MEHMET EYMÜR: cia’nın göz bebeği

MEHMET EYMÜR: cia’nın göz bebeği

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Kontrterör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür A Haber’de yayınlanan programda canlı yayına katıldı. Eymür Gezi olaylarına ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Eymür, ilk başlarda masum başlayan olayların farklı gruplar tarafından kullanıldığını ifade etti. Eymür olaylar sırasında Mossad ajanlarının da görev yaptığını iddia eti. EymürBurada yetişmiş İsrail’de askerlik yapmış insanlar ‘Gezi’de görev aldı. Mossad ajanıydılar” diye konuştu.

Görsel

Önce Mehmet Eymur kimdir? Ona bir bakalım.

–              Kendisi, kendisinin ülkücü olduğunu söylemektedir. (atin.org)

–              Veli Küçük ile tutuklandığı güne deyin yakından görüşmeleri olan birisidir.

–              Bazı eski MHP yöneticileri ile görüşmeleri sürmektedir.

–              ABD yurttaşıdır.

–              1996-1997 yılında Batılılar’ın gizlice ortaya koydukları, Türkiye’de 2002 yılında başlatılmış olan sivil devrimin öncülerindendir.

–              Türk kökenli değildir.

–              Eşi bir yabancıdır.

–              MİT içinde Türk kökenlilere karşı düzenli olarak, sinsice karşı olmuş birisidir.

–              ABD’nin bazı gizli kuruluşlarına Türkiye ile gizli bilgileri aktarmaktadır.

Bak arkadaş, uyan, uyan, uyan!!!

Taha Akyol’u bilir misin?

Namık Kemal Zeybek’i bilir misin?

Mehmet Pamak’ı bilir misin?

Musa Serdar Celebi’yi bilir misin?

Ali Batman’ı bilir misin?

Seyit ahmet Arvasi’yi bilir misin?

……..

Bunlar sonraki yıllarda neredeler? Kimlere çalışıyorlar, yada çalıştılar?

Bunlar saymakla bitmez…

Bunlar MHP içindeki ABD’nin istanyon şefleri idiler.

Bir dönemde ülkücüleri yönetmek demek, illede kişinin ülkücü olması anlamına gelmez.

Eski ülkücü başkanlar içinde Mehmet Eymürle birlikte MİT’e çalışanlarda var, diskotek çalıştıranda, kumarcıda, imamda var.

Bak, bügün el altından Türkiye ile en iyi işlerini yürüten devletler, ABD ile İsrail’dir ancak bu istihbaratçılar, sanki ABD, İsrail ile Türkiye’nin arasını açık gibi göstererek, halkın gazını alırlar.

Bu son sözlerimi bir düşün!

Mehmet Eymur de halkı şaşırtmak için, “Gezi de İsrail parmağı var” diyor.

Böylece milyonlarca genci sözde suçlu duruma düşürecek.

İşte ‘mossad’a hizmet böyle olur.

 

Amaci nedir?

AKP-PKK işbirliğine karşı çıkan gençlik kesiminin önünü almak

 

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ

Osman Yüksel Serdengeçti,  CIA için yaşadi
Osman Yüksel Serdengeçti, CIA için yaşadi

Görsel

Görsel

TÜRKİYE’DE SİVİL AYAKLANMADAN KORKAN MİT, ÇOK GENİŞ TUTUKLAMALAR BAŞLATTI

TÜRKLER’İN ŞERİATLA İMTİHANI

Gözaltılar genişliyor – DHA/AA – 18.06.2013
Gezi Parkı gösterilerine müdahale eden polis yüzlerce kişiyi gözaltına aldı. İstanbul’dakiler Organize Şube’ye, Ankara’dakiler ise Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü 

Görsel

Hükümet Gezi avına çıktı – AA/DHA/Kurultay – 18.06.2013
Sadece İstanbul ve Ankara’da 550 kişi gözaltına alındı. İçişleri Bakanı Güler, Twitter ve Facebook’u kastederek, İzmir’deki gibi sosyal medya operasyonları yapılacağını söyledi 

Erdogan'dan_gezicileri_tutuklayın_buyruğu
Erdogan’dan_gezicileri_tutuklayın_buyruğu

İçişleri Bakanı Muammer Güler, halkı Twitter üzerinden isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle 30’u aşkın gencin İzmir’de gözaltına alınmasına benzer operasyonların süreceğini söyledi. Güler, “Sosyal paylaşım siteleri ile ilgili çalışma var. Halkı tahrik eden, yalan haberlerle toplumsal olaylara yönlendiren, elbette gerek Twitter olsun gerek Facebook olsun ve gerek sosyal medyanın diğer enstrümanlarını kullanarak bunları yönlendirenlerle ilgili çalışmamız var. İlgili operasyonlarımız sürecek” dedi.

Jandarmayı kullanırız

Bakan Güler, olayların bastırılmasında jandarmanın kullanılması ile ilgili olarak da jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğunu ve istenilen yerde kullanabileceğini söyledi.

Kimi tedavi ettiniz…

Gezi Parkı’ndaki revir ve gönüllü sağlık hizmeti sunulmasıyla ilgili doktorlar hakkında soruşturma başlatan Sağlık Bakanlığı, şimdi de özel hastanelerden İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile yaralanan göstericilerin isimlerini istedi.

Özel hastaneler uyarılmış

Bakanlık Gezi Parkı protestoları nedeniyle özel hastanelerin acillerine “hazır bulunun” uyarısında bulundu. Ancak bu uyarının ardından İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile protestolarda yaralanan ve tedavi gören kişilerin isimlerinin tek tek bildirilmesi istendi. İlk iki günde sadece yaralanma nedenleri ve uygulanan tedavinin sonucu hakkında bilgi alan Bakanlık, ikinci günün sonunda bilgilere göstericilerin isimlerinin de eklenmesini istedi.

1 doktor ve 2 hemşire gözaltında

Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Beyazıt İlhan konuyla ilgili şunları söyledi: “Bizim bu bilgileri vermemiz mümkün değil. Bu durum insan haklarına aykırı ve çok tehlikeli. Bu verilerin nerede kullanılacağı belli değil. Ramada Otel’den beyaz önlüklü bazı kişileri gözaltına aldılar. Bu kişilerin önce doktor olduğu söylendi. Sonra hırsız oldukları belirtildi. Karakola gittiğimizde bu kişilerin gerçekten doktor olmadıklarını tesbit ettik. Ramada Otel’e herhangi bir revir kurmadık. Bu kişiler neden beyaz önlük giymişti, bu görüntüleri neden verildi bilmiyoruz. Bu bize çok manidar ve provokatif geldi. Halen bir doktor ve üç hemşire gözaltında. Onların takibini yapıyoruz.”

mit nereye ?

MİT ‘bizi’ fişlemeye başlamış!

MİT’in dört kurumla imzaladığı bir protokolle bütün vatandaşların, 5 yaşından itibaren seyahatleri, fotoğrafları, mailleri, mesajları, telefonları ve mal varlıklarıyla izlemeye alındığı öne sürüldü.
MİT 'hayatı' fişlemeye başlamış!

Radikal.com.tr – Taraf gazetesinde yayınlanan Mehmet Baransu imzalı habere göre, Türk Hava Yolları’yla uçan vatandaşlar, Milli Eğitim Bakanlığı ’na bağlı kurumlarda okuyan öğrenci ve ailelerinin tüm özel bilgileri, attıkları mailler artık MİT tarafından kayıt altına alınıyor. Habere göre MİT ile Milli Eğitim Bakanlığı, THY, PTT ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arasında imzalanan ‘Çok Gizli’ damgalı protokolle maillerden telefonlara, fotoğraflardan telefon bilgileri ve özel hayata varıncaya kadar tüm bilgiler, “Çok Gizli” damgalı bir protokolle MİT’e aktarılmaya başlandı. Anayasa ’ya ve Türk Ceza Kanunları’na göre böyle bir uygulama suç ancak “Çok Gizli” protokol yine de hayata geçirildi.
Milli Eğitim Bakanlığı sistemindeki tüm özel bilgiler protokol gereği MİT’e aktarılıyor. Aynı skandal olay, “ÇOK GİZLİ” damgasıyla Tapu’da, THY’de, PTT’de de uygulamaya kondu. İşte iddiaların ayrıntıları:

KİMİNLE UÇTUĞUN ARTIK MİT’TE!
MİT, bir yıl önce, vatandaşların kişisel bilgilerine ulaşmak için Türk Hava Yolları ve Milli Eğitim Bakanlığı ile bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeler neticesinde her iki kurumdan da detaylı şahıs bilgilerinin düzenli olarak MİT’e aktarılmasına karar verildi. Konuyla ilgili MİT’te sistem kuruldu. Yapılan mutabakat sonucu, Türk Hava Yolları, yurt içi tüm yolcu ve seyahat bilgilerini, kişinin yanında seyahat ettiği şahısların kim olduğunu, aktarma, yurtiçi bağlantılı tüm yurtdışı yolcu seyahat ve bilgilerini MİT’e vermeye başladı. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileriyle yapılan görüşmelerde ise ilk ve orta dereceli okullar ile özel kolejlerde çalışan idareci, öğretmen ve diğer tüm personelin, okuyan tüm öğrencilerin bilgileri, notları, velilere ait özel ve tüm bilgiler, telefon numaraları, mailler de MİT’e verilmeye başlandı.

TÜM KİŞİSEL BİLGİLER ARŞİVLENİYOR 
MİT’in yaptığı bu çalışmayla, THY ile seyahat edenler, postanede işlem yapanlar, tapuda kayıtları olanlar, Milli Eğitim’e bağlı kurumlarda okuyan öğrenciler, potansiyel suçlu kabul edilip fişleniyor. Bununla da yetinilmeyip, ailelerin bilgileri, evden velilerin MEB’in internetine girdiği kişisel bilgisayarlara ulaşım, öğrencilerin arkadaşlarının fotoğrafları ve yüzlerce bilgi MİT’in kontrolüne verildi. Bu bilgiler MİT’te toplanıp, arşivlenmeye başlandı. Haberde anlaşmanın şimdilik dört kurumla yapıldığı öğrenili. Banka, kredi kartı, UYAP, SGK, eczane gibi bilgilerin de MİT tarafından elde edilip edilmeyeceği ise henüz bilinmiyor. MİT’in yaptığı bu çalışma, özel hayatın gizliliğine müdahale ve kişisel verilerin şahsın rızası olmadan erişimi anlamına geliyor. Yapılan bu anlaşma ise hem Anayasa’ya hem de TCK’ya göre suç. Bu anlaşmanın tarafları suç işlediklerinin ya farkında değiller ya da bilerek bu suçu işliyorlar.

GİZLİ PROTOKOL ANAYASA’YA AYKIRI
Anayasa’nın 23’üncü maddesi yerleşme ve seyahat hürriyetini düzenliyor. Bu maddeye göre; “Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek, kamu mallarını korumak, seyahat hürriyeti ise suç soruşturma veya kovuşturulması sebebiyle, genel sağlığı korumak yahut suç işlenmesini önlemek amacıyla sınırlanabilir.” Anayasa’da bu madde açıkken, MİT ve ilgili kurumlar tüm vatandaşları potansiyel suçlu kabul edip kişisel verileri arşivleyip paylaşıyorlar. Üstelik mahkeme kararı olmadan.

TCK’YA GÖRE SUÇ
TCK’nın 134’üncü maddesi de özel hayatın gizliliğini düzenliyor. Maddeye göre; “Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde ise verilecek ceza bir katı artırılır.” Ayrıca yasaya göre, “Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.” 135. madde kişisel verilerin kaydedilmesini düzenliyor: “Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.”

VEREN DE SUÇLU 
136. madde ise hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme hususunu düzenler: “Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Anayasa ve TCK’da yer alan hükümler bu kadar açıkken, MİT’in mahkeme kararı olmadan kişilerin bilgilerine ulaşması, kamu kurumlarından bilgilerin aktarılmasını talep etmesi ilgili kurumlarda tepkilere neden olmuş durumda.
MİT ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan “Çok Gizli” damgalı protokol, 6 Eylül 2012 tarihinde imzalanmış. Milli Eğitim Bakanı adına Bilgi İşlem Grup Başkanı Volkan Akçay protokole imza koymuş. MİT Müsteşarı adına ise Başkan Yardımcısı Abdurrahman Bulur imza koyan kişi. Protokol “Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tutulan bilgilerin elektronik ortamda MİT Müsteşarlığı ile paylaşılmasına ilişkin usul ve esaslar hakkında protokol” başlığını taşıyor. Üç sayfadan oluşan protokolün sayı numarası 11.041.05.051/552

SKANDAL PROTOKOL
Aktarılacak Verinin İçeriği

Madde (7)
(1) Bu protokol kapsamında Müsteşarlığın kullanımına sunulacak olan verinin içeriği aşağıda belirlenmiştir:

a) Bakanlık tarafından yapılan sınavlara ait ad ve tarih bilgileri ile bu sınavlara başvuru yapan tüm adayların kimlik numarası, adı-soyadı, sınav yeri ve adres bilgileri ile mevcut olması halinde fotoğraf kayıtları ve iletişim bilgileri (telefon numaraları, e-posta adresleri gibi).

b) MEBBİS veri sisteminde bulunan tüm Bakanlık personelinin kimlik numarası, ad-soyad, telefon ve e-posta gibi iletişim bilgileri, görev yerine ilişkin il/ilçe adres bilgileri ve fotoğraf kayıtları.

c) E-Okul sisteminde bulunan tüm öğrencilerin, kimlik numarası, adı soyadı, telefon, e-posta gibi iletişim bilgileri, öğrenim gördüğü okul ve sınıfı, fotoğrafı, ana-baba ya da veli adı ile bunlara ait telefon numarası gibi iletişim bilgileri, öğrencinin adres bilgisinin yanı sıra, öğrenim görülen sınıftaki yılsonu başarı puanı, ödül ve ceza kayıtları ile varsa aldığı belgeler ve toplam devamsızlık süreleri.

d) MEB’e bağlı olarak hizmet veren eğitim, kurs, rehabilitasyon merkezi vb. yerlere ait bilgiler.

e) MEB tarafından yurtdışına gönderilen öğrencilere ait, kimlik numarası, ad-soyad, gidilen ülke, gidişdönüş tarihi bilgileri ile telefon, e posta vb. iletişim bilgileri, ayrıca, ana-baba adı, irtibat kanalları ile varsa fotoğraf kayıtları.

f) Rehberlik ve Araştırma Merkezi (RAM) öğrencilerine ait kimlik numarası, ad-soyad telefon e-posta gibi iletişim bilgileri ile fotoğraf kayıtlan vb. tüm bilgiler.

g) Yaygın Eğitim kapsamındaki öğrencilere ait bilgiler.

(2) Yukarıda yer almakla birlikte protokolün imza tarihi itibariyle Bakanlık veri tabanına henüz dâhil edilmemiş olan veriler (örn. bu maddenin e, f ve g bentleri), Bakanlık veri tabanına dâhil edilir edilmez gecikmesizin Müsteşarlığın kullanımına sunulacaktır.

Veri tabanına bu şekilde sonradan d?hil edilen veri türünün Müsteşarlık kullanımına sunulması yöndeki çalışmalar, Bakanlık tarafından yürütülecek olup, ihtiyaç duyulduğunda Müsteşarlıktan da teknik destek alınabilecektir.

(3) Güncel ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda, Bakanlık veri tabanına protokolde belirtilmeyen yeni bir veri türünün eklenmesi veyahut bu protokol kapsamında olmayan yeni bir veriye Müsteşarlıkça ihtiyaç duyulması halinde, Müsteşarlığa aktarılacak verinin içeriği değiştirilebilir/genişletilebilir.

(4) Yukarıda belirtilenlerin dışında Müsteşarlıkça talep edilecek bir verinin, 2937 sayılı Kanunun 6’ncı maddesi kapsamında Bakanlıkça karşılanma yükümlülüğü devam etmektedir.

Veri Aktarım Süresi, Değişiklik, İlave

Madde 8
(1) Bu protokol kapsamındaki veri iletim yönteminin web servis olarak sürekli ve kesintisiz olarak Müsteşarlığa aktarılması esastır.

