Hava Yolları’yla uçan vatandaşlar, Milli Eğitim Bakanlığı ’na bağlı kurumlarda okuyan öğrenci ve ailelerinin tüm özel bilgileri, attıkları mailler artık MİT tarafından kayıt altına alınıyor. Habere göre MİT ile Milli Eğitim Bakanlığı, THY, PTT ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arasında imzalanan ‘Çok Gizli’ damgalı protokolle maillerden telefonlara, fotoğraflardan telefon bilgileri ve özel hayata varıncaya kadar tüm bilgiler, “Çok Gizli” damgalı bir protokolle MİT’e aktarılmaya başlandı. Anayasa ’ya ve Türk Ceza Kanunları’na göre böyle bir uygulama suç ancak “Çok Gizli” protokol yine de hayata geçirildi.
Milli Eğitim Bakanlığı sistemindeki tüm özel bilgiler protokol gereği MİT’e aktarılıyor. Aynı skandal olay, “ÇOK GİZLİ” damgasıyla Tapu’da, THY’de, PTT’de de uygulamaya kondu. İşte iddiaların ayrıntıları:
KİMİNLE UÇTUĞUN ARTIK MİT’TE!
MİT, bir yıl önce, vatandaşların kişisel bilgilerine ulaşmak için Türk Hava Yolları ve Milli Eğitim Bakanlığı ile bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeler neticesinde her iki kurumdan da detaylı şahıs bilgilerinin düzenli olarak MİT’e aktarılmasına karar verildi. Konuyla ilgili MİT’te sistem kuruldu. Yapılan mutabakat sonucu, Türk Hava Yolları, yurt içi tüm yolcu ve seyahat bilgilerini, kişinin yanında seyahat ettiği şahısların kim olduğunu, aktarma, yurtiçi bağlantılı tüm yurtdışı yolcu seyahat ve bilgilerini MİT’e vermeye başladı. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileriyle yapılan görüşmelerde ise ilk ve orta dereceli okullar ile özel kolejlerde çalışan idareci, öğretmen ve diğer tüm personelin, okuyan tüm öğrencilerin bilgileri, notları, velilere ait özel ve tüm bilgiler, telefon numaraları, mailler de MİT’e verilmeye başlandı.
TÜM KİŞİSEL BİLGİLER ARŞİVLENİYOR
MİT’in yaptığı bu çalışmayla, THY ile seyahat edenler, postanede işlem yapanlar, tapuda kayıtları olanlar, Milli Eğitim’e bağlı kurumlarda okuyan öğrenciler, potansiyel suçlu kabul edilip fişleniyor. Bununla da yetinilmeyip, ailelerin bilgileri, evden velilerin MEB’in internetine girdiği kişisel bilgisayarlara ulaşım, öğrencilerin arkadaşlarının fotoğrafları ve yüzlerce bilgi MİT’in kontrolüne verildi. Bu bilgiler MİT’te toplanıp, arşivlenmeye başlandı. Haberde anlaşmanın şimdilik dört kurumla yapıldığı öğrenili. Banka, kredi kartı, UYAP, SGK, eczane gibi bilgilerin de MİT tarafından elde edilip edilmeyeceği ise henüz bilinmiyor. MİT’in yaptığı bu çalışma, özel hayatın gizliliğine müdahale ve kişisel verilerin şahsın rızası olmadan erişimi anlamına geliyor. Yapılan bu anlaşma ise hem Anayasa’ya hem de TCK’ya göre suç. Bu anlaşmanın tarafları suç işlediklerinin ya farkında değiller ya da bilerek bu suçu işliyorlar.
GİZLİ PROTOKOL ANAYASA’YA AYKIRI
Anayasa’nın 23’üncü maddesi yerleşme ve seyahat hürriyetini düzenliyor. Bu maddeye göre; “Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek, kamu mallarını korumak, seyahat hürriyeti ise suç soruşturma veya kovuşturulması sebebiyle, genel sağlığı korumak yahut suç işlenmesini önlemek amacıyla sınırlanabilir.” Anayasa’da bu madde açıkken, MİT ve ilgili kurumlar tüm vatandaşları potansiyel suçlu kabul edip kişisel verileri arşivleyip paylaşıyorlar. Üstelik mahkeme kararı olmadan.
TCK’YA GÖRE SUÇ
TCK’nın 134’üncü maddesi de özel hayatın gizliliğini düzenliyor. Maddeye göre; “Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde ise verilecek ceza bir katı artırılır.” Ayrıca yasaya göre, “Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.” 135. madde kişisel verilerin kaydedilmesini düzenliyor: “Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.”
VEREN DE SUÇLU
136. madde ise hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme hususunu düzenler: “Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Anayasa ve TCK’da yer alan hükümler bu kadar açıkken, MİT’in mahkeme kararı olmadan kişilerin bilgilerine ulaşması, kamu kurumlarından bilgilerin aktarılmasını talep etmesi ilgili kurumlarda tepkilere neden olmuş durumda.
MİT ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan “Çok Gizli” damgalı protokol, 6 Eylül 2012 tarihinde imzalanmış. Milli Eğitim Bakanı adına Bilgi İşlem Grup Başkanı Volkan Akçay protokole imza koymuş. MİT Müsteşarı adına ise Başkan Yardımcısı Abdurrahman Bulur imza koyan kişi. Protokol “Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tutulan bilgilerin elektronik ortamda MİT Müsteşarlığı ile paylaşılmasına ilişkin usul ve esaslar hakkında protokol” başlığını taşıyor. Üç sayfadan oluşan protokolün sayı numarası 11.041.05.051/552
SKANDAL PROTOKOL
Aktarılacak Verinin İçeriği
Madde (7)
(1) Bu protokol kapsamında Müsteşarlığın kullanımına sunulacak olan verinin içeriği aşağıda belirlenmiştir:
a) Bakanlık tarafından yapılan sınavlara ait ad ve tarih bilgileri ile bu sınavlara başvuru yapan tüm adayların kimlik numarası, adı-soyadı, sınav yeri ve adres bilgileri ile mevcut olması halinde fotoğraf kayıtları ve iletişim bilgileri (telefon numaraları, e-posta adresleri gibi).