(2) Güncel ve teknolojik gelişmeler sebebiyle ihtiyaç duyulması halinde işbu protokolün amacına uygun olmak kaydıyla, değişiklikler yapılabilir, ek hükümler eklenebilir.

Yürürlük

Madde 9 (dokuz) maddeden ibaret olan işbu protokol, 06/09/2012 tarihinde iki asıl nüsha olarak taraflarca imzalandığı tarihte yürürlüğe girecek olup, taraflarca feshedilmediği sürece yürürlükte kalacaktır. TC. Milli Eğitim Bakanlığı. Volkan AKÇAY Bakan a. Bilgi İşlem Grup Başkanı. T.C.Başbakanlık MİT Müsteşarlığı Abdurrahman Bulur. Müsteşar a. Başkan Yardımcısı.”

7’DEN 70’E FİŞLEME 

MİT Müsteşarlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan “Çok Gizli” damgalı protokole göre eğitim camiası fişlenmeye başlandı. Tüm öğrenci ve velilerin mailleri, telefon numaraları, özel bilgileri, fotoğrafları, notları ve yüzlerce özel bilgisi MİT’e aktarılıyor. Bu protokol Anayasa ve TCK’ya göre suç. Bu hukuksuzluk “Çok Gizli” damgasıyla gizlenmiş.

YENİ AKİT

YENİ AKİT MİT’E TUTUNDU

yeniakit
yeniakit

UYAN ÜLKÜDAŞ UYAN

ÖZGÜRLÜK GİDİYOR.

Akit Gazetesi
Akit Gazetesi

 

Recep Tayyip Erdoğan konuşuyor, Türk İslam ülkücüleri onu alkışlıyorlar.

Bağımsiz ülkücülerde Erdoğan’ın arakasına takıldılar.

Görsel

HAYRETTIN KA(H)RAMAN: MÜSLÜMAN İHANETİ (BİTMEK TÜKENMEK BİLMİYOR)

BİTMEK TÜKENMEK BİLMEYEN MÜSLÜMAN İHANETİ!!!

Hüseyin Gülerce Devlet Bahçeli’ye FİGURAN diyor, ihanet eden Hayrettin Kahraman’ı bir kahraman olarak gösteriyor.

Hayrettin Ka(h)ramanin kitaplarıda gerek Türk Federasyonları’nda gerek Ülkü Ocakları’nda öncelikli olarak okutuluyor.

Bu kitapların derneklere girişide Muhsin Yazıcıoğlu ile Suat Başaran dönemlerinde olmuştur.

Görsel

Hülya Koçyiğit, iyi bir Ermeni idi, artık oda şimdi işi bölücülüğe vurdu.

Görsel

Görsel

Görsel

Görsel

Görsel

İRFAN SÖNMEZ: F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI

ÜLKÜCÜLERİ CIA’YA SATANLAR

CEMAAT VE ÜLKÜCÜLER – İrfan Sönmez

İrfan sönmez Yeşil Kuşak ülkücüsü
İrfan Sönmez Yeşil Kuşak ülkücüsü

İRFAN SÖNMEZ:

Fethullah Gülen’in kapıkulu olan bir eskimiş ülkücünün YEŞİL KUŞAK özlemi…

Ülkücü idi, şeriatçi oldu. F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI

İrfan Sönmez, Türkiye’de azınlık duygusuyla yaşayan yurttaşlarımızdan birisidir. Türklüğüne inanmadığı için azınlıklar kesimine Allah rızası için destek veren birisidir.

1959 Elazığ doğumludur. İlk, orta lise eğitimini Elazığ’da yaptı.1976 yılında Manisa Spor Akademisini kazandı. 3. sınıfa deyin okudu. Aynı yıllarda Manisa’da gençlik öncülğü (olabilirki ülkücü olsun) yaptı. Doğru ise Manisa Ülkü Ocağı Başkanlığı yaptı. (dedikleri doğru ise)

Daha sonra bazı eylemlere/öğrenci olaylarına katımaktan ötürü okulu bıraktı. 1980 yılında Elazığ Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü’ne girdi.

12 Eylül darbesinde  tutuklandı. 78 gün Elazığ, Konya ve Manisa’da işkence gördü. (ancak elinde doğrulayan bir belgeside yok). 10,5 yıl hapis yattı. Ancak o olaylara karışmamıştı. O günkü yöneticiler, kendisini camide namaz kılarken yakalayıp götürmüşlerdi. Yazık namaz kıldı diye 15 yıl içerde yattı.

Tahliye olduktan sonra Hukuk Fakültesini bitirdi.2 dönem Boks Federasyonu Hukuk Kurulu’nda görev yaptı.

2000 yılından beri serbest avukatlık yapıyor.

Ancak şimdi ülkücülüğü dinsizlik gibi algıladığı için geçmişteki ülkücülüğünü öne çıkarmak istemiyor. (Ne ilginçse BBP+AKP+Hizbullah+Fethullah Gülenciler, Milli Görüş, ülkücüleri sürekli dinsiz görürler. Çünkü ülkücüleri şeriata çekmenin tek yolu budur diyorlar)

Kendisinin önderi olan yine ülkücülükten dönme Mehmet Pamak’a uyarak, ülkücülük günlerini boşa geçmiş, kafirlik günleri olarak görmektedir.

Bununla birlikte 1993 yılından 2007 yılına kadar  Büyük Birlik Partisi  Genel Merkez Yönetimi Kurulunda bulundu. Çünkü BBP, Milli Görüş, F-tipi yapılanma ile birlikte yeşil kuşak oluşumuna ayak uydurabilmişti. Bütün BBP  (nizam-i alem, alperenler) dernek ile camilerinde Fethullah Gülen’in adına yazılmış olan Amerikancı islamın anlatıldığı kitaplar bedava dağıtılmaktaydı. Öyle ya, islamcılar islamı kurtaramamışsa, ABD kurtarabilirdi. AKP+BBP+ Fethullah Gülen’de ABD ye en yakın duran kuruluşlardı. İrfan Sönmez’de silkinerek kendine gelmiş, Allah Yolunun yolcusu olarak doğru yolu bulmuştu. Kurtuluş yeşilkuşak oluşumundan geçmekteydi. Ülkücülük, Fethullah Gülen örgütü gibi devşirilmeliydi.

2007 yılından sonra yazıları,televizyon ve radyo programları ile AKP’nin ayakta dik durabilmesi için MHP’nin karşısına çıktı, gece gündüz MHP’nin şeriattan döndüğünü anlatarak sözde MHP’nin oylarını azaltarak, AKP’ye katkıda bulunacak çalışmalarda bulundu ve bulunmayı sürdürüyor.

Aynı zamanda 12 EYLÜL referandumunda bağımsız ülkücüleri örgütlüyerek AKP için referanduma destek çalışmalarına katıldı. Bu amaçla da bir çok televizyon ve radyo programlarına katılarak, eski arkadaşlarının kuyusunu kazdı.

Hala zaman zaman Elazığ’daki mahalli radyo ve  televizyonlarda, ulusal televizyonlarda programlara katılıyor. Dört internet sitesinde ve Elazığ’ın mahalli gazetelerinde yazıları yayımlanmaktadır. Yazıları ile bir yandan Amerika’da (1999’dan beri Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen’in Pennsylvania eyaletindeki Pocono Dağı eteklerinde yer alan çiftliği görüntülendi.) bulunan Fethullah Gülen Hocaefendiye, bir yandanda Türkiye’de yumuşak, tarikat-tekke, cumhuriyet karşıtı islamcı örgütlenmeyi oluşturmaya çalışan kuruluşlara destek vermeye çalışmaktadır.

Kendi sesinide en çok “hizbullah” destekçisi olan yine bir ucundan ABD’ye bağlı olan Vakit ‘Akit”, “Yeni Akit” aracılığı ile duyurmaktadır.

Bu arada bir dönemde Türkiye’de kamuoyunu karıştırabılmiş olan, Merve Kavakçı İslam ile hacı-bacı olmuş durumdadır.

Geçmişte birlikte olduğu arkadaslarını şimdi kafir görerek, Abdurrahman Dilipak, Ali Karahasanogu, Merve Kavakçılar’ın arkasına düştü. Ne acı değil mi? Gelsin de en sonunda MİT ile CIA’nin ortasında yerini alıp, hacı-bacılarla Türklüğe karşı saldırıya geçmesine ne denir?

Ee bir kişinin içindeki türklük duygusu yok edilmişse, cia ile de siyonist ilede işbirliğine girmesinde sakınca kalmaz.

Bunuda anladık ancak gazeteye çıkabilmek, adını yazdırabilmek için yezitlikten öteye geçmesine ne denir?

Sözde 12 eylül’ün yanlışlıklarını anlatmak istiyormuş, sözde ikide bir (İlhami gibi diyor) ülkücü ayarlayabilirmiş. Derken uçuk, başı sonu olmayan Balıkesir’de yaşanmış olan 12 öncesi olaylarını anlatmak istiyormuş. Gazeteye nerede ise yalvarıyor. Subaylara karşı tanıklık etmek istiyormuş.

İlginç değil mi? Kişiye sormazlar mı? Eeey aptal İrfan Sönmez!, sen ülkücüleri ele verecektinde 30-33 yıl neden bekledin?

Uzun sözün kısası, İrfan Sönmez bazı subayların ülkücüleri kullandığını söylemektedir, bunun anlamı nedir?

O günlerde ülkücü kuruluşlarda bir emir-komuta vardı. Buna göre İrfan Sönmez o günlerde ülkücülerin başı olan Türkeş’inde TSK’ce kullanıldığını savcılıklara ihbar ediyor. Yuh lan sana utanmaz. Ülkücüler içinde köstebek olarak yer alıpta “Kanımız aksada zafer islamın” deyerek, cihadı başlatan sizlersiniz. Ülkücüleri önce Hizbullah çizgisine çekip, Türklüğe karşı cihad eden sizlersiniz. Bir sürü Türk kökenli ülkücüyü MİT’e fişleyen sizlersiniz. Şimdide sütten çıkmış ak kaşık gibi savcılık çağırırsa “ülkücülerin TSK’ca kullanıldıkları” konusunda tanık olacağız diyorsunuz.

Sözde Türkeş’in 500 askeri varmış, onlarda İrfan Sönmez’in arkasında duruyorlarmış!!!

Bu durum MİT’in ortaya koyduğu bir oyunun bir parçasıdır.

Çünkü, ülkücüler cia+mit ortaklığıyla içerden vurulacaktı. Bunuda en iyi biçimde  dini bütün ülkücülerle gerçekleştirebileceklerdi. Bu denendi.

Çünkü MHP ile ilgili seks videolarını çekende 5 vakit namazlı, üstelikte hacı idi, o videoları internete yükleyenlerde 5 vakit namazlı idiler. İslamci devrimin Türkiye ayagı olmanın heyecanı onları, birlikte yeyip içtikleri arkadaşlarını tuzağa düşürmeye bile itebilmişti.

Mümtazer Türköne, MHP’nin danışmanıydı.(zaman Gazetesi), Vedat Bilgin MHP’nin danışmanıydı (Bugün Gazetesi), İrfan Sönmez, Bir ilde ülkücü bir dernekte başkanmış (Akit Gazetesi) artık suç üstü yakalanmışlardır. Bunların tümüde islamcı çizgide idiler, simdide öyleler. Tümüde islamcı çizgideki başka başka kuruluşlara yerleştirildiler. Buna binlerce örnek verebiliriz.

Öyleki bir Hasan Yeşildağ, İstanbul Anadolu yakasında islamcı olmayan ülkücülere işkence edip dernekten atmıştı. Oda islamcıydı oda AKP’deki yuvasına dönmüştü. Recep Tayyip Erdogan’ın korumalığına tutukevinde başlamıştı.

Bu gün bile MHP’de kalıpta suyu bulandıran, şeriatçılar yok mu? Var. Onlarda gerektiğinde içerde bölücülük edeceklerdir.

Ee şimdi utanmadan yeşil kuşağın nesini savunabilecek siniz?

Bunlar, işin gerçeğinde MHP’ye değil, Türk ulusuna ihanet etmişlerdir.

Bir kişinin bir ülkücü kuruluşta başkan olması onun iyi bir ülkücü olduğunu göstermez. O gecici olarak göreve getirilmiştir. Alişan Satılmış’ta, Lütfü Şeyhsuvaroğlu’da, Recep Öztürk’te, Ahmet Orhan Sar’da, Sedar Çelebi’de geçmişte ülkücü idiler, simdi ise birer Hizb-ul yeşilkuşak oldular. Kimileride çek-senetçi oldular, İrfan Sönmez’de açık itirafçı oldu. Demekki bir dönemde ülkücü olmak demek, ölene deyin öyle kalmak demek deyildir. Onlar şimdi sıradan birer imam (hoca) dırlar.

Halkın gözünde birer miskindirler.

Gölge etmeseler yeter.

F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI

Kendi yazısıdır.

28 Şubat’ın birinci hedefi  dini akımların yok edilmesiydi. Bunun için yeni bir tehdit algılaması yapılarak dindarlar birinci sıraya, bölücüler ikinci sıraya, ülkücüler üçüncü sıraya yerleştirildiler.

Sistem giyotin gibi çalışmaya başladı. Nerede dini bir duyarlılık varsa boğmaya, yok edilmeye çalışıldı. Bir çok dini gurup hizmet veremez hale geldi. Takipler, baskılar, tehditler insanları yıldırdı. Sonuçta bu cemaatler ya dağıldı, ya da dağılma noktasına geldiler.

Bunlar içinde en ayakta kalabileni  Hoca efendi cemaatiydi. Çünkü cemaatin hem bir stratejisi, hem bir birikimi vardı. Üstelik dini guruplar içinde en eğitimli ve örgütlü olanıydı. Şartlar ve zorlamalar karşısında taktiksel pozisyonlar üretebilecek esnekliğe sahipti. Kendini müdafaa edebilecek  medya araçlarına malik olması da başka bir avantajıydı.

28 Şubat’a hazırlıksız yakalanan, darbe sürecini kazasız atlatma becerisi taşımayan bir çok  gurup dağılıp gitti. İnsanlar sığınacak, ruhlarını demirleyecekleri manevi limanları kaybettiler. Bir çok insan çaresiz cemaate sığındı. Orada manevi tatmin yolları aradılar. Bu da cemaatin katlanarak   büyümesine yol açtı. Muhafazakar siyasete getirilen yasak nasıl, AK partiyi büyüttüyse, aynı süreç benzer nedenlerle cemaati de büyüttü.

Cemaat henüz bir oluş halindeyken en büyük destek ve yakınlığı Ülkücülerden görmüştü. Bir çok şehirde ülkücü/milliyetçi kesimler cemaatin okul, yurt, dersane gibi çalışmalarına destek verdiler. Bu sempati tek taraflı değildi, aynı hissİ karşılık, cemaat mensuplarında da vardı. Ülkücüler cemaati aynı amaç için çalışan kardeş bir hareket olarak gördüler. Biz bir koldan, onlar ve diğerleri başka kollardan büyük Türkiye’yi kuracağız diyorlardı. Doğrusu da buydu.

Ancak, AK parti iktidara geldikten sonra bu algı karşılıklı olarak değişmeye başladı. Ülkücülük siyasetle çok özdeşleşmişti, Cemaat de  başka bir siyasete odaklanınca, duygusal kopuş başladı. Aynı iman ikliminde kardeş olanlar siyasetler farklılaşınca rakip oldular. Ülkücüler cemaatin yer, yer aşırılık ölçüsüne varan AK parti taraftarlığını hiçbir zaman hazmedemediler. Bu kadar yakın ve duygudaş oldukları bir hareketin zamanında kendilerine hasım muamelesi yapan  –milli görüş- çizgisine kapılanmasını bir kişilik sorunu olarak algıladılar.

Ancak tek sebep bu değildi. Ülkücüler bu farklılaşmayı dini hayatın yayılması ve büyümesi adına tolere edebilirlerdi. Cemaatin kimi yayın organlarında yapılan yayınlar işin tuzu biberi oldu. Bazı yazarlar, Türk milliyetçiliği ve ülkücüleri bütün kötülüklerin anası gibi takdim ettiler. PKK vurdukça onlar da ülkücüleri vurdu. Yapılan yayınlarda  ülkücülerin hissiyatı hiç dikkate alınmadı. Sözü güzel söyleme, kırmama, gönül yıkmama gibi her İslami gurupta bulunması gereken duyarlılıklar-ülkücüler-söz konusu olunca unutuldu. İncitici, kırıcı, nobranca bir dil kullanıldı. Neticede Ülkücülerle cemaat arasındaki mesafe her geçen gün açıldı. Buna Milliyetçi siyasetin –darbe davaları-karşısındaki ikircikli tutumu, siyasi rekabeti cemaatle rekabete çeviren yanlış stratejileri de katkıda bulundu.

Aslında cemaat, çağrımız İslam da dirilişedir diyen her ülkücünün hayalini gerçekleştiriyordu. Ahlaklı nesillerin yetişmesi, Türkiye’nin dışarıda doğru tanıtılması, Türkçenin yaygınlaştırılması her ülkücünün hayaliydi. Bir tarafın hayal ettiğini, diğer taraf hayata geçiriyordu. Bu durum hasım olmayı değil, yardımlaşmayı, iş birliği yapmayı gerektirirdi. Ama öyle olmadı. Son açılımda, önü arkası belli olmayan bir sürece bazı cemaat üyeleri ve gazete yazarlarının verdiği kayıtsız şartsız destek, tarafları bir defa daha farklı noktalara savurdu. Üstelik bu desteğe rağmen, cemaat bugün hükümet açısından –öteki olanı- temsil ediyor. Hemen her olumsuzluk haksız, mesnetsiz ithamlarla cemaate mal ediliyor. Öyle ki Öcalan, Karayılan gibi hainler bile bu cemaat-hükümet kutuplaşmasından yararlanmaya çalışıyor.

Ülkücüler, Allah, vatan, millet diyenleri severler. Cemaati de bunun için

sevdiler. Hoca efendi’nin kimi beyanları ağırlarına gitse de, onu azizlerden

bir aziz olarak gördüler.

Zaman gazetesinde mesaisini ülkücüleri aşağılamaya adamış kimi yazarlara rağmen, görmeye de devam edecekler. Ama cemaat de bu kadar siyasallaşmanın sempati alanını daralttığını, aynı inanç ve iman havzasından beslenen kimi gurupları kendinden uzaklaştırıldığını görmelidir.

Cengiz Ayhan: Türkeş bize aydınları öldürterek bu günkü AKP’ye yol açtı.

Alparslan Türkeş, Aydınları öldürterek bu günkü AKP’ye yol açtı. Ahmet Türkeş’te AKP’den milletvekili yapılarak bağlılık gösterildi.

Cengiz Ayhan, Türkiye’de etken olduğu günlerde Ülkü Ocakları Genel Merkezi’ne (Muhsin Yazıcıoğlu)’na yakındı. Ayrıca Alparslan Türkeş’e ters düşmeyen ülkücülerden birisi idi.

 Görsel

CIA ile MOSSAD elele vererek Alparslan Türkeş’in aracılığı ile Cengiz Ayhan, Mehmet Ali Ağca, Ökkeş Şendiller, Muhsin Yazicioğlu ile adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz başkaları kullanılarak, bazan solcu diye bazanda aydın yurtsever türkçüler  ile okumuş Türk aydınları “hain” diye öldürtüldüler.

 

Neden Alparslan Türkeş, Cengiz Ayhan’a yada onun arkadaşlarına bazı aydınları öldürme buyrugu vermişti?

ABD istediği için:

Çünkü ABD ile Avrupa, Türkiye’de Atatürk’ün önderliginde kurulmuş olan Türkiye’yi yıkarak Batı ile ABD’nin güdümünde islamci (yumuşak) bir gölge  devlet kurulmasını istemişlerdi.

 

Olay yalnızca karşı görüşlü diye aydınları öldürmekle bitmemiş, yine Alparslan Türkeş’in buyruğu ile bütün dernekler yavaş yavaş tekkeye dönüştürülmüş, başta Türkeş kendisi olmak üzere ülkücüler dervişleştirilmişti.

Görsel

Böylece bugünkü AKP’ye ortam oluşturulmuştu.

Dışa bağımlı, üstelik Türklüğü dışlayan, islamcı bir oluşuma geniş tepki koyabilecek ülkücüler artık iğdiş edilmiş, bir çoguda AKP çizgisine getirilmişlerdi.Türkeş’in oğullarından   biriside (Ahmet Türkeş) Cumhuriyet karşıtı AKP’den milletvekili bile olmuştu. Ayrıca Türkeş’in oğlu, AKP’nin Türkler’i aşağılayan girişimlerine karşıda çıkmıyordu.

Artık Türkeş kendi görevini yapmıştı. Doğal olarakta Muhsin’de yapmıştı. Muhsin Yazıcıoğlu yönetiminde Cengiz Ayhan’da yapmıştı.

Aşağıdaki yazıda Cengiz Ayhan bunu açıklamış. Umarız, bu bilgiler kendilerini türk-islamci görenleri uyarabilir.

 Görsel

 

Cengiz Ayhan: “ Çünkü belli amaçlar uğruna bu eylemleri gerçekleştirdiğimizi sanırken bilmeden bir başka ülkenin istihbarat örgütünün eliyle Türkiye birimlerinin elemanlarınca kullanıldığımızı anladım

 

 

 

ANKARA

22 Ocak 2013

 Cengiz Ayhan

12 Eylül öncesi Prof. Bedri Karafakioğlu’nu öldüren, Mihri Belli’yi yaralayan ülkücü Cengiz Ayhan, İçişleri Bakanlığı’nın Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiği rapora göre adını “Ron Aaaron” yaptı, yeni dini de “Hıristiyan” oldu.

İÇİŞLERİ Bakanlığı’nın Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiği raporda, döneminin önde gelen bilim adamlarından Prof. Bedri Karafakioğlu’nu öldüren, Türkiye Emekçi Partisi Genel Başkanı Mihri Belli’yi ise yaralayan ülkücü Cengiz Ayhan’a ilişkin sürpriz bir bilgiye yer verildi. Raporda, 12 Eylül öncesinde çok sayıda adam öldürme, yaralama ve bombalama eylemlerine katılan Ayhan’ın adını “Ron Aaaron”, dinini de “Hıristiyan” olarak değiştirdiği belirtildi. 

CENGİZ AYHAN’IN SUÇ DOSYASI 

Raporda, Cengiz Ayhan’ın suç dosyasına ilişkin şu bilgilere yer verildi:
Tarsus Cumhuriyet Savcısı Süreyya Eminsoy, Şahin Aydın, Metin Yıldırımtürk, Devrim Çelenk, Cuma Oruç, Suat Kaçar, Haluk Tandoğan ile Mesih Yörük’ün öldürülmesi. Sevcan Bilgisoy, Ömer Özdikici ve Rasim Kolcu’nun yaralanması. 
İçel’de CHP ve DEV-LİS binaları ile Ateş Kıraathanesi’nin bombalanması, Mahmut Dağdeviren’e ait kahvehanenin bombalanması, Son Haber Gazetesi’nin bombalanması. 

ALMANYA’DA DA 2 KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ

12 Nisan 1991 tarihinde yürürlüğe giren 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’ndan yararlanarak 6 Mayıs 1991’de Nazilli E Tipi Cezaevinden tahliye edilen Ayhan’ın o yılın ortalarında Almanya’ya gittiği belirtilerek, “Burada Ayşe Kaymakçı ve Ramazan Erol’u öldürmek suçundan 14 Nisan 1994 tarihinde Delmond Eyalet Mahkemesi tarafından müebbet hapis cezasına çarptırıldığı” belirtildi. Raporda, Ayhan’ın 31 Ekim 1996’da Rheinbach Cezaevinde İnterpol irtibat görevlisi ile yaptığı görüşmesine ilişkin çarpıcı bilgiler de yer aldı. Tahliye olduktan sonra eski arkadaşlarıyla ilişkiye geçerek ideolojik mücadelesini sürdürmeye çalıştığını belirten Ayhan, 1991 yazında Gaziantep’te, adını ‘Binbaşı Hami’ diye verdiği bir subay ile birlikte PKK’ya karşı çalıştığını savundu. 

HİZBULLAH’A GİRDİ
Bursa ve Nazilli Cezaevlerinde cezasını çektiği sırada, Ülkücü hareket içerisindeki Doğuluların yeni bir oluşuma yöneldiklerini, böylece Hizbullah’ın ortaya çıktığını belirten Ayhan, kendisinin de Ülkücü hareket içerisinde olmasına rağmen bu örgüt hakkında bilgi almak amacıyla Hizbullah’a girdiğini söyledi. 

CİNAYET EMRİ MİLLETVEKİLİNDEN
Raporda, Ayhan’ın İnterpol görevlisine kendi el yazısıyla yazarak verdiği 12 Eylül öncesi işlenen bazı cinayetlere ilişkin iki sayfalık ifadesinde de, “Bu cinayetleri gerçekleştirmesi yolunda bize de bilgiyi adını açıklamayacağım bir parlamenter verdi. Ben ve iki arkadaşım bu olaylarla ilgili vicdan azabı duymaktayız. Çünkü belli amaçlar uğruna bu eylemleri gerçekleştirdiğimizi sanırken bilmeden bir başka ülkenin istihbarat örgütünün Türkiye birimlerinin elemanlarınca kullanıldığımızı anladım” dediği belirtildi. Raporun sonunda da, “Cengiz Ayhan isimli şahsın ismini daha sonradan ‘Ron Aaaron’ ve dinini ‘Hıristiyan’ olarak değiştirdiği anlaşılmıştır” notuna yer verildi.

Muhsin Yazıcıoğlu kimdi?

Türkiye'deki Yeşil Devrimin, gizli başkanı oldu.Yolları Yeşil Kuşak Devrimi'nde Birleşenlerdendi.
Türkiye’deki Yeşil Devrimin, gizli başkanı oldu.Yolları Yeşil Kuşak Devrimi‘nde Birleşenlerdendi.

Muhsin Yazıcıoğlu kimdi? O bir Çerkez’di.

Muhsin Yazıcıoğlu bir ülkücü olarak başladığı gençlik yaşamını kısa sürede yaptığı bir değişiklikle önce bir “dervişliğ“e, sonrada “şeyhliğ”e soyundu.

Sonuçta ne “derviş”, nede “şeyh” olabildi. “Şeyhler” ile “derviş”lerin önünde eğilerek, onlara yalakalık ederek, onların bol-bol etli-sütlü yemeklerini yeyebildi, çaylarını-çorbalarını içebildi.

Onu bu konuma yükselten ise kendi yetenekleri değil, bir ükücü kuruluşun başında bulunuşu idi. Neden?

O başkanken ocaklarda, arkasında önünü göremeyen, vur deyince vuracak, bir sürü genç vardı. Bu gençler, Muhsin Yazıcıoğlu’nun elinde artı bir  değerdi (joker).

Türkiye’de gizlice başa oynayan karanlık özlemlerle dolu tarikatlar-tekkeler için bu durum olaganüstü bir değerdi. Türkiye’de değişimin gizli gücünün başarısı, aydınları yok etmekten geçebilecekti.

Aranan kan bulunmuştu; Türkiye’de komunizme karşı savaşarak başarısını kanıtlamış olan ülkücülerin bir kısmı devşirilerek, aydınlar yok edilecek, cumhuriyetçiler korkutulacak, askerlere yanlış işler yaptırılacak, toplum kendisine, yurtseverliğine güvenemeyecek duruma getirilecek, sonrada ABD’nin sızdıracağı belgelerle, islamci+ermeni, islamci+kürt, islamci+ çerkez üçlemi ile gözler karartılacak, Araplar’dan sağlanacak gizli akça akışı ile Türkiye’de yerde gökte olanıda sattırarak bir bolluk yaratılarak, sulandırılmış “islamcı devrim” yapılacaktı.

İşte bu kurulan sulandırılmış “islamci devrim” değirmeninde Muhsin Yazıcıoğlu’na değirmeni bekleme ile değirmene göz dikenleri tepeleme görevi verilmiş idi.

2001-2002 yılarına gelene deyin gerek Recep tayyip Erdogan, gerekse Muhsin Yazıcıoğlu değirmene çok sular taşıdılar, çok canlar yaktılar. Artık toplum islamci yapılanmaya yumuşak geçiş için belenlenmişti (hazır). Ne soldan nede sağdan sert bir karşılık gelemeyecekti. Türkeş’te Muhsin Yazıcıoğlu’ndan duyduğu söylemlerle dişleri sökülmüş bir ayıya çevrilmiş, artık sokaklarda oynatılan bir ayıya benzemişti. Oda artık, nerde götü boklu bir şeyh varsa onun önünde eğilerek, geçmişte cumhuriyete arka çıktığı için günah çıkartmakla günlerini geçiriyordu.

Alparslan Türkeş'in gerçek yüzü budur.
Alparslan Türkeş’in gerçek yüzü budur.
Alparslan Türkeş'in gerçek yüzü budur.
Alparslan Türkeş’in gerçek yüzü budur.
Alparslan Türkeş'in gerçek yüzü budur.
Alparslan Türkeş’in gerçek yüzü budur.

Türkeş, artık kendiside bir iki ihtillale karışmış, karşı devrimin tokadını yemişti. O verilen bu göreve seviniyordu. Ülkücüler, yapmacık olarak bölünerek, Muhsin Yazıcıoğlu’na “Allah Yolunda Savaşacak” bir kesim bırakılacak, sonradan adlarıda “Dergah”, “Nizami Alem”, “Alperenler” olarak değiştirilecekti. Çünkü Türkeş, sorumluluk almak istemiyordu. İşin gerçegi algülüm-ver gülüm olmuştu.

O artık bir ülkücü değil, Yolları Yeşil Kuşak Devrimi'nde Birleşenlerdendi.
O artık bir ülkücü değil, Yolları Yeşil Kuşak Devrimi’nde Birleşenlerdendi.

muhsinyazicioglu_menzil

Bir yandan Recep Tayyip Erdogan, sağcı-solcu-türkçü-kürtçü bütün kuruluşlara İstanbul belediyesinden akça dağıtıyor. Onlara barınacak yer sağlıyor, sus payı veriyordu. Öbür yandanda Muhsin Yazıcıoğlu na bağlı olarak çalışan Allah Yolu’nun Alperenleri’nce (YEŞİLKUŞAK SAVAŞÇILARI), aydınlar, önemli kurumların “cumhuriyetçi” yöneticileri öldürürülüyordu.

O Abdurrahman Dilipak’ın dediği gibi “Muhsin Yazıcıoğlu, sadece bir partinin genel başkanı değil. Daha ötesi bir konumu vardı.. (Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit, 03.01.2013)

O bir Çerkez di, bu nedenle o Çerkez Ethemce de cumhuriyet’in duvarında delik açabilirdi. Açtıda…

Bu arada bilinmesi, üstelik doğruluğu tartışılması gerekmeyen gerçekler var.

  1. Muhsin Yazıcıoğlu, Veli Küçük ile iyi ilişkilerde idi.
  2. Muhsin Yazıcıoğlu Recep Tayyip Erdoğan ile iyi ilişkilerde idi.
  3. Muhsin Yazıcıoğlu, Fethullah Gülen (okyanus otesi) ile iyi ilişkilerde idi.
  4. Muhsin Yazıcıoğlu Nakşibendilerle iyi ilişkilerde idi.
  5. Muhsin Yazıcıoğlu Genel Kurmaydan bazıları ile iyi ilişkilerde idi.
  6. Muhsin Yazıcıoğlu ülkücülerin eylemci kanadı ile iyi ilişkilerde idi.
  7. Muhsin Yazıcıoğlu uluslararası islamcı eylemciler (savaşçılar) ile iyi ilişkilerde idi.
  8. Muhsin Yazıcıoğlu Bilgi Toplama Kurumu (MIT) ile iyi ilişkilerde idi.
  9. Yumuşak islam dönüşümünün akça kaynaklarını sağlayanlar Korkut Özal, Nevzat Yalçıntaş, Ali Coşkun ile iyi ilişkilerde idi.