b) MEBBİS veri sisteminde bulunan tüm Bakanlık personelinin kimlik numarası, ad-soyad, telefon ve e-posta gibi iletişim bilgileri, görev yerine ilişkin il/ilçe adres bilgileri ve fotoğraf kayıtları.
c) E-Okul sisteminde bulunan tüm öğrencilerin, kimlik numarası, adı soyadı, telefon, e-posta gibi iletişim bilgileri, öğrenim gördüğü okul ve sınıfı, fotoğrafı, ana-baba ya da veli adı ile bunlara ait telefon numarası gibi iletişim bilgileri, öğrencinin adres bilgisinin yanı sıra, öğrenim görülen sınıftaki yılsonu başarı puanı, ödül ve ceza kayıtları ile varsa aldığı belgeler ve toplam devamsızlık süreleri.
d) MEB’e bağlı olarak hizmet veren eğitim, kurs, rehabilitasyon merkezi vb. yerlere ait bilgiler.
e) MEB tarafından yurtdışına gönderilen öğrencilere ait, kimlik numarası, ad-soyad, gidilen ülke, gidişdönüş tarihi bilgileri ile telefon, e posta vb. iletişim bilgileri, ayrıca, ana-baba adı, irtibat kanalları ile varsa fotoğraf kayıtları.
f) Rehberlik ve Araştırma Merkezi (RAM) öğrencilerine ait kimlik numarası, ad-soyad telefon e-posta gibi iletişim bilgileri ile fotoğraf kayıtlan vb. tüm bilgiler.
g) Yaygın Eğitim kapsamındaki öğrencilere ait bilgiler.
(2) Yukarıda yer almakla birlikte protokolün imza tarihi itibariyle Bakanlık veri tabanına henüz dâhil edilmemiş olan veriler (örn. bu maddenin e, f ve g bentleri), Bakanlık veri tabanına dâhil edilir edilmez gecikmesizin Müsteşarlığın kullanımına sunulacaktır.
Veri tabanına bu şekilde sonradan d?hil edilen veri türünün Müsteşarlık kullanımına sunulması yöndeki çalışmalar, Bakanlık tarafından yürütülecek olup, ihtiyaç duyulduğunda Müsteşarlıktan da teknik destek alınabilecektir.
(3) Güncel ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda, Bakanlık veri tabanına protokolde belirtilmeyen yeni bir veri türünün eklenmesi veyahut bu protokol kapsamında olmayan yeni bir veriye Müsteşarlıkça ihtiyaç duyulması halinde, Müsteşarlığa aktarılacak verinin içeriği değiştirilebilir/genişletilebilir.
(4) Yukarıda belirtilenlerin dışında Müsteşarlıkça talep edilecek bir verinin, 2937 sayılı Kanunun 6’ncı maddesi kapsamında Bakanlıkça karşılanma yükümlülüğü devam etmektedir.
Veri Aktarım Süresi, Değişiklik, İlave
Madde 8
(1) Bu protokol kapsamındaki veri iletim yönteminin web servis olarak sürekli ve kesintisiz olarak Müsteşarlığa aktarılması esastır.
(2) Güncel ve teknolojik gelişmeler sebebiyle ihtiyaç duyulması halinde işbu protokolün amacına uygun olmak kaydıyla, değişiklikler yapılabilir, ek hükümler eklenebilir.
Yürürlük
Madde 9 (dokuz) maddeden ibaret olan işbu protokol, 06/09/2012 tarihinde iki asıl nüsha olarak taraflarca imzalandığı tarihte yürürlüğe girecek olup, taraflarca feshedilmediği sürece yürürlükte kalacaktır. TC. Milli Eğitim Bakanlığı. Volkan AKÇAY Bakan a. Bilgi İşlem Grup Başkanı. T.C.Başbakanlık MİT Müsteşarlığı Abdurrahman Bulur. Müsteşar a. Başkan Yardımcısı.”
7’DEN 70’E FİŞLEME
MİT Müsteşarlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan “Çok Gizli” damgalı protokole göre eğitim camiası fişlenmeye başlandı. Tüm öğrenci ve velilerin mailleri, telefon numaraları, özel bilgileri, fotoğrafları, notları ve yüzlerce özel bilgisi MİT’e aktarılıyor. Bu protokol Anayasa ve TCK’ya göre suç. Bu hukuksuzluk “Çok Gizli” damgasıyla gizlenmiş.
Fethullah Gülen’in kapıkulu olan bir eskimiş ülkücünün YEŞİL KUŞAK özlemi…
Ülkücü idi, şeriatçi oldu. F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI
İrfan Sönmez, Türkiye’de azınlık duygusuyla yaşayan yurttaşlarımızdan birisidir. Türklüğüne inanmadığı için azınlıklar kesimine Allah rızası için destek veren birisidir.
1959 Elazığ doğumludur. İlk, orta lise eğitimini Elazığ’da yaptı.1976 yılında Manisa Spor Akademisini kazandı. 3. sınıfa deyin okudu. Aynı yıllarda Manisa’da gençlik öncülğü (olabilirki ülkücü olsun) yaptı. Doğru ise Manisa Ülkü Ocağı Başkanlığı yaptı. (dedikleri doğru ise)
Daha sonra bazı eylemlere/öğrenci olaylarına katımaktan ötürü okulu bıraktı. 1980 yılında Elazığ Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü’ne girdi.
12 Eylül darbesinde tutuklandı. 78 gün Elazığ, Konya ve Manisa’da işkence gördü. (ancak elinde doğrulayan bir belgeside yok). 10,5 yıl hapis yattı. Ancak o olaylara karışmamıştı. O günkü yöneticiler, kendisini camide namaz kılarken yakalayıp götürmüşlerdi. Yazık namaz kıldı diye 15 yıl içerde yattı.
Tahliye olduktan sonra Hukuk Fakültesini bitirdi.2 dönem Boks Federasyonu Hukuk Kurulu’nda görev yaptı.
2000 yılından beri serbest avukatlık yapıyor.
Ancak şimdi ülkücülüğü dinsizlik gibi algıladığı için geçmişteki ülkücülüğünü öne çıkarmak istemiyor. (Ne ilginçse BBP+AKP+Hizbullah+Fethullah Gülenciler, Milli Görüş, ülkücüleri sürekli dinsiz görürler. Çünkü ülkücüleri şeriata çekmenin tek yolu budur diyorlar)
Kendisinin önderi olan yine ülkücülükten dönme Mehmet Pamak’a uyarak, ülkücülük günlerini boşa geçmiş, kafirlik günleri olarak görmektedir.