Konunun iyi anlaşılabilmesi için:

Ayrıca Muhsin Yazıcıoğlu’nun karşısında

  1. Ülkü Ocakları Başkanı iken işkence ettirdiği ülkücüler.
  2. Cumhuriyet’i korumak isteyen bazı çeriler.
  3. Cumhuriyet’i korumak isteyen yurttaşlar.
  4. Uluslararası kaçakçılıkla elde ettikleri gelirleri bölüşmek istemeyen dernekçiler, ülkücüler.
  5. Muhsin Yazıcıoğlu’nun da içinde oldugu Çerkez örgütlenmesine karşı olan değişik kesimlerden örgütçüler.
  6. Bilgi Toplama Kurumu (mit) içinde olan Türk yanlıları.
  7. Muhsin Yazıcıoğlu’nun yakınında bulunupta, aldatıldığını anlayan bir kesim “Alperenler”.
  8. Muhsin Yazıcıoğlu’nun yaşlı bir ayı yerine koyduğu Alparslan Türkeş.
  9. Yumuşak islama geçişte aldığı görevler için aldığı torba-torba dolarları görmüş olan ülküdaşlar.

Yoksa Türk Bilgi Toplama Kurumu’nun (mit) ortalığa yaydığı üzere ne İsrail’in, ne ABD’nin nede AB’nin Muhsin Yazıcıoğlu başkanımızla bir alıp vereceği olamazdı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun Avrupa’dakı derneklerine Avrupa’nın katkılarını bilmeyen var mı bilemiyorum. Çünkü bu YEŞİL KUŞAK ABD ile AB’nin ürünü idi.

Birde başka açıdan bakalım bu ilişkilere. Çerkez kökenli olan MUHSİN YAZICIOĞLU, Ermeni kökenli olan Hüseyin Feyzullah ile yıllarca birlikte çalışıyor, bunun öncesinde sonrasında Ermeni kökenli ülküdaşları ile ipleri kopmuyor.

Ya ikisininde Arusi yada Ermeniler’in güdümündeki tarikatlarla içli dışlı olmalarına ne demeli?

Ya ikisininde CIA’nin güdümündeki Fethullah Gülen tarikatıyla içli dışlı olmalarına ne demeli?

Unutmadan söyliyeyim, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ergenekon yargılamalarında 1. gizli tanık olduğunu unutmayalım. O ölünce 2. tanık PKK’lı olan Sırrı Sakık 1. tanık oluverdi.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun Avrupa’daki derneklerini inceleyincede derin bilgileri görebileceksiniz.

Muhsin Yazıcıoğlu, derin Çerkezler‘in, en sevgili oyuncağıydı.

Yazı uzadıkça uzar, arkasını sonraya bırakalım.

Muhsin başkan’ı peygamberleştirenler, günden güne düş kırıklığına uğramaktadırlar. Öldükten sonra kızını Amcasının oğluyla evlendiriyorlar. Öyle, Muhsin başka iyi müslümandı ya, çocukla evlilikte, akraba evliliğide olabilirdi. Olduda ne oldu? Türkler’de akraba evliliği tanınmaz, islamda önceliklidir.  Çerkez kesiminde bunun doğal olduğuda bilinir. 

Muhsin baskanin derme çatma dernekleri, partisi düzenin elinde oyuncak olduda oldu. Sağdan sola savrulup da savruluyor. Kimisi Fethullah Gülen (CIA’cı) kimiside AKP’li oluverdiler. Al birisini vur ötekine…

Ökkeş Şendiller ve Hikmet Karaca, Ökkeş Şendiller’in gönderisini paylaştı.

Ökkeş Şendiller
GÜNÜMÜZÜN DAMAT FERİT’İ AFŞİN YAZICIOĞLU AKP’DEN İSTABUL 3.BÖLGEDEN MİLLETVEKİLİ ADAYI !
AFŞİN YAZICIOĞLU RAHMETLİ MUHSİN BAŞKAN’IN AMCAOĞLU AVNİ YAZICIOĞLU’NUN OĞLU.
RAHMETLİ’NİN ŞEHADETİNDEN SONRA 2013 YILINDA KIZI FİRUZE İLE EVLENDİ VE DAMAT OLDU.
RAHMETLİ ŞEHADETİNDEN ÖNCE O MALUM DAMAT FERİT’İ BAŞBAKANLIĞA YERLEŞTİRMİŞTİ.
BİLİNDİĞİ GİBİ DAHA ÖNCE GÖREVİNDEN İSTİFA EDEREK AKP’DEN ADAY OLMAK İÇİN MÜRACAAT ETTİ.ANCAK ŞİDDETLİ TEPKİLER ÜZERİNE “İSTİFA ETTİM AMA PARTİ BELİRTMEDİM”DİYE KIVIRTAN BASİT BİR AÇIKLAMA YAPTI.
ANCAK BU AÇIKLAMAYA HİÇ BİRİMİZ İTİBAR ETMEDİK VE BU DÖNEMİ FIRSATA ÇEVİRİP RAHMETLİ MUHSİN BAŞKAN’IN KANI ÜZERİNDEN SALTAN HESABI YAPTIĞINI BEKLİYORDUK.NİHAYET ÖYLE OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI.ÇÜNKÜ MALUM KİŞİNİN KAREKTRİ,ŞAHSİYETİ VE KİŞİLİĞİ BUNA MÜSAİTTİ.
ŞAHSİYETSİZ VE NEFSİNİN KÖLESİ OLAN MAHLUKLARDAN BAŞKA BİR DAVRANIŞ BEKLEMEK HAYALCİLİK OLURDU.ASLINDA ÇOK ÖNEMLİ DE DEĞİL.
LAKİN ŞUNU DA HATIRLATMADAN GEÇEMİYECEĞİM:DÜN ÇANAKKALE’DE 253 BİN ŞEHİT VEREREK DURDURDUĞUMUZ BATILI EMPERYALİSTLERİN DE MANDACILIĞA İKNA ETTİKLERİ DAMAT FERİTLERİ VARDI.AMA KAYBEDEN VE KUYRUĞUNU KISTIRIP KAÇAN O HAİNLER OLDU.ALAH’IN YARDIMI İLE BU MİLLET KAZANDI .BU GÜN DE ÇAĞDAŞ DAMAT FERİTLER VE ARKALARINDAKİ KARANLIK GÜÇLER KAYBEDECEKTİR.BUNDAN ZERRECE ENDİŞEMİZ YOKTUR.
ANCAK BÜYÜK EMEK VE ÇİLELERLE OLUŞTURULAN BÜYÜK BİRLİK HAREKETİ VE LİDERİ’NİN KANI VE ÇİLESİ ÜZERİNDEN SALTAN KURMAYA ÇALIŞAN BÜTÜN HAİNLER ER GEÇ BUNUN HESABINI VERECEKLER.
RAHMETLİ’NİN SUİKASTİ İLE İLGİLİ OLARAK ALTI YILDAN BU YANA BÜTÜN ÇALIŞMALAR ENGELLENMİŞ,ARAMA-KURTARMA SABOTE EDİLMİŞ,SABOTE EDENLER AKP İKTİDARI TARAFINDAN TALTİF EDİLMİŞ.SORUŞTURMA SÜRESİNCE MÜFETTTİŞLER TARAFINDAN SORUŞTURMA İZNİ İSTENEN HİÇ BİR KAMU GÖREVLİSİ HAKKINDA SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEMİŞ.
NİHAYET İKTİDAR DOSYANIN TAMAMEN KAPATILMASI İÇİN HAREKETE GEÇMİŞ VE ÖZEL MÜFETTİŞ VE SAVCILAR GÖREVLENDİRMİŞ.DOSYA K.MARAŞ’TA HABİP KORKMAZ İSİMLİ SAVCI TARAFINDAN DOSYA KAPATILMIŞ VE BU SAVCI ÇORLU BAŞSAVCISI HANIMI AYNI İLÇEDE SAĞLIK MÜDÜRÜ YAPILMIŞTIR.
DOSYA İLE İLGİLİ OLARAK HUKUKÇU ARKADAŞLARIMIZIN GAZİANTEP AĞIR CEZA MAHKEMESİNE YAPILAN İTİRAZ KABUL EDİLMİŞ VE DAVA TEKRAR K.MARAŞ’A İADE EDİLMİŞTİR.ANCAK KARARI VEREN GAZİANTEP AĞIR CEZA MAHKEME HEYETİ CEZALANDIRILARAK DAĞITILMIŞTIR.
NETİCE: HER MAHKEMEDE ADLİYE ÖNÜN DE ŞEHİT MUHSİN BAŞKAN’IN DAVA ARKADAŞLARI,SEVENLERİ VE ALPERENLER “katil iktidar,istifa.Katiller bulunsun hesap sorulsun”DİYE HAYKIRIRKEN SİZ ŞEHİDİMİZİN KANI ÜZERİNDEN SALTAN HESABI YAPANLAR O KOLTUKLARINIZDA RAHAT ,RAHAT KEYİF SÜRECEKSİNİZ ÖYLE Mİ?BU İŞ BU KADAR UCUZ DEĞİL DAMAT FERİT .
BENCE BBP ÖNCELİKLE BU KONUDA GEREKEN NE İSE ONU YAPMAK İÇİN BİR ACİL EYLEM PLANI YAPMALI VE UYGULAMAYA KOYMALI.BUNUN İÇİN HEPİMİZ HAZIRIZ.KİMSE SORUMLULUKTAN KAÇAMAZ.
İLK OLARAK 21 NİSAN 2015 SALI GÜNÜ SABAH KAHRAMANMARAŞ ADLİYESİNDE GÖRÜLECEK MAHKEME İÇİN BÜTÜN DAVA ARKADAŞLARIMIZI DAVET EDİYORUZ.
BU ALÇAKLIĞI YAPANLARI VE YAPTIRANLARA KARŞI GÜR BİR ŞEKİLDE HAYKIRALIM.
VE “ŞAŞMAYAN HSAP ALLAH’INDIR”DİYELİM

 

 

MİT’e bağlı yazarların Muhsin Yazıcıoğlu konusunda öne sürdükleri görüşleri ile bizim düzeltmelerimiz altında yer almaktadır.

Muhsin başkanı öldürten servisler

 

Muhsin Yazıcıoğlu yabancı servislerin projeleri doğrultusunda yerli işbirlikçiler tarafından şehit edildi.” Muhsin R. T. Erdogan, Abdullah Gül, Fethullah Gülen başta bütün Türk karşıtlari ile iç içe idi. Bunlarda dis güçlerin isbirlikçileriydiler. Muhsin kendisini Kuran’ın anayasa olmasına, Devletide seyh ül islamin yönetmesi için savaşa ayırmıştı.
Mürid Muhsin Yazıcıoğlu (Başkan), 25 Mart 2009 tarihinde, Kahramanmaraş mitinginden Yozgat-Yerköy mitingine hareket ettiği helikopter düşürülerek öldürüldü. Bu olayi simdi FETO’ye yüklüyorlar. Sozde “NATO-CIA emrindeki Gladyo, FETÖ’nün bazı partileri ele geçirmesini istiyordu. Muhsin Başkan’ın BBP’sini göze kestirdiler. Muhsin Yazıcıoğlu öldürülerek, BBP’nin Fetullahçılar’ın kontrolu altına alınması planlandı.” Bu kocaman bir yalan çünkü BBP ile BBP’ye bağlı olan camiler toptan FETÖ’ye bağlı idiler. Bağlı olmayanlarda AKP’ye katılmışlardı.

“2009’da pilot nokta, Sivas Belediye Başkanlığı’nı AK Parti’nin alması engellendi, BBP’ye kazandırıldı.” deniyor. Buda AKP’nin isteği ile gerçeklesmiştir.
AK Parti ile yakın dialog içindeki Yalçın Topçu ve ekibi tasfiye edildi. Parti sert muhalefetçilerin yanına çekildi. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Tayyip Erdoğan’a karşı çıkarılan CHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu BBP destekledi. Aslında BBP’nin rahmetli genel başkanları Muhsin Yazıcıoğlu’un kemiklerini sızlatıldı. 7 Haziran 2015 seçimlerine BBP ile Saadet Partisi ittifak yaparak sokuldu.

Mürid Muhsin, yaşar iken FETÖ’ye açık destek verenlerden idi. Muhsin’in kemikleri neden sızlar? Muhsin, kendisini öldürmüş olanları açıkça desteklediği için kemikleri sızlayabilir. Mürid Muhsin, Abdullah Gül ilede Erdogan ilede doğrudan istediği anda görüşebilen birisi idi. Cumhuriyetin yıkılması için AKP’ye PKK arka çıktığı gibi Mürid Muhsin’de arka çıkmıştır.
TARLAYI SÜRDÜLER:Muhsin Başkan, tabanını milliyetçi ve aktivist gençlerin oluşturduğu, partinin başındaydı… Türkiye’de işlenen cinayetlerde, “Partisinden olduğu söylenen gençlerin birileri tarafından kullanılmasından çok korkuyordu. O korkusunu paylaşırken, ‘Bizim tarlayı sürmüşler… Haberimiz olmadan…’ demişti...”

Buda çok açık bir durum değerlendirmesidir. MHP’de olduğu gibi BBP’dede yandaşlar, gerekli yada gereksiz eylemlerde kullanılmışlardır.
“Malatya Özel Yetkili 3. Ağır Ceza Mahkemesi ek iddianamesi, Rahip Santoro, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi cinayetlerinin aynı örgüt tarafından işlendiğini yazıyor. Yani, FETÖ’nün emniyet-yargı-ordu içine sızmış adamlarından oluşan bir örgüt...” BBP’lilerde bu konuda kullanıldılar. Kullanıldılar çünkü Mürid Muhsin, başından beri kullanılmıştı.
Cumhurbaşkanlığı araştırma raporu “Düşürülmüş/düşen helikopterden hemen sonra üç asker üniformalı şahsın karakutuyu sökerken çekilmiş fotoğraflarını” ortaya çıkardı. 15 Temmuz FETÖ’nün ülkemizi işgal planı soruşturmasında göz altına alınan bazı polis müdürleri ve komutanlar, ne tesadüf, Muhsin Başkan’ın öldürülmesi olayına da karışmışlardı.”

Sonuç: Muhsin çok kişinin kanına girdi. Bir çok ülkücününde yurdunu yuvasını bozdu. Türkiye’de AKP’nin yönetime gelmesinde çok etkisi oldu.

Çırağan Yokuşu Ülkü Ocağı

türk-islam ülkücülerinin eylemci kanadı

 

Türksüz bir Türkiye’nin yaradılmasında Türk-İslam ülkücülerinin derin etkileri

Bu yazımızın bu baslangıç bölümü akşam gazetesinden bir alıntıdır.

 

‘Alparslan Arslan deli numarası yapıyor’

Danıştay saldırısının sanığı Alparslan Arslan, us “akli” dengesinin yerinde olup olmadığının belirlenmesini istedi.

Alparslan Aslan, Mehmet Ali Ağca’nın izinde yürüyör
Alparslan Aslan, Mehmet Ali Ağca’nın izinde yürüyör

Ergenekon davasında, Danıştay saldırısının  sanığı Alparslan Arslan’ın avukatı Oğuz Kayıran, akli dengesinin yerinde olup olmadığının belirlenmesi için Arslan’ın Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’na sevk edilmesini istedi.

Veli Küçük ile elele Türkislam yolundaydı
Veli Küçük ile elele Türkislam yolundaydı

Tutuklu sanık Kenan Özay ise “O, kameralar önünde delililik yapıyor, gülüyor. Duruşma salonu dışında durumu doğal. Deli-meli değil.” dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Ergenekon davasının duruşmasında isteklerin alınmasısürdürüldü. Alparslan Arslan’ın avukatı Oğuz Kayıran, us “akli” dengesinin yerinde olup olmadığının belirlenmesi için savunduğu kişinin Adli Tıp Kurumu’na sevkini istedi. Bu sırada savcı Mehmet Ali Pekgüzel sanığa duyurucu/“mikrofon” verip bu söylediklerinin kayda geçmesini istedi. Bu istek doğrultusunda sanık sözlerini bir kez de duyurucu /“mikrofon” la yineledi.

İşçi Partili bazı sanıkların avukatlığını yürüten Nurperi Sancak da Alparslan Arslan’ın duruşmada tutarsız davranışlarına, kendisine yöneltilen sorularla davaya dahil edildiğine ve izleyici bölümündeki anne ve babasına sövdüğüne şahit olduğunu söyledi. Avukat Sancak, bu nedenle Arslan’ın adli Tıp Kurumu’na sevk edilmesi gerektiğini söyledi.

Avukatların konuşmalarının ardından tutuklu sanıklardan konuşmak isteyenlere söz verildi. Danıştay davasının Ergenekon davasından ayrılmasını isteyen sanık Mehmet Bedri Gültekin, “O zaman iddialar da çöker.” dedi. Gültekin, ayrıca eski Bakan Abdüllatif Şener, eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un da aralarında bulunduğu bazı kişilerin tanık olarak dinlenmesini istediklerini söyledi.

Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, saat 17.00’de tutuklu sanıkların tutukluluk durumları ile ilgili değerlendirme yapacaklarını belirterek bu konuda savcılık makamından görüşünü bildirmesini istedi.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel ise sanıklar hakkındaki kuvvetli suç şüphelerinin devam ettiğini, kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğunu belirterek ilgili yasa gereği tüm sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesini istedi. Daha sonra da Başkan Özese, değerlendirme yapmak için duruşmaya ara verdiklerini açıkladı.

Ancak yarım saat sonra başlayan duruşmada Başkan Özese, bütün sanıkların istek konuşmalarının tamamlanmasının ardından tutukluluk durumları konusunda değerlendirme yapacaklarını belirterek duruşmayı 17 Aralık 2012 tarihine ertelediklerini söyledi.

CİHAN


Buradan sonra birde geriye dönüp Mehmet Ali Ağcayı bir düşünün. Papa 2.john Paul’u vurduktan sonra yakalanmış, içeri düştükten sonra, içeride usunun (akıl) bozuk olduğunu gösteren çıkışlar yapmıştı.

Kendisinin “mesih” olduğunu söylemişti. İsa’ yı, Musa’yı karıştırmıştı.

Onun Papa 2.john Paul’u öldürmesi derin bir düşünceye (ideoloji) dayanıyordu.

Ağca, gizli polisler istedi, islamcilik için eyleme geçti.
Ağca, gizli polisler istedi, islamcilik için eyleme geçti.

 

Adım adım Türk dokusu Türkiye’den kaldırılacak, ülkücülerede Araplaştırılan Türkiye’de sözde derin bir anlam kazandırılmış olacaktı.

 

Ağca, gizli polisler istedi, islamcilik için eyleme geçti.
Ağca, gizli polisler istedi, islamcilik için eyleme geçti.

Mehmet Ali Ağca, Alparslan Arslan başta olmak üzere bazıları bu tuzağa düştüler.

 

Papa 2.john Paul’u vurduran güçler, o günlerde, “Hıristiyanlarda Papalık olduğu gibi bizdede “şeyhülislamlık” olmalıdır.” diye, dedikoduyu türk-islam ülkücüleri arasında yaymışlardı. Buda o günün türk-islam ülkücüsüne sözde uluslararsı bir önem kazandırıyordu.

İkinciden, yine Ağca’yı o günlerde eyleme yitenler, “İstanbul’un başkent olursa bütün yeryüzünden Türkler, oraya engelsiz gelip gidebilecekler, ayrıca Türk mallları, oralara ulaşacak, çok varlıklı olacağız. Türk Birligi kurulacak” diye ortalığa yaydılar.

Durum böyle olunca, türk-islam ülkücüleri bu sözde türklük, özde islam açılımına katılmakta gecikmediler.

 

Ne Ağca Papa’yı, nede Alparslan Arslan Danıştay’ı kuru kuruya basmadı.

O olaylara benzer, öldürme olayları, bu günkü Amerika ile Avrupa destekli AaKePe yönetimini başımıza oturttu. Türk olgusunu Türkiye’den silme işini elele sürdürüyörler.

 

Bu gün Türkiye’de Türk-islam ülkücüsü geçinenler, yukarıda adı geçen iki Türk-islam ülkücüsünü iyi bilirler. Üstelik büyük saygıda gösterirler.

O (Alparslan Arslan) türk-islam ülkücüsü olan kesimin toplantılarına katılırdı. islamcı kesimden olan ülkücü abi geçinenler, ona “komutanım” derlerdi. O Danıştayı basmadan önce Veli Küçük’ün onayı ile ALMA_ATA’ya gitmiş, orada Süleymancı ile Nur cemaatı kesimlerinin konuğu olmuştu.

Olayın ayrıntıları bir sonrakı yazımızda yayınlanacaktır.

 

Abdi İpekçi neden öldürüldü ?

 

Abdi İpekçi ölmeden 30 ile 60 gün önce neden, kim kendisini öldüreceğini yazmıştı, o günlerin milliyet gazetesine iyi bakın.

 

Çırağanyokuşu Ülkü Ocağı

SEYİT AHMET ARVASİ: İslamcı terörün kaynağıdır.

SEYİT AHMET ARVASİ: İslamcı terörün kaynağıdır.

Görsel

Seyit Ahmet Arvasi pek çok konuda değerlendirmelerini, Arapça’da bilinen bilgileri Türkçe’ye aktararak yapmıştır.

(Türk İslam Ülküsü, s.88)

Halk: arapca; yaratık, ölçülebilir varlıktır.

Sonrada Seyit Ahmet Arvasi, kitabında dogrudan tarikat adı vermesede tarikatın bütün yaklaşımlarını kitabında dile getirir. Tarikata bağlanmak “kalp gözü” ile olur, “ruhun dimağa açılan kalp gözüdür diye anlatmaktadır.

Kişi ölünce ruhu ölmez. (Türk islam ülküsü, 89)

Batıdaki “psyche” “pisikologi” bilimini eleştirmektedir.

Batıdaki “ruh”, “piskoloji” bilimini, Batılılar’ın bu alanlarda buluşlarını eleştirdiği gibi sosyoloji alanında olan çalışmaları da yerden yere vuruyordu.

Ülkücü taban o yıllarda yurtlarda, üniversitelerde, yollarda komunistlerle çatışma içinde idiler, adı geçen eseri nerede ise okuyan yoktu. Sonraki yıllardada “Türk İslam Ülküsü”  ülkücü kesimin dilinde bir yenilik olarak anıldı.

Bu kitabında da, Taha Akyol’un Türk-İSLAM Sentezi’nde olduğu gibi tümden Batı karşıtlığı, bir kışkırtma söz konusudur. Bu durumu bütün islamcı kesimdede görmekteyiz. Ancak Seyit Ahmet Arvasi, günlük yaşamında sürekli olarak Batı’da olan gelişmeleri okurdu, çoğu kitabları Türkçe’ye çevirtip okurdu. Onlardan yararlanır idi. (Yüz yüze görüşmelerimizde bize yeni getirttigi kitapları anlatırdı. 1977)

Ancak toplumu devşirmek için onun Batı bilimini yok sayması gerekiyordu. İslamcılık yapabilmek için, toplumu Batı karşıtı yapmaları gerekiyordu.

Sonrada kalkıp Arapça’dan çevirdiği bagnaz görüşlerini, islamcı değer olarak sunuyor. Buda kendi içinde tutarlıdır.

-Doğrudan tarikatı anlatsa, tutunamayacagını, ilgi görmeyeceğini biliyor. Onun için tarikatını islam bilimiyle karıştırarak sunmaktadır. Onun “milli kültür” dediğide yine tarikat kültürü olmaktadır.

Sürekli olarakta dış göz ile iç gözden dem vurur. İç gözü olarak görmeyide, “şeyh”, “mürid” gözü ile görme anlamında anlatmaktadır. Yine öne sürdüğü bütün değerleri, Arapça’dan çevirerek verir. (Kendisi Arap olduğu gibi Arapça kitapları okur, Türkler’e o bilgileri kendisininmiş gibi anlatırdı.)

Bütün Batılı ile Doğulu bilimcileri eleştirip, sonunda bir imamın görüşlerinin üstünlüğünü anlatır. (Türk İslam Ülküsü, s. 98)

Ülkücülere bütün Avrupa biliminin yalan olduğunu bir bir anlatıp, onları olaylara “tarikat” açısından bakmaya çağırır. Bunuda üstü örtülü olarak yapar.

Bir başka yandanda kendisini uluslararası bilime uyan birisi gibi göstermeye çalışır. (Türk İslam Ülküsü, 105)

Bundanda ileri gidip Batı bilimini almayı “emperyalizm”e çalışmak olarak görür. (Türk İslam Ülküsü, 106)

Seyit Ahmet Arvasi’nin içine düştüğü çıkmaz; onun bilim ile din olgularını birbirine karıştırmasıdır. Bilim araştırma-incelemeyi gerektiriken, din bir benimseme (kabul) konusu olduğunu unutur.

* Ben bilimi yok sayan, bilimciyi saygıyla karşılamayan, bu yaklaşımı o dönemde sesini duyurmuş bütün imamlarda görüyordum. Fethullah Gülen hoca, da bu görüşlerle ileri atıldılar. Ancak sonraki yıllarda onun CIA’ya çalıştığı anlaşılacaktı.

Yaklaşım sürekli tek yoldandı. Kızıl komunizm, kara kapitalizm, materyalizm derken, gel islamla şeref kazan, ilahi savaşa katıl…

 Ziya Arpacik nakşibendi-nurcu
Ziya Arpacik nakşibendi-nurcu
 Ziya Arpacik nakşibendi-nurcu
Ziya Arpacik nakşibendi-nurcu

En sonundada “cennet” ile “huriler”e kavuş. ((Türk İslam Ülküsü, 117)

Sonunda gelir; “aşağı ırk”, “üstün ırk” gibi beşer haysiyetini rencide edici teorilerin propagandasına müsaade edilmemelidir.” der.

Buradaki amaçda Türklügümüzle gurur duymamızı önlemek, bizi Araplar la bir tutmaktır.

Sürekli olarak bütün budunların tek kökten oldugunu dile getirerek, Türk’ün özelliğinin olmadığını bilinçaltına yerleştirmeye çalışır. (Türk İslam Ülküsü, 118)

Seyit Ahmet Arvasi’nin işi, gücü ırkların birbirine karışmaları, genel ırk oluşumudur, karışmayan ırkları iyi saymaz. (Türk İslam Ülküsü, s.119)

Türkiye’de değişik ırkların olduğundan bunların birbirine karışmasından mutluluk duymakta, yok olan Türk varlığının iyi sonuçlarından söz etmektedir. Sonuçta karışık bir Fransız gibi karışık bir Türk budunu oluşmasını sevinçle karşılar. (s.119)

“Başka milletlere, ırklara düşmanlık duyguları hiç süphesiz sapıklıktır.” der (Türk İslam Ülküsü.120)

S.A.Arvasi, bir yandan Avrupalılarla, ABD’lilerle evlenmelere karşı çıkarken öbür yanda Doğulular’ın, Türk, Arap, Fars yada Orta Asya Türkleri’nin birbirleri ile evliliklerini istemektedir. Çünkü, üstü örtülü olarak büyük doğunun oluşmasını savunmaktadır. Budun “millet” anlayısıda “ümmet”e dayanmaktadır.

“içtimai ırk” diye bir söz uydurmaktadır. Anlatımına göre “Doğulu halkların birleşimi” olmaktadır. (Türk İslam Ülküsü, 120)

Ülkücü kesimi, kendine çekebilmek için sürekli olarak, komunizm ile kapitalizme karşı çıkıyor, içi boş bir milliyetçiliği savunuyor. 3 Mayısı bile sıradan bir milliyetçi tepki olarak görüyor. (Türk İslam Ülküsü, 124-125)

Türkleri, düzenli olarak, islam bölgelerindeki olaylara çekmek istemekte olduğu açıktır. Türkler’i, Türk bölgelerini, müslümanların ezildikleri bölgeleri görmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. (Türk İslam Ülküsü, 128-129)

Burada tutarsızlık başlıyor. Önce uluslararası “enternational” olan değerlere karşı çıkıyor, sonra uluslarası islama arka çıkıyor.  “İslamiyet  üniversel (alemşumul) bir davettir. Irkları ve milletleri hem kabul ve tastik eder, hemde islam kardeşliği içinde işbirliği yapmaya çağırır.” (Türk İslam Ülküsü, s.130-131)

Ona göre takvalı bir zenci Müslüman üstündür, ancak müslüman olmayan yada takvası olmayan bir Türk yok sayılmaktadır. Şerefli olmak bile takvada aranmaktadır.

Bu ne demektir?  Biz Türkleri bölmek, Araplarla karıştırıp, Arapların koruyucuları yapmaktır.

Özellikle törelerimize “adetlerimize” saldırmakta, soyculuk yapmamızı yerden yere vurmaktadır. Ustaca önce kendine milliyetçi adını koyuyor. Sonrada “milliyetçiliği” yerden yere vuruyor. (Türk İslam Ülküsü, s.131-132)

Türk kardaşlığına son vererek, Arap kardaşlığına kapı açılıyor. Araplar’ın müslüman olanlara “rum”a Arapca El-Rumi dendigini, bir Fars’a El Faris’i dendigini övünerek anlatıyor. Bizimde El Türki olabilecegimiz vurgulanıyor. (Türk İslam Ülküsü, s. 132)

Bir yandan komunizme bir yandan kapitalizme vuruyor, buna karşıda çözüm olarak “islam” adı altında “Büyük Doğu”culuğu öne atıyor. Ustaca Türklüğe yaklaşıyor. Bütün konuları gündeme getirip, sonunda “Toplumda bulunan haksız uygulamalar göz önüne getirilip, “mücahit” yetiştirilmesine devletin desteğini beklemektedir. (Türk İslam Ülküsü, s.260-261)

Bir yerde kadınların çalışmalarına karşı çıkıyor. Kadını bir çocuk fabrikası gibi görüyor. Buda Arap kültüründe önemli yer tutar. Komunist uygulamalarda kadının yalnız çalıştırıldığını söylemktedir. Anlaşılıyorki, bir tek sosyalist bölgeye gitmemiş. Kadınlar oralarda toplumda etkendiler. O günlerde bizlerde Rusya’da kadınların namuzsuz yapıldıgını söylerlerdi. Rusya’da kişilik yetkinlikleri, etkinlikleri azdı ancak, kadın konusundaki değerlendirmeler CIA’nin kara yaklaşımının eseri idi. Onun içinde Arvasi’nin Komunizmle mücadele dernekleri ile uyumlu görüşleri vardı. Çok üzücüdür ancak sağlıklı kişilerin, okumuşların, bilinçli kişilerin uygun bulamayacağı biçimde Batı ile Kommunizmi yerden yere vurarak, onları yok sayarak, “Büyük Doğuculuk” düşüncesini “islam” diye ülkücülerin başlarına yerleştirmeye çalışıyor. (Türk İslam Ülküsü, s.162, 163)

Batılıların “pedofil” (çocuklarla seks yapan) dedikleri, küçük yaştaki kızların baba izni ile evliliklerine destek veriyor. Bu arada yaşı 18 e gelmiş bir kız için izin gerek yoksa, onlar çocuk sayılmıyorsa, baba izni nedir? (Türk İslam Ülküsü, s.172)

“islamiyet kadının savaş yapmak mükellefiyetini kaldırmıştır.”  (Türk İslam Ülküsü, s.175)

Mehir savunulmaktadır. (Türk İslam Ülküsü, s.176)

Kadınların, kara çarşava bürünmelerinide ince bir ayarla savunmaktadır. Saçlar, gözler, başlar kapanacak diyor. (Türk İslam Ülküsü, s.180)

Arvasi’nin bütün bu özellikleri Türklüğe terstir.

Marksistler le ülkücüleri yan yana koyarak: “Marksistlerin devrim tutkusu olduğunu, ülkücülerin “kendine dönüş” hareketi olduğunu anlatır.

Demekki, ülkücüler devşirilmeliydi. (s.187)

Yine amacı ülkücüleri Araplaştırmak, yine “cihad” çağrısı.

“tam teslimiyet” tabiata ve cemiyete “özledigimiz nizamı” hakim kılmaktır. (Türk İslam Ülküsü, s.195)

Cihad çağrısı gecikmiyor. İnananları ”mal ve canları ile allah yolunda savaşmaya” davet. (Türk İslam Ülküsü, s.202)

Sıradan bir ülkücü idi. Seyit Ahmet Arvasi'yi tanıdı (taliban) tetorist oldu.
Sıradan bir ülkücü idi. Seyit Ahmet Arvasi’yi tanıdı (taliban) tetorist oldu.