Bununla birlikte 1993 yılından 2007 yılına kadar Büyük Birlik Partisi Genel Merkez Yönetimi Kurulunda bulundu. Çünkü BBP, Milli Görüş, F-tipi yapılanma ile birlikte yeşil kuşak oluşumuna ayak uydurabilmişti. Bütün BBP (nizam-i alem, alperenler) dernek ile camilerinde Fethullah Gülen’in adına yazılmış olan Amerikancı islamın anlatıldığı kitaplar bedava dağıtılmaktaydı. Öyle ya, islamcılar islamı kurtaramamışsa, ABD kurtarabilirdi. AKP+BBP+ Fethullah Gülen’de ABD ye en yakın duran kuruluşlardı. İrfan Sönmez’de silkinerek kendine gelmiş, Allah Yolunun yolcusu olarak doğru yolu bulmuştu. Kurtuluş yeşilkuşak oluşumundan geçmekteydi. Ülkücülük, Fethullah Gülen örgütü gibi devşirilmeliydi.
2007 yılından sonra yazıları,televizyon ve radyo programları ile AKP’nin ayakta dik durabilmesi için MHP’nin karşısına çıktı, gece gündüz MHP’nin şeriattan döndüğünü anlatarak sözde MHP’nin oylarını azaltarak, AKP’ye katkıda bulunacak çalışmalarda bulundu ve bulunmayı sürdürüyor.
Aynı zamanda 12 EYLÜL referandumunda bağımsız ülkücüleri örgütlüyerek AKP için referanduma destek çalışmalarına katıldı. Bu amaçla da bir çok televizyon ve radyo programlarına katılarak, eski arkadaşlarının kuyusunu kazdı.
Hala zaman zaman Elazığ’daki mahalli radyo ve televizyonlarda, ulusal televizyonlarda programlara katılıyor. Dört internet sitesinde ve Elazığ’ın mahalli gazetelerinde yazıları yayımlanmaktadır. Yazıları ile bir yandan Amerika’da (1999’dan beri Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen’in Pennsylvania eyaletindeki Pocono Dağı eteklerinde yer alan çiftliği görüntülendi.) bulunan Fethullah Gülen Hocaefendiye, bir yandanda Türkiye’de yumuşak, tarikat-tekke, cumhuriyet karşıtı islamcı örgütlenmeyi oluşturmaya çalışan kuruluşlara destek vermeye çalışmaktadır.
Kendi sesinide en çok “hizbullah” destekçisi olan yine bir ucundan ABD’ye bağlı olan Vakit ‘Akit”, “Yeni Akit” aracılığıile duyurmaktadır.
Bu arada bir dönemde Türkiye’de kamuoyunu karıştırabılmiş olan, Merve Kavakçı İslam ile hacı-bacı olmuş durumdadır.
Geçmişte birlikte olduğu arkadaslarını şimdi kafir görerek, Abdurrahman Dilipak, Ali Karahasanogu, Merve Kavakçılar’ın arkasına düştü. Ne acı değil mi? Gelsin de en sonunda MİT ile CIA’nin ortasında yerini alıp, hacı-bacılarla Türklüğe karşı saldırıya geçmesine ne denir?
Ee bir kişinin içindeki türklük duygusu yok edilmişse, cia ile de siyonist ilede işbirliğine girmesinde sakınca kalmaz.
Bunuda anladık ancak gazeteye çıkabilmek, adını yazdırabilmek için yezitlikten öteye geçmesine ne denir?
Sözde 12 eylül’ün yanlışlıklarını anlatmak istiyormuş, sözde ikide bir (İlhami gibi diyor) ülkücü ayarlayabilirmiş. Derken uçuk, başı sonu olmayan Balıkesir’de yaşanmış olan 12 öncesi olaylarını anlatmak istiyormuş. Gazeteye nerede ise yalvarıyor. Subaylara karşı tanıklık etmek istiyormuş.
İlginç değil mi? Kişiye sormazlar mı? Eeey aptal İrfan Sönmez!, sen ülkücüleri ele verecektinde 30-33 yıl neden bekledin?
Uzun sözün kısası, İrfan Sönmez bazı subayların ülkücüleri kullandığını söylemektedir, bunun anlamı nedir?
O günlerde ülkücü kuruluşlarda bir emir-komuta vardı. Buna göre İrfan Sönmez o günlerde ülkücülerin başı olan Türkeş’inde TSK’ce kullanıldığını savcılıklara ihbar ediyor. Yuh lan sana utanmaz. Ülkücüler içinde köstebek olarak yer alıpta “Kanımız aksada zafer islamın” deyerek, cihadı başlatan sizlersiniz. Ülkücüleri önce Hizbullah çizgisine çekip, Türklüğe karşı cihad eden sizlersiniz. Bir sürü Türk kökenli ülkücüyü MİT’e fişleyen sizlersiniz. Şimdide sütten çıkmış ak kaşık gibi savcılık çağırırsa “ülkücülerin TSK’ca kullanıldıkları” konusunda tanık olacağız diyorsunuz.
Sözde Türkeş’in 500 askeri varmış, onlarda İrfan Sönmez’in arkasında duruyorlarmış!!!
Bu durum MİT’in ortaya koyduğu bir oyunun bir parçasıdır.
Çünkü, ülkücüler cia+mit ortaklığıyla içerden vurulacaktı. Bunuda en iyi biçimde dini bütün ülkücülerle gerçekleştirebileceklerdi. Bu denendi.
Çünkü MHP ile ilgili seks videolarını çekende 5 vakit namazlı, üstelikte hacı idi, o videoları internete yükleyenlerde 5 vakit namazlı idiler. İslamci devrimin Türkiye ayagı olmanın heyecanı onları, birlikte yeyip içtikleri arkadaşlarını tuzağa düşürmeye bile itebilmişti.
Mümtazer Türköne, MHP’nin danışmanıydı.(zaman Gazetesi), Vedat Bilgin MHP’nin danışmanıydı (Bugün Gazetesi), İrfan Sönmez, Bir ilde ülkücü bir dernekte başkanmış (Akit Gazetesi) artık suç üstü yakalanmışlardır. Bunların tümüde islamcı çizgide idiler, simdide öyleler. Tümüde islamcı çizgideki başka başka kuruluşlara yerleştirildiler. Buna binlerce örnek verebiliriz.