Bundan sonrada ağzındaki bakla çıkıyor.

öyle muhteşem bir sevgi ile ‘üstadına” bağlanmalıdır.”, “kendini yok bilmelidir.”, “fenafis-şeyh’ olmalıdır.

Üstadın (Seyhin) yanında “fenafil ihvan” “biz” (tarikat demek istiyor) haline gelmelidir. Fenafillah mertebesindeki “veli’ kadar Allah’ta yok olmuştur. Kendine gelmeyi küfür bilir. (s.202) İslamiyet “sadece allah icin savaşmanızı istemektedir.” (Türk İslam Ülküsü, s.202)

Sonra bakıyoruz, Türkleri bir Hizbullahçı çizgiye çekiyor.

Seyit Ahmet Arvasi, diğer Türk-İslamcılar gibi yapıyor, başta Taha Akyol, Namık Kemal Zeybek, Yavuz Bülent Bakiler olmak üzere kendi bilgi alanları dışında yazılar yazıyorlar, ülkücü tabansa okumayan, yazmayan kişilerden oluşuyor. Söyleneni olduğu gibi alıyor. Onlara göre ülkücünün bilmediği olmaz. Seyit Ahmet Arvasi’de dil konusuna girmiş saçmalamış. Halk; sözünün Türkçe anlamını bile tümden anlamadığı ortadadır. Ayrıca Avrupa’daki orta tabakaya bakış açısını eleştirmiş. Tümden yanlış yapmıştır. (Türk İslam Ülküsü, s.204-206)

Sonrada giriyor ekonomiye, ekonomiden tarım, sanayi toplumuna, şehirleşmeye, aklınıza gelen bütün konularda uzman gibi yazmış. Şimdi anlıyorum, Seyit Ahmet Arvasi bu alt tabakada neden seviliyor. İslamcıya onun yazdıklarınıda okuyan yok. Dilden dile efsaneşmişti.

Biz Türk – İslam Ülkücüleri Allah’a hamdolsun, inanan insanlarız. Savaşımızda gönül, kafa ve bilek yanyanadır, dilimizde dua, elimizde “kılıç” vardır. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.231, İstanbul)

Beyler, milli kültürümüz ve medeniyetimizi ögrenmek istiyoruz, lütfen yolumuzdan çekiliniz. Yoksa biz yolumuzu açmasını biliriz.” (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.247, İstanbul)

Gecekondu kültürünü tanımıyor. (248)

Uygarlık: sözüne karşı çıkıyor, çünkü Türkçe’si kıt. Türkçe konusunda o öyle dedi, bu böyle dedi deyip duruyor. (Türk İslam Ülküsü, s.250)

“medeniyet ile kültür ne demektir sorusuna bir ilkokul çocugunun verebilecegi ölçüde yanıt veremiyor.

Kültür: tarım, medeniyet: şehir imajını verir. Bu konularda tümden çıkmaz içindedir.

Biz Türk Islam Ülkücüleri “Türk medeniyet tarihini yazan ziya Gökalp’in medeniyette beynelminelci oluşunu yadırgıyoruz.” der. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.252, İstanbul)

“Hak ile batıl” derkende “milli görüş” değerlerini ülkücü söylemlerle dile getirir.

Türk, bütün varlığı ile ve heyecani ile islamiyete koşarken hasretle beklediği dine kavuşmanın mutlulugunu yasamıştır. “Allah’tan başka ilah yoktur” diyen, “CIHAD” emri ile ‘alplık” ruhunu besleyen, öte yandan “hak yolda” alimlerin akıttıgı mürekkebi, şehit kanından daha mübarek bulan islamiyet, kısa zamanda Türk’ün ruhunu fethetmekle kalmamış, Türk’ü yeniden Türk’e buldurtmuştur. Çünkü, İslamdan önce inzivayı teşvik eden yaşama sevincini yok eden, kitleleri sahte mabutlara ve putlara tapındıran, allah’tan başka gayrı tanrılar edinen dinleri deneyen ve onları yaşarken bunalan Türkoglu, islamda yeniden kendini keşfetmenin heyecanını yaşıyordu. Türk medeniyetine bir üst-sistem olmak isteyen Budizm, Yahudilik ve hristiyanlık itikadları, yalnız milletimizin yapısına ters düşmekle kalmıyor, onu yabancılaştırarak yok ediyordu. Mesela Tabgaçlar, Budizm tesiri ile Çinlileşirken, Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar, Macarlar ve Bulgarlar… da diger dilerin tahribatı ile yabancı kültür ve medeniyetler” arasında eriyip kayboluyordu.” der (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.267, İstanbul)

Bakın Hristiyan Macarlar başta olmak üzere, Tanrıcı Altay, Tuva, Hakas, Yakut, Gagauz, telengit, Teleut, Şorlar bu gün dimdik ayaktadırlar. Arvaside utanacak yüz yoktuki, oraları görsün.

“İslamiyet milli kültür değerlerini inkar ve tahrip etmeden yücelten “alemsumul bir din” (internasyonal demek istiyor) olduğundan ‘milli medeniyetlerin” güçlenmesine büyük imkan sağlar.”

Peki müslüman Iran’da, müslüman Irak’ta, müslüman Süriye’de, Müslüman Afganistan’da yaşayan Türkler ne durumdalar? Onların varlığını bile bilmiyor… Bilsede işine gelmiyor demekki…

Görsel

Bunlarda dua okumaya degilde, resim çektirmeye gelen kışkırtıcılar.

Bunları yazan Ahmet Seyit Arvasi’nin Türkler’i, Türkler’in başka yerlerdeki konumlarını başka dinlerle ilişkilerini bilmediğini iyice anlıyoruz. Adı geçen Türkler’in birisi bile yok olmamış, yaşamlarını sürdürmektedirler. Kumandılar’ın Altay’da bugün bile Kumandı dillini konuştuklarını bilmiyor.

Yeryüzünde ‘laik’ bir medeniyete rastlamazsınız. Her medeniyet, bir dine dayanarak ayakta durur. (Türk İslam Ülküsü, s.268)

Öte yandan yüce dinimiz, “CiHAD”ı (mukaddes savaşı) bütün müminlere farz kılarken, bütün mensuplarını “Allah’ın ordusu” durumunda mütaala eder, islam dininde her mümin aynı zamanda gerektiğinde mukaddes bir savaşçıdır.” der.

İşte islamiyet’in “CIHAD”ı “bütün müminlere farz kılması”

“Müsümanın “özel hayatı”ı bile, bu mukaddes savaşın bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. Müslüman bir savasçı olarak doğar, isim alır, yaşar, ve ölür. Türk-İslam kültür medeniyetindeki “Alp-Erenler” bu ruhun tarihimizdeki ifadesidir.” der, ona göre Türkler Arap fedaisidirler. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk–İslam Ülküsü-1,s.271, İstanbul)

Sonra ABD’yi çok değişik uluslardan oluşuyor diye eleştiriyor. Bu konudada tutarlılık görülmemektedir.

Bu anlayış islamin Türk ahlakına getirdiği alemsumul bir çehredir. (Türk İslam Ülküsü, 277)

S.A. Arvasi’yi uluslararası güçlerin yeşil ayağı olarak görmek doğru olur.

Türkiye’de “milliyetçi geçinenlerin, başlı başına bilgisiz, yeteneksiz oldukları”nıda bu biçikten anlamaktayız.

“yeryüzünde yüzmilyona yakın Türk’ü duygu ve ruh mihverinde birleştiren, aralarında kardeşlik hissini veren kültür unsuru dildir.” (bkz. Ibrahim Kafesoglu, Türk Milliyetçiliği ve Türk Dili adlı makale, Hergün Gazetesi, 12 temmuz 1978) diyor. (281) Kaldıkı Türk düşmanları bile Türkler’in 300 milyona yakın oldugunu bağırarak söylüyorlar. Böylesi yetersiz kaynaklardan beslenen kişilerin CIHAD isteklisi olmasınıda yadırgamamak gerekir.

Dil konusunda ise tümden saçmalık ederek, Osmanlıca ile Türkçe’yi ayırt edemiyor. Ayrıca Osmanlıca konuşan padişahların Türkçe konuştuklarını öne sürüyor. (Türk İslam Ülküsü, 283)

S.A. Arvasi, islamcı olan başka yazarlar gibi, dilde Arapça ile Farsçalaşmanın korunmasını istemektedir. (Türk İslam Ülküsü, 285)

Seyit Arvasi, 300 yıldır dilimize Batı’dan sözler giriyor derken, bir tek canlı örnek veremiyor. Yalnız uydurma sözlere karşı çıkışını güzel anlatabiliyor. (Türk İslam Ülküsü, 286)

Tutarsızlık: Önceki yorumunda berberlerin islamla yönetilmesinden mutlu oldugunu yazıyordu. Bu koskocaman yalandı. Simdide Berberlerin aşiretcilik yaptıklarını yazıyor. (Türk İslam Ülküsü, 290)

Eeh ne bilsin elin köylüsü demek gerek!

Tek millet tek bayrak, tek lider” diyor. Partiye girebilmek için islam ilkelerinden geri adım atıyor. Bunu anlamak olamaz. (291)

ABD ile AB yi yersiz biçimde eleştirmektedir. AB’yide eleştirirken ortaya geçerli bir neden koyamıyor. Sonra yine sözü dönderip, dolaştırıp :”ilay-ı kelimetullah” ve “Niam-ı Alem” davası milletleri islam ile yok etmek deyil “kelime-i tevhid”de birleştirmektir, diyor. (293)

Oguz Kağan ile zulkarnayir konusunda bir molla öyle-böyle yazmış diyor. (195)

Bizim atalarımız, Anadolu’ya geldiklerinde burası bom boşmuş, bunu deyene ne denir? Türkler’de dalga dalga gelip, yerleşmişler. 8. 9.uncu yy. Topluluklar olarak müslüman olan Türkler köylerden sehirlere gelmişler. (Türk İslam Ülküsü, s.298)

Türk-Islam Kültür ve medeniyetinde “mutlak doğru”, “mutlak güzel” ve “mutlak varlık” Allah’tır. İlimde ,sanat ta, din de onu arar, diyor.

Kısacası doğu, güzel, sanatta boştur. Allah yolunda demek istemektedir. (Türk İslam Ülküsü, 310)

Türk-İslam bilimcileri, “ayetleri”, hikmetleri, münasebetleri yakalar” (Türk İslam Ülküsü, 311)

Arvasi’nin sıradan bir şeyhden dervişten ayrılan yanı yoktur.

Batı’da sanat yok, ölü, islamda “kelime-i tevhid” ve “kelime-i sahadet” okunan muhteşem bir islam mabedine döndü. Bütün alem, “vahdet”in sırlarını fısıldar duruma geldi. Sanat din ile birleşti, ‘seyr-i afaki”, “seyr-i enfus-i” ve “seyr-i mutlak” merhalelerini ve tasavvufun sırlarını keşfetmeye başladı.

Yine batı sanatını, bilimini eleştirip, islam bilimi ile sanatını göklere çıkarıp,

Bu işi Allah’a ulaşmak için yapmak gereğini anlatıyor. (Türk İslam Ülküsü, 317)

İslamci terörün kaynagı Seyit Ahmet Arvasi'dir
İslamci terörün kaynagı Seyit Ahmet Arvasi’dir

Buda dua okumaya degilde, dua okur gibi durarak, resim çektirmeye gelenlerden.

Töre konusundada yuvarlak sözler ediyor. Sonundada töreyi yetersiz görüyor. (Türk İslam Ülküsü, 323)

“Peygamberler, veliler, büyük ahlak kahramanları, hep insandaki bu sorumluluk duygusunu parlatmak icin gelmiş ve faaliyet göstermiş bulunmaktadır.” (Türk İslam Ülküsü, 328) Türk törelerini anlatırken, geçiyor islam ahlakına işi oraya bağlıyor. (Türk İslam Ülküsü, 328)

Bu kitabinda “laik” like karşı savaş açmış ancak bunuda üstü kapalı olarak yapmaktadır.

O okuyucuya yalnız Arap törelerini islam adı altında anlatmaktadır.

Sonuçta islam dini: “ kendine aykırı düşmemek şartıyla “milli töre” yi benimser. Milli töreyi arındırarak değiştirir diyor. Burada Türklük bitiriliyor. (Türk İslam Ülküsü, s. 336)

Türk islam Ülküsünde “manevi kalkınma” bizzat insanın ilimle, sanatla, ahlakla, din ile işlenerek yüceltlmesi, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik hayatın en önemli ve temel unsuru durumuna getirilmesi demektir.” diyor.

S. A. Arvasi, Türk-İslam ülkücülerini Allah yolunda savaşanlar olarak anlatıyor. (Türk İslam Ülküsü, 345)

Din eğitimin artırılmasını savunuyor. Bir kişi bir kitap yazmış Avrupa’da din egitimi diye oda onu ele alıyor. Ne acı bir işse Avrupa’da dine dayalı olmayan okullar vardır. Buralarda din min egitimide yoktur. En büyük okul sayısıda bunların elindedir.  (Türk İslam Ülküsü, 185-186)

Din “şeriat” ve “TASAVVUF” olarak bir bütündür. Müslümanlar “seriatçı” ve “tarikatçı” olarak bölünmemelidir. (Türk İslam Ülküsü, 390, ocak-1988, istanbul)

Çok ilginç Türk-İslam Ülkücülüğü, yine S. A. Arvasi’nin “Hasbihal” adlı kitabının yeni, başka bir adla basımıdır. Demekki ülkücü topluluğu aldatabilmek için bir tuzak olmuş. (S.A. Arvasi, Hasbihal, 1. Cilt, 1 baskı, Burak Yayınevi, Istanbul, eylük-1990)

İslam “ilayı kelimetullah” davasını, mümkün olduğu mertebe”barış şartları” içinde” başarmaya çalışır. Kuran-ı kerimde: “insanları”rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni, en güzel (yol) hangisi ise onunla yap” diye emredilir. (bkz. Nahl Suresi; ayet:125) Bununla beraber, bazan savaş kaçınılmaz olur. O zaman düşmana gereken ders verilmelidir. Ancak onlar “aman” dilerlerse “savaş esiri” olarak alınır ve korunurlar.” Yüce kitabımızda şöyle buyurulur.”O küfür edenlerle (savaşta) karşılaştığımız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları mecalsiz bir hale getirdiniz mi, bağı sıkı tutun. Ondan sonra iyilik yapın yahut (fidye) alın.” (Bkz. Muhammed Suresi; ayet:4.) (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.142, Burak Yayınevi-İstanbul)

Gençliğinde ülkücüydü, Necip Fazil Kisakürek ile Seyit Ahmet arvasiyi tanıdı. İslam davası için teröre başladı.
Gençliğinde ülkücüydü, Necip Fazil Kisakürek ile Seyit Ahmet Arvasi’yi tanıdı. İslam davası için teröre başladı.

“komsusu açken, tıka basa yiyen bizden degildir.”(müslim, Buhari)

Batının borsasını olumlu karşılıyor. Hür ekonomi diyor. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.178-179, Burak Yayınevi-İstanbul)

Bilindigi gibi, yüce peygamberimiz, mal ve hizmetlerin fiyatını “narh ile tayin edilmesine” müsaade etmemiş. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.180, Burak Yayınevi-İstanbul)

İslam ve Banka gibi konularda “milli Görüş” gibi görüş bildirmektedir. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.186-187, Burak Yayınevi-İstanbul)

Türkiye’de kişilerin çalışkan olmayışlarının üstünü örtmeye çalışır. Bunuda geçmişte Türkler’in başarılarını anlatarak yapar. Ancak konu bugündür. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.196-197, Burak Yayınevi-İstanbul)

Ben anlıyorum, ülkücüler bu kitabı okumamışlar, okumuyorlarda, çünkü kitabı “milli görüş”ün görüşleri dile getirilmektedir.