Öyleki bir Hasan Yeşildağ, İstanbul Anadolu yakasında islamcı olmayan ülkücülere işkence edip dernekten atmıştı. Oda islamcıydı oda AKP’deki yuvasına dönmüştü. Recep Tayyip Erdogan’ın korumalığına tutukevinde başlamıştı.
Bu gün bile MHP’de kalıpta suyu bulandıran, şeriatçılar yok mu? Var. Onlarda gerektiğinde içerde bölücülük edeceklerdir.
Ee şimdi utanmadan yeşil kuşağın nesini savunabilecek siniz?
Bunlar, işin gerçeğinde MHP’ye değil, Türk ulusuna ihanet etmişlerdir.
Bir kişinin bir ülkücü kuruluşta başkan olması onun iyi bir ülkücü olduğunu göstermez. O gecici olarak göreve getirilmiştir. Alişan Satılmış’ta, Lütfü Şeyhsuvaroğlu’da, Recep Öztürk’te, Ahmet Orhan Sar’da, Sedar Çelebi’de geçmişte ülkücü idiler, simdi ise birer Hizb-ul yeşilkuşak oldular. Kimileride çek-senetçi oldular, İrfan Sönmez’de açık itirafçı oldu. Demekki bir dönemde ülkücü olmak demek, ölene deyin öyle kalmak demek deyildir. Onlar şimdi sıradan birer imam (hoca) dırlar.
Halkın gözünde birer miskindirler.
Gölge etmeseler yeter.
F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI
Kendi yazısıdır.
28 Şubat’ın birinci hedefi dini akımların yok edilmesiydi. Bunun için yeni bir tehdit algılaması yapılarak dindarlar birinci sıraya, bölücüler ikinci sıraya, ülkücüler üçüncü sıraya yerleştirildiler.
Sistem giyotin gibi çalışmaya başladı. Nerede dini bir duyarlılık varsa boğmaya, yok edilmeye çalışıldı. Bir çok dini gurup hizmet veremez hale geldi. Takipler, baskılar, tehditler insanları yıldırdı. Sonuçta bu cemaatler ya dağıldı, ya da dağılma noktasına geldiler.
Bunlar içinde en ayakta kalabileni Hoca efendi cemaatiydi. Çünkü cemaatin hem bir stratejisi, hem bir birikimi vardı. Üstelik dini guruplar içinde en eğitimli ve örgütlü olanıydı. Şartlar ve zorlamalar karşısında taktiksel pozisyonlar üretebilecek esnekliğe sahipti. Kendini müdafaa edebilecek medya araçlarına malik olması da başka bir avantajıydı.
28 Şubat’a hazırlıksız yakalanan, darbe sürecini kazasız atlatma becerisi taşımayan bir çok gurup dağılıp gitti. İnsanlar sığınacak, ruhlarını demirleyecekleri manevi limanları kaybettiler. Bir çok insan çaresiz cemaate sığındı. Orada manevi tatmin yolları aradılar. Bu da cemaatin katlanarak büyümesine yol açtı. Muhafazakar siyasete getirilen yasak nasıl, AK partiyi büyüttüyse, aynı süreç benzer nedenlerle cemaati de büyüttü.
Cemaat henüz bir oluş halindeyken en büyük destek ve yakınlığı Ülkücülerden görmüştü. Bir çok şehirde ülkücü/milliyetçi kesimler cemaatin okul, yurt, dersane gibi çalışmalarına destek verdiler. Bu sempati tek taraflı değildi, aynı hissİ karşılık, cemaat mensuplarında da vardı. Ülkücüler cemaati aynı amaç için çalışan kardeş bir hareket olarak gördüler. Biz bir koldan, onlar ve diğerleri başka kollardan büyük Türkiye’yi kuracağız diyorlardı. Doğrusu da buydu.
Ancak, AK parti iktidara geldikten sonra bu algı karşılıklı olarak değişmeye başladı. Ülkücülük siyasetle çok özdeşleşmişti, Cemaat de başka bir siyasete odaklanınca, duygusal kopuş başladı. Aynı iman ikliminde kardeş olanlar siyasetler farklılaşınca rakip oldular. Ülkücüler cemaatin yer, yer aşırılık ölçüsüne varan AK parti taraftarlığını hiçbir zaman hazmedemediler. Bu kadar yakın ve duygudaş oldukları bir hareketin zamanında kendilerine hasım muamelesi yapan –milli görüş- çizgisine kapılanmasını bir kişilik sorunu olarak algıladılar.
Ancak tek sebep bu değildi. Ülkücüler bu farklılaşmayı dini hayatın yayılması ve büyümesi adına tolere edebilirlerdi. Cemaatin kimi yayın organlarında yapılan yayınlar işin tuzu biberi oldu. Bazı yazarlar, Türk milliyetçiliği ve ülkücüleri bütün kötülüklerin anası gibi takdim ettiler. PKK vurdukça onlar da ülkücüleri vurdu. Yapılan yayınlarda ülkücülerin hissiyatı hiç dikkate alınmadı. Sözü güzel söyleme, kırmama, gönül yıkmama gibi her İslami gurupta bulunması gereken duyarlılıklar-ülkücüler-söz konusu olunca unutuldu. İncitici, kırıcı, nobranca bir dil kullanıldı. Neticede Ülkücülerle cemaat arasındaki mesafe her geçen gün açıldı. Buna Milliyetçi siyasetin –darbe davaları-karşısındaki ikircikli tutumu, siyasi rekabeti cemaatle rekabete çeviren yanlış stratejileri de katkıda bulundu.
Aslında cemaat, çağrımız İslam da dirilişedir diyen her ülkücünün hayalini gerçekleştiriyordu. Ahlaklı nesillerin yetişmesi, Türkiye’nin dışarıda doğru tanıtılması, Türkçenin yaygınlaştırılması her ülkücünün hayaliydi. Bir tarafın hayal ettiğini, diğer taraf hayata geçiriyordu. Bu durum hasım olmayı değil, yardımlaşmayı, iş birliği yapmayı gerektirirdi. Ama öyle olmadı. Son açılımda, önü arkası belli olmayan bir sürece bazı cemaat üyeleri ve gazete yazarlarının verdiği kayıtsız şartsız destek, tarafları bir defa daha farklı noktalara savurdu. Üstelik bu desteğe rağmen, cemaat bugün hükümet açısından –öteki olanı- temsil ediyor. Hemen her olumsuzluk haksız, mesnetsiz ithamlarla cemaate mal ediliyor. Öyle ki Öcalan, Karayılan gibi hainler bile bu cemaat-hükümet kutuplaşmasından yararlanmaya çalışıyor.
Ülkücüler, Allah, vatan, millet diyenleri severler. Cemaati de bunun için
sevdiler. Hoca efendi’nin kimi beyanları ağırlarına gitse de, onu azizlerden
bir aziz olarak gördüler.
Zaman gazetesinde mesaisini ülkücüleri aşağılamaya adamış kimi yazarlara rağmen, görmeye de devam edecekler. Ama cemaat de bu kadar siyasallaşmanın sempati alanını daralttığını, aynı inanç ve iman havzasından beslenen kimi gurupları kendinden uzaklaştırıldığını görmelidir.
Bugün 24 Nisan. Ermeni hemşerilerimizin matem günü. 1915’te yaşanan vahşeti acıyla andıkları gün.
Acılarını paylaşmalıyız; “Onlar bizim acımızı paylaşıyorlar mı?” diye sormadan. Herkes kendi insanlığından mesuldür.
Binlerce veya onbinlerce veya yüzbinlerce masum Ermeni’nin hangi sebepten olursa olsun Müslümanlar tarafından hunharca katledilmiş olmasını katiyen mazur göremeyizve içimize sindiremeyiz. Mazur görememeliyiz ve içimize sindirememeliyiz. Yakışmaz, Rahmet Peygamberi’nin ümmetine.
Tarihimizde rezil bir sayfadır bu. Keşke yırtıp atabilsek. Yırtıp atamayız, ama altına şöyle bir şerh düşebiliriz: O akıl almaz zulmü işleyenlerin torunları Ermenilerden özür dileyerek redd-i miras eylediler.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durumda ülkücüler, Devlet Bahçeli’nin öncülüğünde kendilerine göre Türkiye’nin bütünlügü için çırpınmaya başladılar.
Bu durum Türkiye’de yeni bir ülkücülüğünde başlamasına neden olmuştur.
Bu olumlu gelişme, bu günkü yönetime bir korku saldı. MHP, cumhuriyet için dik duruşuyla oy toplamaya başlamıştı.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan için bu yeni bir gelişme idi. AKP’nin günümüzdeki uygulamaları için bir engel olarak görüldü.
Bu bir olaydı. Olay çözülmeliydi. Çözülmesi için MIT araya sokuldu. Artık MHP kıskaca alınmalıydı. Ortaya bir oyun sürüldü. Bu oyuna göre MHP halkın gözünden düşürülecek, önümüzdeki seçimlerde önü tıkanacaktı.
Unutulmamalıkı, son yıllarda il- il, ilçe-ilçe çok ileri gelen MHP yöneticileri kıskaca alınmış, MHP’lilerin AKP karşıtı çalışmalarının önü tıkanmıştı. Neden mi?
Bir sürü MHP il, ilçe, bucak yöneticisinin eşlerinin yada ana-babalarının Nur tarikatı ilişkileri ortadadır. Bu durumda böylesi yöneticiler, sayın Devlet Bahçeli’nin arkasında durabilirler mi? DURAMAZLAR.
Bu durum MIT’in MHP üzerine oynadığı oyuna açık katkı sağlamaktadır.
Ayrıca MHP yurtdışında da böyle bir kıskacın içindedir. Türk Federasyonları Geçmişte Fethullah Gülen’in sesli, görüntülü video kasetlerinin dağıtım yeri idi. Bütün Türk Federasyonlar’ında deste deste tarikatları anlatan, yücelten kitaplar yaygın biçimde bulunmaktadır. Bazı yönetim kurulu üyeleri ile başkanlar bu gün bile açıkca Fethullah Gülen yapılanmasının arkasında durabilmektedirler.
Niçin?
Çünkü MHP, bu oyunu görüp bozabilecek ölçüde örgütlenememiştir.
Söyleyin bakalım, bir tek ülkücü çıkıpta derneklerde olan yanlışı dile getirebiliyor mu? Yok. Çünkü kurt kılığına girmiş koyunlar, tilkiler, köstebekler Türk Federasyonlarında sürüleşmiştir.
Üstelik geçmişte Türk Federasyon içinde tarikatçı, çek-senet, kaçakçılık yapan kesim, Devlet Bahçeli’nin önlemlerine karşılık, kendilerine bağlı kişileri Türk Federasyonlar’ı içinde tutabilmeyi başarmışlardır.
Son aylarda birde MIT’in Türk Federasyonları içinde “DİYALOG” çalışmaları bir engelle karşılaşmamıştır.
Yazık, yazık, yazık, neden birileri MHP ile ülkücü derneklere sızmış olan köstebekleri bilmek yada ortaya çıkarmak istemiyor?
Bu ne demektir?
MIT kaynaklı kişiler, özel olarak, MHP yöneticilerinin yakınları (Bunlar AKP’ye yakınlar) aracılığıyla, diğer MHP’li ileri gelenlerine ;
Bu sözleri söylüyorlardı.
“-Abi bütün işler iyi, ancak halkımız Devlet Bahçeli başkan olduğu sürece bize oy vermeyecektir. Eyer başımıza biraz uyumlu, birazda AKP’ye uyumlu birisi gelirse seçimlerde oyları toplayacağız. Yoksa bu iş Bahçeli ile olmayacak.”
Bu sözler MIT’in ülkücülere “eski ülkücü” geçinenler aracılığıyla sızdırdığı sözlerdir.
Buna birde eskiden MIT’e çalışmaya başlamış, sözde (samimi dava adamları) kılığında olan ülkücü abileride katarsanız. MHP dört yandan kuşatılmış demektir. Gerçekte böyledir, MHP kuşatılmıştır.
MHP birden bire titreyip kendine geliyor. Türkiye bölünüyor diye bağırmaya başlıyor. Ancak…. Yıllardır Devlet Bahçeli’yi sessiz kalmakla suçlayanların kılları bile kıpırdamıyor.