Sonuçta Türk İslam Ülkücüsü demek islam düzeni demektir diyor. Şeriat düzeni demek yerine Türk İslam Ülkücüsü Görüşü diyor. Sonuçta bütün konuları islamcı düzene bağlamaktadır. (Türk İslam Ülküsü, 234)

Türk-Islam Ülkücüsü, O, “nizam-ı alem” ve “ilayı kelimetullah” için döğüşendir.”

Türk İslam Ülkücüsü bir mesaj sunmaktadır. Allahtan başka ilah tanımayan Türkoğlu, sahte dinlerin kanlı ideolojilerin, zalim dikdatöryaların, sefil felsefelerin yonttugu bütün “sahte mabutlari” yıkacaktır. (Türk İslam Ülküsü, 238)

Arvasi, Türkler’i açıkça müslüman olmayan Türkler’e karşı savaşa çağırıyor.

“Türk milliyetçiliği, islamın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk’ün mutlulugunu burada arayan bir harekettir. Hiç süphesiz islamiyet, kendine sarılan kadroların, ‘ihlası ölçüsünde” onların yücelmesine yardım edecektir.” diyor. (Türk İslam Ülküsü, 259)

Sözde Türkiye’de islam yokmuş yada öğretilmiyormuş, sözde bizim son bin yılımızı islam belirlemiş. Gerçektende bilimde uzaktan yakından ilgisi olmayan bi biçik yalnızca CİHAD’ın el kitabı durumundadır. (Türk İslam Ülküsü, 259)

“Türk milliyetçiliginin alemşumul davası ve ideolojisi, Allah ve resulunun davasıdır ve bunun adı:islamiyettir.” diyor.  (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.260, Burak Yayınevi-İstanbul)

Türk-Islam ülkücüleri her şeyden önce bir “iman adamı”dır. “sahabi kadrosunun “izinde yürüyen, “peygamber çizgisini titizlikle koruyan, “sünnet yolu”nun büyük müctehidlerinin ve velilerinin taviz vermez takipçisidir. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.260, Burak Yayınevi-İstanbul)

Bu ne demektir? Ülkücü eşittir “derviş”

O adeta “fenafillahın ahlakı” ile ahlaklanmıştır. Bilindigi gibi fenafillah kendine gelmeyi, ben demeyi küfür bilir. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s. 261, Burak Yayınevi-İstanbul)

Bu sözlerde bize S. A. Arvasi’nin ülkücüleri tarikat kurallarına, yasalarına çekmek istemektedir.    

Bütün insanlık, “allah’tan başka Tanrı yoktur. Diye haykırsın. (268)(Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.268, Burak Yayınevi-İstanbul)

“Hiçbir fert ve hiçbir millet feda edilemez, insana ve millete zulm edmeye kalkışan he türlü hareket ve onu temsil eden kadrolar, cezalandırılmaya layıktırlar. Bunlara karşı savaşmak fazilettir.”

(Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.268, Burak Yayınevi-İstanbul)

Burada ülkücüleri silahlı eyleme çagırıyor.

Zulme karşı, kendini köleleştirmek isteyen herşeye karşı, milletlerin direnme ve savaş hakkı vardır. Zaten savaş vardırki, zulümdür; yine savaş vardırki ”mukaddes cihad”dır.

Demokrasıyi tanımıyor, demokrasi yokmuş. (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.272, Burak Yayınevi-İstanbul)

Sonrada islama tam teslimiyet istiyor. (Türk İslam Ülküsü, 278)

İSLAMDA “mülk ve hüküm Allah’ındır.

Açıkça kuran ayetlerı yasa olsun demeye getiriyor. (Türk İslam Ülküsü, 281-282-287)

Buda Atatük’e, Atatürkçülere söyleniyor:

Dramatik insan, “hürriyet ve insanlık”adına savaş verdigini iddia eder. Bu ideale hizmet edenler adına abide ve heykeller diker, madalyalar hazırlar.  (Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü 2, s.294, Burak Yayınevi-İstanbul)

İdeal insanda ayetlere göre yaşayacakmış. (asri saadet) (Türk İslam Ülküsü, 294)

Türk islam Ülkücüsü; “islamın alemşumul prensipleri içinde, yeni bir uyanış öncüsü olmak iddiası ile ortaya çıkmaktadır.”

“islam nizamı’ istiyor. (Türk İslam Ülküsü, 297-299)

“hakimiyet hakkındır.” (Türk İslam Ülküsü, 303)

Din savaşına çagrı: İslam ülküsünde devlet, “Allahtan başka ilah yoktur” ilkesi ile teşkilatlanması demektir.

Sonuçta devlet kuran ayetlerine göre yönetilecektir. Demek istiyor. (317)

Cia +Mit elele; yeni bir ülkücüluk yaratılıyor.

SEYİT AHMET ARVASİ birden bire ortaya çıkarılıyor.

Türkiye kan gölünde iken. Günde onlarca kişi, bilimciler, eğitimciler, bakanlar, başbakanlar vurularak öldürüldüğü bir ortamda Seyit Ahmet Arvasi, ülkücüleri CİHAD’a çağırdı. Böylece ülkücüleri milliyetçilikten, Alperenliğe, şeriat için kavgaya soktu. Kısacası Seyit Ahmet Arvasi, ülkücülügün kanına girdi. Sonraki yıllarda “nizami alemciler” diye bölünmesine, gençlerin tarikatlara koşmalarına yol açmıştır.

Türk-islam Ülkücüsü, galiba insanca yaşamak demek, böyle bir savaşın icinde bulunmak demektir. “sahabi”nin ve “ecdadımızın” Cihada düşkünlüğü buradan geliyordu. (Türk İslam Ülküsü, 323)

Bundan başka ne desin, SERİATÇI olduğunu gösterebilmek için?

“Hakkı hakim kılmak” şeriatı getirmek diyor. Bundanda ileri giderek, şeriatta dış ile iç işlerine kimin bakacağını bile belirtiyor. İslamda milli hakimiyetin yollarını anlatıyor. “riyaset-i Amme

ti umur-i din ve dünya” Veliyül emir, emurul mümin adları verilmiştir. Artık açıkça islam devlet sistemini anlatmıştır. (Türk İslam Ülküsü, 324-325)

Seyit Ahmet Arvasi Türkiye’de şeriatı kurmuş kimse bilmiyor. İşçi, köylü, işveren, yöneticilerin islamda yerleri ne olacaktır onu anlatmış. (Türk İslam Ülküsü, 353)

Görsel

Türk İslam Ülkücüsü, O cehaleti yenmek kadar, bu sömürge aydınlarını da bertaraf etmekle görevlidir.

Bun ne demektir? Ey ülkücü silaha sarıl.

Bunları okuyan okuyucularımız, simdi Ugur Mumcu, Servet Tanilli, Hablemitoglu, ile Danıstay saldırısında Mustafa Yücel Özbilgin’in neden öldürüldüklerini anlayabiliyor mu?

Türban kararını veren Danıştay’a silahlı baskın

Yargıya Türk-İslam sentezci saldırı oluyordu.

Artık, Seyit Ahmet Arvasi’nin ektigi tohumlar yeşermişti.

Oun arkasında bıraktığı dönmelerden biriside Gazi Karabulut’tur. Dernek dernek dolaşıp, konuşmalar yapıyor, üstü örtülü olarakta şeriatçılığı ülkücülere işliyor.

Köstebek: Gazi Karabulut
Köstebek: Gazi Karabulut

 Arkası yarın eklenecektir.

Hüseyin Feyzullah (Alpaslan Türkeş) uyuşturucu ilişkisi_1

{Akyazılılar vakfı, türkeş belgeleri)

Hüseyin Feyzullah (Alpaslan Türkeş)

Sarı Avni için Türk ya da Kürt milliyetçisi, Türk ya da Bulgar solcusuyla ortaklık fark etmezdi. ‘Narko dolar’ın ‘petro dolar’a egemenliği arttıkça yaşananlar kâbusa dönüşecekti. Türkiye, duyduklarına inanmayan insanların ülkesi haline gelecekti

Görsel

Görsel

Türkiye siyasetine egemen olan serbest piyasa ekonomisinin mantığıyla ‘Benim mafyam, senin mafyandan daha iyidir’ dönemi başlıyordu. Artık hiçbir şey daha çok kazanmaktan, daha çok harcamaktan önemli değildi. 
Son model bir Jaguar’ı başbakanın kızına düğün armağanı veren işadamının Oflu 
İsmail’le (Hacısüleymanoğlu) iş ilişkisi de Milano’da 10 kilo esrarla yakalananların üstünden hangi ilin emniyet müdürünün adresi çıktığı da önemsenmeyecekti. 
Sarı Avni ve Behçet Cantürk’le olan dostluğu fotoğraflarla belgelenen (8 Temmuz 1980) albay Ali İhsan Cesur’un ilişkileri onun İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda cumhurbaşkanı danışmanı olarak çalışmasına engel değildi. 
Sarı Avni için Türk ya da Kürt milliyetçisi, Türk ya da Bulgar solcusu, asker-sivil, polis-ajan, savcı-yargıç hiç fark etmiyordu. Örneğin o İsviçreli kaçakçı Paul Waridel’in de, Behçet Cantürk’ün de ortağı olabiliyordu. 
İnanması güçtü ama onun sivil-asker her düzeyde dostları vardı. 
Bağrından dünyanın en zengin hava kuvvetleri komutanını çıkaran Türkiye, bu komutanın yeraltıyla ilişkisinin üstünü başarıyla örtüyordu. TBMM, orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında sessiz kalınca, Şahinkaya için hazırlanan dosya Genelkurmay Başkanı’nın masasının üstünde tozlanmaya mahkûm ediliyordu. İddialar dudak uçuklatıcı boyuttaydı. Son darbenin Hava Kuvvetleri Komutanı’nın Sarı Avni ile, Emniyet Genel Müdürü’nün ise Behçet Cantürk’le konuştuğu söyleniyordu. (Selahattin Delidere’nin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’na 1603-1-1581 sayıyla gönderilen ses bandı.) 
Narko doların petro dolara egemenliği arttıkça yaşananlar kâbusa dönüşecekti. Türkiye duyduklarına inanmayan insanların ülkesi olacaktı. Artık hiçbir şey önemli değildi. 
Dolder toplantısına katılan işadamı Mustafa Kefeli’nin Nesim Malki cinayetinin azmettiricisi olması savı da, Alaattin Çakıcı’yla birlikte Türk Ticaret Bankası skandalının aktörleri arasında yer alması da unutulacaktı. Her gün yeni bir olay ortaya çıkıyor, her yeni olay bir öncekinin üstünü örtüp eskiyi unutturuyordu. 
Mersin’de ele geçen 22 ton esrar ve 638 kilo baz morfin nedeniyle tutuklanan Örfi Çetinkaya‘nın ilişkileri insanın düş gücünün sınırlarını zorluyordu. Türkiye içinde kendini ‘hayır işlerine’ adayan Çetinkaya Makedonya, Bosna ve Arnavutluk’ta da okullar yaptırıyordu. Alparslan Türkeş, Rahşan ve Bülent Ecevit’in öve öve bitiremediği bu okulları ABD’de CIA koruması altında yaşayan Fethullah Gülen’in cemaatine verdiği söyleniyordu. (Saygı Öztürk, 12 Haziran 2000.) Biz unutsak da polis unutmuyor, kim bilir belki de bu savları da araştırıyordu.

Türk Okulları’nın dayandığı iki dayanak vardı. CIA ile eroin kacakçıları.

‘Polis yol verir’ 
Belleklerini kiralamayanlar MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici’nin yaklaşık bir yıl önce “Eroine polis yol verir” dediğini de, “Türkiye’de çok büyük dükkânlar kurulduğunu” söylediğini de elbette anımsıyor. 
Söylenmeyen, bu güvenli yoldan yürüyerek siyasette etkinlik kazananların kimler olduğuydu. Söylenmeyen bu büyük dükkânların büyük ortaklarının siyasal kimlikleriydi. 
Sevgili Neşe Düzel’in Yahnici’yle yaptığı çarpıcı söyleşi (Radikal, 12 Haziran 2000) beklenen etkiyi uyandırmadı. Uyandırmadı çünkü, Abdi İpekçi’nin katili MHP’li ülkücü Mehmet Ali Ağca -büyük bir rastlantı söyleşinin yayımından bir gün sonra Türkiye’deydi. 
Kim anımsar bilinmez ama Ağca, karanlık işlere uyuşturucu ve silah kaçakçılığı dünyasından transfer edilen bir ülkücüydü. Abuzer Uğurlu’nun İstanbul Aksaray bölgesindeki yamağının Ağca olduğunu en başta Yahnici’nin anımsaması gerekirdi. Ağca, Türkeş, mafianın yolları, tarikatta birleşecekti.

Eymür mektubu 
Mehmet Eymür 1985 yılında MİT Müsteşarı Burhanettin Bigalı’ya yazdığı ‘ünlü mektubu’nda bu kirli ilişkileri açıklayacak ipuçları vardı: 
”Bildiğim kadarıyla Abuzer Uğurlu ile resmi ilişkinin kesilmesinden sonra da bazı kişisel temaslar devam etmiştir. Duyduğuma göre Mataracı davasıyla ilgili gözaltına alınan Abuzer Uğurlu’yu, kaçakçılık konularına bakan bir mensubumuz yanında 
İstanbul eski Ülkü Ocakları Başkanı Komando Mustafa olduğu halde, Beşiktaş’ta Abuzer’in Mersedes otomobiliyle, Sadettin Tantan’a teslim etmiş ve ona iyi davranılmasını istemiştir.” 
Abuzer Uğurlu’nun Türkiye’nin kan gölüne çevrildiği 1974-1979 yıllarında Yıldırım takma adıyla kullanıldığını bilmeyen yoktu. 
Ne yaptığı, kimin hesabına çalıştığı artık çok iyi bilinen Bekir Çelenk de aynı yolun yolcusuydu. 
Yahnici’nin Bekir Çelenk-Mehmet Ali Ağca ilişkilerini unutmaması gerekirdi. Uğurlu da, Çelenk de bir eli uyuşturucuda bir eli silahta vakti zamanın iki sıkı ülkücüsüydü. Unutmak/ unutturmak özgürlüğü varsa, anımsamak/anımsatmak özgürlüğü de vardı. 
Uyuşturucu-siyaset ilişkisinin yazılı olmayan tarihinde ‘polisten yol isteyenlerin’ ya da ‘kurulan büyük dükkânların’ özneleri arasında onların her zaman önemli yeri vardı.

Hüseyin Feyzullah (Alparslan Türkeş): Derneklerde Türklük ile ilgili egilimler yavaş yavaş yok edilirken, islamcı çalışmalar artırılıyordu. İslamcı (tarikatçı, tekkeci, azınlıkçı) anlayış ile birlikte YEŞİL ORDU KURULUYORDU. Artık, Türkeş’in cebine milyarlar doluyor, gencecik Anadolu çocukları sağ sol çatışmalarında ölüyorlardı.