Şimdi burada ilginç olan bir durum var. Bu gelişmeler, gece gündüz Devlet Bahçeli çok sessiz kalıyor diyen “eski ülkücüler” de bir etki yapmadı. Yapmadı çünkü; onların amaçları “Üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekti.”
Görünen odur, MHP devleti elinde tutan AKP’ye boyun eğmeyerek, MIT’çileşmiş “eski ülkücü” lere pabuçta bırakmayarak, çetin bir saldırıya uğrayacaktır.
MHP’ye oynanan oyunda eski MHP’li yeni AKPli dönekler ile il ile ilçelerde değişik görevlerde bulunan ülkücülerin gizli AKP’li yakınlarına büyük görev düşecektir. MIT’in elindeki Sabah, Yeni Akit, Zaman, Radikal, Bugün, Yeni Şafak, Star gazeteleride ülkücülerin korkutulması ile devşirilmesinde etken görev alacaklardır.
Türk Millli Istihbaratı, son yıllarda Türkiye’deki Amerika’nın yapmak istediklerine engel olarak gördükleri MHP’ye yönelik, MHP’nin içini oyma calışmalarını, öncelikle eski MHP’lileri kullanarak gercekleştirmektedir. Bu işi önceleri Zaman Gazetesine yerleştirdiği eski MHP danışmanı Mümtazer Türköne (1) ile başlattı.
Sonra yine MHP’nin uzun süre danışmanlığını yapmış olan Vedat Bilgin’i (2) Bugün’e yerleştirerek,
iki koldan MHP’nin içini boşaltmayı sürdürdü. MHP tabanından islamcılaşmış geniş bir tabanını koparabildilersede, MHP’nin omurgasını kıramadılar. Buda yetmedi bu kez Akit devreye sokuldu. Buradakilerde ucundan- kıyısından ülkücülüğe bulaşmış kişilerdi. Üstelik yalniz MIT’çi değil NATO’nun Ortadoğu için gizli ayaklarıydılar. Gemişte Tanrı Dağları’ında gezerken, MIT’in kanca atması ile Hıra Dağları’na doğru yol alanlardı bunlar. Bu kere MHP’ye vuruşun etkisi derinleştirilecektir. Birden çok yazar, MHP tabanını Yeşil Kuşak için evcilleştirecekler, Son Kale olan MHP’den yeni kopuşları sağlayacaklar. Bunun içinde Abdurrahman Dilipaktan tutun, Mehmet Doğan, Namık Açıkgöz (3)
ile nice köstebekler devreye sokuldular. * Bunların üçüde professör yapılmışlardır.
“KUTLU SAVAŞ DEDİĞİNDE BÖYLE OLUR” diyor MEHMET EYMÜR.
Aşagıya bir örnek olsun diye Namık Açıkgöz’ün bu günkü yazısını ekliyorum.
Namık Açıkgöz kısaca ülkücü tabanı “Allah Yolunda Savaşa çağırmaktadır.”
Ben nerede ise 80 yaşıma geldim. Artık gözlerim iyi görmüyor. Benim yazılarımdakı yanlışlarımı yaşıma bagışlayın ülküdaşlarım.
MIT: YENI AKİT’E VERİLEN GÖREV: MHP TABANINI YÖNETİMİNDEN KOPARMAK.
Prof. Dr. Namık Açıkgöz / Yeni Akit
Süreç MHP’yi değiştirir mi?
19 Nisan 2013 Cuma 23:59
yeniakit@yeniakit.com
Türkiye artık değişiyor. Herkes heybesinden ne varsa gözden geçirecek ve yeni yüzyılın profiline göre çeyiz düzecek.
20. yüzyılın bütün değerlerini modernite ve pozitivizm ideolojisi üretmişti; modernizm ve pozitivizm tüketti. Zaten bunların tabiati budur; hızla üretirler, hızla tüketirler… Ayrıca, 20. yüzyıl, dünyanın alt-üst olduğu bir yüzyıldı ve hızlı değişimde, pek çok sosyo-politik düşünce, demini tutmadan hayata geçirilmişti. Yani sınanırken iflas etmiş sistemlerdi onlar…
Cumhuriyet döneminde, devletin dayattığı “resmi milliyetçilik” de içi boş bir ideoloji olarak, Türkiye’yi bütünleştireceği yerde, halkı tahakküm altına alan bir ideoloji şeklinde hayata geçirilmişti. Bundan, sadece Kürtler mağdur olmamış, Türkler de mağdur olmuştu. Bu yüzden, devletin dayattığı “resmi milliyetçilik” ideolojisine karşı, 1940’larda “sivil milliyetçilik” ortaya çıkmıştı. 3 Mayıs 1944 olayları ve sonrası çeşitli dergiler etrafında gelişen bu zihniyet, 1950’lerde toplumsallaşmaya başlamış, 1960’larda ise topluma mal olmuştur.
MHP, “sivil milliyetçi” zihniyetin politik tezahürü olarak ortaya çıkmış ve 1969’dan itibaren güçlü bir gençlik hareketine dönüşmüştür.
Pek çok toplumsal kaynaktan beslenen “sivil milliyetçilik”, 1970’lerde, “medeniyet milliyetçiliği” ile hacimsel bir genişleme sergilemiştir. Osmanlı vizyonunu, “Türk cihan hakimiyeti mefkuresi” ve “nizam-ı alem ülküsü” şeklinde formülize den “sivil milliyetçilik” bu toprakların bütün değerlerini kucaklayan bir hareket haline gelmişti. “Resmi milliyetçilik”in halkın tarihiyle, diliyle, diniyle, müziğiyle kavga etmesine bir tepki olarak gelişen “sivil medeniyet milliyetçilik”i, ırkçı kodlardan arındıkça, kamu oyunda büyük yankılar uyandırmıştı. 1977’de kazanılan 16 milletvekilliği, bu toplumsal yankının sonucu idi.
Tarihi teferruatı kısa keselim…
12 Eylül 1980 ihtilali, herşeyi karmakarışık ettiği gibi, MHP zihniyetini de bulandırdı. MHP’nin yönetim seviyesindeki zihniyette, “sivil medeniyet milliyetçiliği”nden eser kalmadı.
1999’daki konjonktürel ve arızi başarıyı yeteri kadar değerlendiremeyen MHP, 2002’de sandığa gömüldü. Sonrası malum…
Türkiye’nin topyekun bir değişim sürecini yaşadığı bu günlerde MHP yönetimi, gittikçe “resmi milliyetçilik” anlayışına yanaştı. MHP tabanındaki çağ algısı ve yorumlarının, mevzii ve bireysel kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Şu anda, MHP’de, bir taban-tavan uyuşmazlığı yaşanıyor. Taban değişimi fark ederken, tavan, fikri çaresizlik ile hırçınlaşıyor. Toplumsal değişim çizgisini yakalayamayan üst yönetim, kendisini yalnızca “Kürtlük” konusuna kilitleyerek “toplumsal öncülük” fonksiyonunu kaybederek gerilimden medet umar hale geliyor. Oysa mesele sadece Kürtlük değil, 90 yıldır dayatılan “resmi milliyetçi” zihniyetin, Türklerle de olan kavgasıdır. MHP, laiklik, Kemalizm, “partizan cumhuriyet” ile hesaplaşmadıkça, kendi geleceğini karartacaktır.
Anayasa referandumunda, kendisini % 42’lik dar alana hapsetme hatasına düşen MHP üst yönetimi, tabandan gelen değişim çığlıklarını duymadığı sürece, gittikçe karanlıklaşan bir tünelde yol alacaktır.
***
Süheyla, “Niye yazıyorsun MHP’yi?” deyip duruyor kulağımın dibinde.
Git başımdan Süheyla!… MHP benim eski sevgilimdir. Başına bir iş gelmesine gönlüm razı olmaz. Orada tertemiz insanlar var. Dünya değişerek zenginleşirken, bu zenginlikte onların da renginin olması kötü mü olur?
Ozan Arif Giresun`un Alucra ilçesine bağlı şimdiki adı ile Yükselen eski adı ile Hapu köyünde 10 Haziran 1949`da doğdu. Babası yörenin Muharrem Çavuşun (Muharrem Şirin) oğlu Mehmet Bey, anası Fatma’da, yine komşu köy Demirözü’nden Gençağa Eşkünoğlu`nun kızıdır. İlk, ortaokulu Samsun`da bitirdikten sonra, öğretmen okuluna başladı. 1969-1970 döneminde Perşembe İlköğretim Okulu’nbitirdi. Okul süresi boyunca kışları okuyup yazları çiftçilik yapan bir öğrenci idi.
İlk göreve başladığı okul, ailesinin bulunduğu Samsun`da Karaoyumca köyündeki ilkokuldur. Bir yıllık deneme süresinden sonra, yine Samsun`da Devgeriş köyüne verildi. 1972 yılında yine aynı köyde uygulama (staj) yapmakta olan Süheylâ hanımla evlendi. Devgeriş köyünde beş yılı öğretmenlik, dört yılı ise okul başöğretmeni olmak üzere dokuz yıl görevde bulunmuştur.
Görevi döneminde saz çalmayı öğrendi, türküler söylerdi.
Kendisi ülkücü kesimden dinleyici bulunca, bu kesime yanaştı. Ülkücülerin damarlarına göre şerbet vererek, onları iliklerine deyin kemirebilmiştir. Alparlan Türkeş döneminde gittiği bütün ülkücü derneklerden paralarını alarak onları coştururdu. İşi ala vereye, para kazanmaya döksede, Türkeş’i öven söylemlere ağırlık verdiginden, Türkeş’in desteğini aldı. Gittiği derneklerde genel merkezin görevlisi gibi ülkücülere yol gösteren çıkışlar yapabilirdi.
İslamcı, “şeriatçı” söylemlerle öne çıkmıştır. Kabadayı söylemleri, kabadayı ülkücülerce çok sevildi. O artık sözde müzik diye bağırıp çagırarak kızılca kıyamet sokaklarda çatışan ülkücülere gaz vererek para kazanmayı sevmişti. Artık onun gözü Avrupalar’da idi. Ülkücüler için çalıp söyleyen birisi idi. Türkiye’deki sağ-sol çatışmasının içinde bulunmadı, ancak bulunmuş gibi bu çatışmaları öne çıkararak yurt dışına çıkmak için, 1979 yılında öğretmenlikten ayrılmıştır.
Derken, 12 Eylül 1980 olaylarıyla birlikte, Ozan Arif, çocuğunu eşini, öz yurdu Türkiye`yi geride bırakarak, 24 Eylül 1980 tarihinde Almanya`ya gitti. O günlerde kendisi polisce aranmıyordu. Kaçak gittiği Almanya’da sığınma başvurusu yaptı. Alman Devleti polis yetkililerine “Türkiye’de kişilik yetkileri ile özgürlüğü olmadığını, kendisine “işkence” edildiğini anlatattı.” Alman Devleti, kendisine sığınmacı olarak aylık bağladı.
Ozan Arif, Almanya ile Fransa’da ülkücü derneklerde tanıdığı kişiler aracılığı ile Fransa’da sığınmacılara verilen aylığın tutarını öğrendi. Orada da sığınmacı olabilmek için Paris’e gitti. Paris’te Türk Federasyonu’na (Paris’teki ülkücü dernek) yerleşti. Ülkücüler aracılığı ile Paris’te de sığınmacı olma başvurusu yaptı. Fransa’da ona sığınmacı aylığı bağladı. Bundan sonrakı durağı İsviçre oldu. Oradada kaçak kişi olarak sığınma istedi. Oradada aylığa bağlandı. Yine o günlerde kendisinin Belçika’ya sığınma için başvuracağını açıklıyordu. Gerçektende bir süre sonra oradada aylığa bağlandı. Yıllarca 3-4 yerden sığınmacı (ilticacı) olarak aylık alarak, para biriktirdikten sonra bazı ülkücü dernekleri kendisine bağlamayıda başardı.
Onbir yıllık ayrılıktan, yeterli paraları topladıktan sonra, 5 Kasım 1991`de Türkiye’ye geri döndü. Avrupa’da bulunduğu dönemde, nerede bir müslüman varsa onu gidip bularak, kendisini Türkiye’de aranmakta olan, kaçak ülkücü sanatçı olarak tanıtıp, yardım istemiştir. O dönemde kendisine özellikle Almanya, Fransa ülkücü dernekleri büyük destek olmuş, onun Avrupa topraklarında dolaşmasında, sığınmacı olarak gelen paralarını toplamasında önemli görevler almışlardır.