Görsel   Görsel

İki kaçakçı vekil 
O yıllarda MHP Niğde Senatörü Kudret Bayhan, Fransa’da, MSP Diyarbakır Milletvekili Halit Kahraman Almanya’da uyuşturucu taşırken yakalanıyordu. Siyaset kulislerinde MSP’li Kahraman’ın MHP’yle ilişkisi konuşuluyordu. MSP’li Oğuzhan Asiltürk uyuşturucu işinde MSP’nin değil, MHP’nin izleri olduğunu savlıyordu: 
”Halit Kahraman’ın Diyarbakır’da bir türlü örgütlenemeyen MHP’nin il örgütünü kurmak için çalıştığını, bu sebeple Hüseyin Feyzullah (Alpaslan Türkeş)’le temasta olduğunu, hatta Türkeş’le yemek yerken çektirdikleri bir fotoğrafın kendilerinde olduğunu, Halit Kahraman’da yakalanan eroinlerin MHP’lilerle ilgili olabileceğini, bilindiği gibi CKMP’nin MHP olarak değiştiğini, CKMP Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu‘nun eroin kaçakçılığından on yıl ağır hapse mahkûm edildiğini, aynı şekilde Senatör Kudret Bayhan’ın Fransa’da eroinle yakalanıp on beş yıla mahkûm olduğunu, Halit Kahraman’ın bunlarla irtibatlı olabileceğini anlatıyordu” (Mustafa Yiğit, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı İnterpol Avrupa İcra Kurulu üyesi.) 
1978’lere gelindiğinde CHP’li İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e bildiklerin anlatan MHP’nin Avrupa örgütlenmesinden sorumlu olan Lokman Kondakçı‘ya göre İstanbul’da bir ilçe başkanı uyuşturucu işi yapıyordu: 
”Bu eroin meselesini biz düşündük. MHP Bakırköy İlçe Başkanı var. O bu işi yapar. Ben Federasyon başkanıyken bana şunu söyledi: ‘Berlin’de bir adam var, esrar kaçırdı. Bu işi parti için yaptı. Kendisine yardımcı olmamız lazım‘ dedi. Bu intikal etti bize. Yani eroinle ilgili bazı şeyler vardı. “Bizim camiada yaklaşan iç savaş için silah temin etmek amacıyla para bulma arzusu her dönemde vardı. Parayı en kolay bulmanın yolu eroindi.” 
Alpaslan Türkeş’in ölümünden sonra İngiliz The Guardian gazetesinde ilginç bir haber vardı: 
”Aradan geçen 20 yıl süresince kanıtlar gösteriyor ki, Bozkurtların yarı resmi silahlı çeteleri tetikçi olarak eylem yapmaya başladılar. Bunların finansmanı uyuşturucu ticaretinden karşılanıyordu. Ayrıca uyuşturucu ticaretiyle ilgili bir kısım bilgilerden bir kısım politikacının haberi vardı.” (10 Nisan 1997) 
***

Darbeci komutanın Sarı Avni’si 
Bağrından dünyanın en zengin hava kuvvetleri komutanını çıkaran Türkiye, bu komutanın yeraltıyla ilişkisinin üstünü başarıyla örtüyordu. TBMM, Orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında sessiz kaldı. İddialar dudak uçuklatıcı boyuttaydı. Son darbenin havacı komutanının kaçakçı Sarı Avni ile konuştuğu söyleniyordu 
***

’12 Mart’ta haşhaş vardı’ 
1960’lı yılların sonunda Amerikan gençliğinin düştüğü uyuşturucu bataklığı dünya jandarmasını harekete geçirdi. ABD yönetimi, içinde Türkiye’ nin de bulunduğu bazı ülkelerden haşhaş ekimini yasaklanmasını 
istedi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi William 
J. Handley, Başbakan Süleyman Demirel’le haşhaş ekim yasağı konusunda ‘sert ve tehditkâr’ bir üslupla konuşunca kendini ‘kapının dışında’ bulacaktı. 
12 Mart yönetiminin Başbakanı Nihat Erim, ABD’nin istemi doğrultusunda haşhaş ekimini tüm yurtta yasakladı. Demirel hükümetlerinin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in yıllar sonra “12 Mart’ta CIA vardı, haşhaş vardı” açıklaması uyuşturucu-siyaset ilişkilerinde bir dönüm noktası olmalıydı. Olmadı. 
12 Mart rejiminin yarattığı toplumsal muhalefet rüzgârlarıyla iktidara gelen CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, yasağı sınırlı olarak deldi ve dört ilde yürürlükte olan haşhaş ekimi yasağını kaldırdı. (1 Temmuz 1974) 
MHP lideri Alpaslan Türkeş’in görüşlerine göre ise ‘haşhaş ekimine yeniden izin vermek nümayişkâr bir biçimde ele alınmış, Amerika’ya karşı bir meydan okuma şekline çevrilmişti.” 
Haşhaş ekimi konusunda ABD’ye kafa tutmak yanlıştı. Türkeş’e göre ilk yapılacak işhaşhaş konusu başta olmak üzere Amerika ile acele müzakerelere girişmek ve aramızdaki eski dostane samimiyet ve yakın işbirliğini kurmak‘ olmalıydı. (17 Temmuz 1974)

Alişan Satılmış nereye koşuyor?

KIZIL ALMA dan YEŞİL ALMA’YA geçiş.
Alişan Satılmış, ülkücülerin yazlarını kışa, kırmızı almalarını yeşile çevirdi.
Alişan Satılmış, ülkücülerin yazlarını kışa, kırmızı almalarını yeşile çevirdi.

 

 

Alişan Satılmış, yalakalarıyla kabadayılık yolunda. Cek-senet, başörtüsü çatışması onun geleneğidir.
Alişan Satılmış, yalakalarıyla kabadayılık yolunda. Cek-senet, başörtüsü çatışması onun geleneğidir.

Alişan Satılmış nereye koşuyor?

Yeşilkuşakülkücüsü

Ülkü Ocakları’nın ocağına su dökerek söndürenler, günlerdir saçma sapan yazılar yazarak, kendilerince ülkücü tabanı etkilemeye çalışıyorlar. Tarikatci, tekkeci, “Allah yolunun yolcusu”,Yeşil kuşak ülkücüsü, AKP’nin değirmenine su taşıyan değirmenci Alişan Satılmış’ta Yeşil kuşak görevini bu biçimde yapanlar arasında yerini almıştır.

Bu onların en temel yetkileridir. Kimse onlara neden böyle yazdınız diye soramaz. Olay düşünce özgürlügüne girer. Üstelik yazdıkları yer bir AĞLAMA DUVARIdır. (Ağlama duvarlarını adlarını yakında buradan okuayabileceksiniz.)

Ayrıca yazı yazmalarının sağlandığı yerde  bir anlamda dedikodu kazanı, bir başka anlamdada  üfürükçülerin “sözde ülkücüler” ağlama duvarıdır. Ağlayanlar çoğaldıkça duvarda dayanacak yer kalmıyor, yer kalmadıkçada yeni ağlama duvarları yapıyorlar.

Bir anlamdada yaptıkları duvarlara yazı yazmanın ötesinde tapınmayada başlıyorlar.

Bunada diyecek sözümüz yok. Olay din özgürlügüne girer.

Soz Alişan Satılmış’a gelince: Görevde iken, Ülkü Ocakları’nı yemyeşil yapmaya ant işmişti, Atatürk’ün resimlerini indirtip, yerine Necip Fazıl’ın resimlerini koydurtmuştu, çünkü şeyhlerinede bu sözü vermişti, ancak kullanım günü çabuk geçmişti. Arkasında tekkeleştirdiği ocakları bırakıp gitti, gittide gidişini içine sindiremeyip, gece gündüz, yeniden dernekleri ele geçirebilmek için ortaklar aramayı sürdürdü, şimdide sürdürüyor. (Muhsin Yazıcıoğlu: ülkücüleri tarikata bağlayarak, tarikatlardan milyonları almıştı. Alişan ise, bu işi ağzına yüzüne bulaştırdı. Sonuçta derneklerden kapı dışarı edildi, uğrunda ülkü ocaklarını (tekkeye çevirdiği şeyhleride kendisini kişi yerine koymayıverdiler.) Ağla Alisan ağla…

Bu arada ülkücüler uyanmaya başlıyor, kuyruğu sıkışan köstebeklerde çıkarları için birleşmeye başlıyorlar.

Bunun dışında ülkücü kamuoyu, bir tek görüşte birleşerek, Bak, bak, bak;“-kimler bizleri yönetmiş?” diyerek kendi parmaklarını ısırıyorlar.

Çünkü, bütün ülkücülerin bildikleri, Alişan Satılmış (neden satıldığı açık),

Ülkü Ocakları Başkanı olduğu dönemde;

–      Adı “pavyonlar, haraç, kabadayılık” ile anılıyordu.

–      Özbek Türkleri’ne, onlar Türk değildir diyerek, açıklama yapıyordu.

–      Ülkü Ocakları, bütün yurtta yukarıdan aşağıya bilgisiz beceriksiz gençlere veriliyordu. Türk sözü nerede ise unutturulmuştu.

–      Ülkü Ocakları’nı, tarikatların zikir dergahına döndürmüştü.

–      Ülkü Ocakları Başkanlığı’nı yapanlar, kendine kalkan ederek, ona buna dayılık ediyordu.

– Ülkü Ocakları’na, bütün yurtta Fethullah Gülenciler’in sızmasna göz yummuştu.

Yeşilkuşak ülkücüsü:Alişan Satılmış

Bunları uzatmaya gerek yok, durum böylece aydınlanmıştır.

Bütün bunlara Alişan Satılmış’ın (neden satıldığı açık) doğru bir Türkçe yazamadığı, aşağıdaki yazısından anlaşılacaktır. Demek, onun Ülkü Ocakları’na başkan edimesi yanlıştı. Sözü uzatmaya gerek yok. Ağlama duvarına bakın, kimler yan yana gelmişler? Neden yanyana gelmişler?

Göz ucuyla inceleyince, tümününde Ülkü Ocakları’nı bir ekmek teknesi olarak görmüş olduklarını, çıkarları bozulduğu içinde inim inim inlediklerini göreceksiniz.

Bu arada başarıız, beceriksiz, kullanım günü geçmiş bütün eskimiş ülkücüleri kışkırtan  gizli AKP köstebeği kim?Hocaefendi istedi diye MHP'ye savas acan k

Yoksa ne işleri olabilirki AĞLAMA DUVARINDA?

Siz bu yazıda adı geçen Alişan Satılmış adının yerine sırasıyla ağlama duvarında adı geçenlerin adlarını yazın, bütün yolların AĞLAMA DUVARIna çıktığını göreceksiniz.

Bir açıklama:

Amerikan elçiliğinden birisi, kendisinin görevden alınmasını MHP yönetiminden istemişmiş. Bu olay Alişan Satılmış’ı aklamaya yetmez. ABD önce kendisine yol açmıştı, yeri geldi, geri çekti. Bu gün ABD’ye küfür edenlerin çoğununda ABD’ci olduğunu, Türkiye’yi yönetenlerinde geçmişte ABD’ye karşı göründüklerini unutmayalım. Geçmişte ABD’ye karşı söylemleri ile müslümanları etkileyen Gülen’in bu gün CIA’nın kucagında olduğunu düşünerek, olayı yeşilkuşak çizgisinde değerlendirmemiz gerekmektedir.

Bu konuda Berhan Şimşek ABD’nin bir değirmencisi olan, “Başbakan Erdoğan’ı Amerika’nın getirdiğini öne süren” Kılıçdaroğlu’na TESEV üyeliğinden istifa etmesi çağrısında bulundu. Şimşek, şunları söyledi:  Madem Tayyip’i Amerika getirdi, TESEV üyeliğinden istifa et, neden Soros’un kurumuna üyesin? O zaman, Soros’un kurumuna üye olduğunda Amerika karşıtlığın inandırıcı olmuyor.”

Amerika’nın karşı çıktığı kişiler, sütten çıkmış akkaşık degildirler.

Alişan Satılmış başörtülüleri savunmak için “Ne resmi alanı lan” demişti. Kim için başörtülüler için, şimdi Alisan Satılmış’a soralım. Eğer siz başörtüsünü savunuyorsanız, neden karıniza başörtüsü taktırmıyor sunuz?

Alişan Satılmış, bozkurtları tilkiye çevirip görevini yaptı, gitti.

Alişan Satılmış dönemi, Ülkü Ocakları'nın tekkelere, çetelere dönüşüp, Türk adının ırkçı sayıldığı günlerdir.
Alişan Satılmış dönemi, Ülkü Ocakları’nın tekkelere, çetelere dönüşüp, Türk adının ırkçı sayıldığı günlerdir.
Alişan Satılmış dönemi, Ülkü Ocakları'nın tekkelere, çetelere dönüşüp, Türk adının ırkçı sayıldığı günlerdir.
Alişan Satılmış dönemi, Ülkü Ocakları’nın tekkelere, çetelere dönüşüp, Türk adının ırkçı sayıldığı günlerdir.


tarikatlar

Alişan Satılmış yıllarca başörtüsü için uğraştı. Başörtüsüzleri orospu olarak niteledi. Eee yıllar sonra eşi basörtüsüz geziyor. Müslümanlık, şeriat diyor çünkü türklük açısından bilgisi yok. Onun arkasına düşen salak, kendisini bilmez 4 çakala bakınca, onlarında dengesiz oldukları görülecektir.
Alişan Satılmış yıllarca başörtüsü için uğraştı. Başörtüsüzleri orospu olarak niteledi. Eee yıllar sonra eşi basörtüsüz geziyor. Müslümanlık, şeriat diyor çünkü türklük açısından bilgisi yok. Onun arkasına düşen salak, kendisini bilmez 4 çakala bakınca, onlarında dengesiz oldukları görülecektir.

Alişan Satılmış

Kullandığı Türkçe’ye bir bakın! Ülkü Ocakları’nın kuaran kursuna neden çevrildiğini anlamak için uzaga gitmeye gerek yok!

“Mişli” geçmiş zaman üzerinden okuma yapıp…

Yorumculuk-ta- bulunmak!

Düşüncenin değil,psikolojinin üzerine değer

yükleyip,işaretlemede bulunmaktır.

Her türlü tartışma, daha baştan düşüncenin

duruşuna yabancıdır.

Tartışmanın rolü düşüncenin rolü değildir.

Çünkü düşünce, ancak bir şey için, konuşan şeyi

izlediği zaman düşünür.

Her saldırı sözcüğünün, burada bir şeyi korumaktan

başka bir anlamı yoktur.

Düşünceyi bırakıp,tartışma adına,

psikolojik duruşla, dünde, bu gün

yorumu yapmak!

Süreçte oluşan farkı, abesle iştigal ettirip,

duvarcılık misyonuyla;

“Hal’e” şerh düşmektir.

Dünümüz kara,bu günümüz kapkara,

yarınımız kömür karası, olsa da…

Bunların hepsi, tartışma adına, ancak

ve ancak, yorum yüklemidir.

Ve empati adına yapıldığından,asla temel

doğru hükmünde değildir.

Bir başkasının “Ben’inde” kendi”Ben’ini”

konuşturmak, başkasının yerine,

” Hapşırabilmek”demektir.

Mümkünmü?

Deneyim, yanılmadır;”Buyurun!”

Deneyimi yanılmadan ayırıp,

düşünceyle ilişkilendirenler…

Seyri, fikirle bağlantı larlar.

Bağlantı, aynı zamanda irtibat demektir.

İrtibatta,itibar;Hatrın hakkı adına değil,

hakkın hatırı, adınadır.

Kendini siğaya çekmiş,otokontrolünü devreye sokmuş,

tekamüliyetle buluşmuş, düşünce adına;

İrade bayanımıza dün şerhiyle…

”Ama dün farklı duruyordunuz,”

diyenlere, söyleyeceğimiz;

“Evet dün askerdik,bu gün hür generaliz.

demenin sakıncası nedir?

Geviş getirme de, marifet arayan,

ey “Ker”kafalılar!

Dedik ya;

Tartışmanın rolü,düşüncenin rolü

değildir.

Yol,yolcu,yoluna bakmak, izdüşüm kurgusun da,

yorumculuğu empatiyle harmanlamak…

Başkasının yerine hapşırabilmektir.

Böyle bir kapasiteniz varsa…

Kartvizit izinizi aldık,külahımızı çıkarıp,

masaya koyduk.

O sizi dinliyor.

“Heyecanlı,heyecanlı anlatın…”

Onuncu köye avdet etmek için de;

Hayret ve hayranlığın spastik duruşuna,

“nanik” çekmek gerekir.

Daha ötesi, ”Sotak”göstermektir.

Tartışmadan nemalanmak için,

yorumculuk yapan tarama özürlülere;

Düşüncenin kırmızı kartıdır,bu refera

Ülkücü ile Türk-İslam Ülkücüsü 2

Ülkücüler, ne idiler, ne oldular, ne olacaklar? Türk-İslam Ülkücülüğü nedir?
Bilmek isteyenler buraya gelsin…

* Ülkücüler,  Türk budununun dirliği ile birliği için çalışan kimselerdir.

Mit ile Cia’nın kurdurduğu bölücü ülkücüler:

* Türk-İslam Sentezcileri

* Türk-İslam Ülkücüleri

* Nizam-ı Alem Ülkücüleri

* Alperenler

* Başbuğ Alparslan Türkeş’in Askerleri

* Şeriyyeciler (Gazi Üniversitesi Ülkücüleri)

* Büyük Doğucu Ülkücüler

* Kudüs Orduları Ülkücüleri

* Özgür Milli-Ülkü Hareketi