1997 yılından beri Amerika’da, Cia (Amerikan Gizli Polis Örgütü) korumasında, Amerikan kurumları ile işbirliğiyle yaşayan Fethullah Gülen, son günlerde yeniden Türkiye gündemine düştü.
Neden düştü? Neden bu biçimde düştü?
Çünkü ABD’de ile Türkiye’deki gelişmeler bunu gerektirdi. Bu ne demek?
ABD’nin eski başkanı Bush döneminde kullanıma alınan, yatırımlar yapılan “yumuşak islam” önerisi, bugünkü Amerikan yönetiminden eskisi gibi gerekli olan akça dayanağını alamamaktadır. Bunun yanısıra artık Amerikan damgalı “yumuşak islam” için Fethullah Gülen adı önemini yitirmiştir. Çünkü, kamuoyunda Fethullah Gülen’in geçmişte MİT’e çalışan bir imam, şimdide CIA’ya çalışan bir imam görüntüsü oluşmuştur. Bütün bunların yanısıra 2012 yılı başında Fethullah Gülen adına CIA ile işbirliği eden örgüte verilen akça kaynaklarının, belli bölgelerde cebe indirildiği, bazı bölgelerde çalındığı, bazı bölgelerde amaç dışında kullanıldığı saptanarak soruşturma başlatılmıştı.
Ayrıca yine 2012 yılında Amerikan yetkilileri, Fethullah Gülen örgütü adına ABD’de açılmış olan okullarda akça kaynaklarının iç edilip, ceplere indirildiğini belirleyip, soruşturma başlatmışlardı.
Bütün bunlar olur iken Fethullah Gülen örgütüne ayrılan akçalarda düşme, gerileme yaşanmaya başlanmıştır. Fethullah Gülen örgütünü, yıldız eden özellik akça gücü olunca bu yıldız artık eskisi gibi parlamamaya başlamıştı.
Son aylardada Fethullah gülen’in çiftliginde de bir olaganüstü gelişmeler oldu. O bölgeden sorumlu yetkililer, gülen çiftliğinin bir bölümünü domuzların yayılması için başka köylülere açmıştı. Bölge köylüleri de burada domuz gezdirmeye başladığı bilinmektedir.
Bütün bunlar Fethullah Gülen’i bunaltıda bunalttı…
Büyük ölçülerde akçaları saçarak, yazarlara, çizerlere, imamlara, öğrencilere, uzmanlara, Ermeni, Kürt ökenli demeden solcu-sağcı kuruluş üyelerini, ABD’lere, Afrikalar’a, Asya’ya 15 günlüğüne taşıyan, oralarda yedirip içiren, Fethullah Gülen örgütü bunları ya yapamaz yada artık en az ölçülerde bunu yapar duruma düşürüldü.
Artık Fethullah Gülen, ABD için bir ayak bağı olarak görülmeye başlandı.
Bütün bunlar, Fethullah Gülen’in gönlünü alt üst etti. Onu dengesizliğe itti.
O olayı basın yayın algılayamadı: Fethullah Gülen ne demek istemişti?
Fethullah Gülen: “Ben Amerika’da artık istenmiyorum. Türkiye’ye gelebilmem için siz yasaları değiştirin, tutuklamaları derinleştirin, bende, Humeyninin İran’a indiği gibi Türkiye’ye ineyim.” dedi.
Buna karşılık Erdoğan yönetimi, yasaları değiştirmiyor, tutuklamaları genişletmiyordu.
Bunun üzerine Fethullah Gülen örgütü ileri gelenleri, Fethullah Gülen’in Avrupa’ya yerleşmesini düşündüler. İlk önce Hollanda’ya başvurdular. Hollanda, Fethullah Gülen karşıtlarının Hollanda’da güçlü olduğunu öne sürerek, kapıları kapattı. Ondan sonra Belçika’ya yönelindi. Ancak Belçika’da Fethullah Gülen’e karşı olan kesimin Belçikada etken olduğunu, halk arasında Fethullah Gülen ile ilgili olumsuz bir duygunun var olduğunu, örgütün gizzemli oluşum olduğunu öne sürerek, kapıları kapattı.
Uzun sözün kısası, en sonunda yine Türkiye’de girişim başlatıldı. Türkçe (Yunanca olimpiyat), Türkçesi {yarışma} larını, kutlaması öne çıkarılarak Erdoğan’a bir göz dağı verilmek istendi.
Bütün bunlar olup-biter iken, Fethullah Gülen okullarında Türkçe’nin yasaklandığı ortaya çıktı. Buda Fethullah Gülen’e vurulan bir başka tokat oldu.
Erdoğan’da “Sen uzaktan gazel okuma, gel buraya” dedi.
Ancak siz okuyucularımızın bilmediği bazı gerçekler var. Onun için Fethullah Gülen’e gel diyenler, (Bahçeli ile Erdogan) Fethullah Gülen’e gizlice sopa gösteriyorlar. Çünkü, o sözde geçmişte Türkiye’de MİT’e çalışmış, sonrada CIA’ya geçmiş. Bunun anlamı iki yanlı olarak gizli (istihbarat) lara çalışmış. Başka bir sözle (dublle agent) olmuş. Bununda yasalar içindeki yeri ağırdır.
Fethullah Gülen, bir an önce gelmek istiyor. Ancak Erdogan yönetiminden sağlam bir güvence istiyor. Oda vermiyor. Bu nedenle oda simdilik gelemem diyor. Der, der, der.
Şimdi söz konusu olan, sözde iki yakalı çalışan biri (dublle agent) olunca, iş kördüğüme dönüyor. Bundanda, bu kördügümden en iyi yararlananda Türkiye’deki Erdoğan yönetimi oluyor. Ayrıca MİT’te kendisine göre bayram ediyor.
Bu durumu, pek çok gazeteci bilir, bilirde yazamaz, bizde bu yayınlarımızın kapatılmasını göze alarak yazdık. Gülen “vatana ihanet”ten yargılanmayı bekliyor. Onun içinde bu günkü Türkiye’ye gelemez. ABD’de ölmeyi göze almaktan başka seçeneği yok. (ancak yasal düzenleme işi değiştirebilir.)