Fetö’cüler iş başına

Bu günlerde basın yayına tartışmalara çıkan gerek MHPli gerek AKP yandaşları, karşısında bulunanların görüş düşüncelerini açıklamalarını önlemeye sık sık da düzeltmeye kalkışıyorlar. Eğer başka görüşlü kişiler, AKP yada MHP yöneticilerinin yanlışlarını söylerlerse, gerçi genelde yalnızca Erdoğan ile AKP yönetimine yönelik eleştiriler oluyor. Sonrası AKP ile MHP yandaşları karşısındakına “sen böyle diyemezsin, sen bu konuyu dillendiremezsin, sen kimsin, Erdogan’a dil uzatıyorsun? Diyörler.”

Üstelik konuyu evirip, çevirip Kemal Kılıçtarogluna getirip, “o Erdoğan’a öyle, böyle diyemez” diyörler.

Erdoğan’ın yurtseverliği, eleştirilemezliğini dile getiriyörler.

Çok ilginç karşılarında tartışmak için oturanların neyi konuşacağını AKP ile MHP liler belirlemeye kalkıyorlar. Bunu halk görüyör, izliyor, AKP ile MHP’nin Türkiye’yi nereye götürmeye çalıştıklarını anlıyor. Onun içinde AKP ile MHP liler baskıcı oldukları ölçüdede oy kaybına uğruyorlar.

Bende “Durun bakalım, Erdoğan değil mi? Andımızı yasaklayan? Erdoğan değil mi TC yazılarını kaldıran?” diye soruyorum.

Uzatmayalım unutan unuttu ancak ben unutmadım. Türkiye’nin yaşamı boyunca Türkiye’yi Batı’ya yazılı olarak karalıyan, Avrupa’nın Türkiye’ye el atarak, özgürlüklerin genişletilmeye zorlanmasını, tarikat, tekkelere çok özgürlük verilmesi, islamcı çalışmaların engellenmesinin önüne geçilmesini isteyen iki kişi olmuştur.

  1. Abdullah Gül, 2. Recep Tayyip Erdoğan (Onların başvuruları 2000 yılı öncesine dayanıyor.)

Bunda bir başka satılmışlıkta şimdiki Dış İşleri Bakanı ile Egemen Bağış Avrupa Parlamentosu’nda Ermeni yasası tartışılır iken Türkiye’yi kollayan değil, Türkiye’ye karşı girisimlerde bulunmuşlardı. O dönemdede AKP PKK dayanışmasının temelleri atılmıştı.

Şimdi gerek AKP gerek MHP yandaşları (bunlar ülkücü olamazlar) geçmişte Türk elimizin karşısında yer alanları bu gün yurtsever olarak pazarlayamazlar.

Burada AKP’nin Türkeli’nin    altını ne biçimde oyduğunu, bu günkü Suriye sorunu Erdoğan’ın yarattığını anlatmaya kalksam burada yer kalmaz.

Cumhuriyet kutlamaları AKP yandaşlarını çılgına çevirdi.

AKP oylarını yitirdikçe, gelecek genel seçimlerde yenilenecegini anladıkça çıldırıyor. Yazık AKP’yi destekleyen yazarlarda gercekten acınacak duruma düşüyörl.r. AKP ile MHP’liler MIT yönlendirmesi ile çıktıkları bütün yayınlarda sürekli CHP’ye saldırıyorlar. Olağan dışı bir durum oluşuyor.

Demek, MİT gelecek seçimleri CHP’nin kazanacağını düşünüyör.

Bende ne demek istedim? Bir gün gelipte MHP, bu yurdu soyup soğana çeviren AKP’ye arka çıkarmıydı? Uyanın beyler Türkiye iyi yönetilemiyor…

Bütün FETÖ’cüler yavaş, yavaş bırakılıyor. İyide AKP ye arka çıkan sizler kör müsünüz?

Fetö'cüler iş başına
Fetö’cüler iş başına

Cavit Orhan Tütengil, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Onat Kutlar

 

Cavit Orhan Tütengil, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Onat Kutlar’ı kim mi öldürdü?

Mustafa Bolat: “Biz Allah rızası için alllahın nizamını kurana değin, bu aydın geçinen serefsizlerin kanlarını dökeceğiz”
Mustafa Bolat: “Biz Allah rızası için alllahın nizamını kurana değin, bu aydın geçinen serefsizlerin kanlarını dökeceğiz (1978)”

Yazılması en güç yazıda böyle bir yazıdır. Sayın Barış Terkoğlu, elinden geldiğince, dili döndüğünce Türkiye’nin yetkin aydınlarının öldürülmelerini aydınlatmaya calışmış. İyide etmiş, ancak bazı konular, ya iyi aydınlanmamış, yada sayın yazar, gizli kalmış bazı olayları görememiş.

Bende katkı olsun diye olayla ilgili bildiklerimi ekleyeyim.

Bana göre öldürülme olaylarının belirlenme yeri CIA ile Avrupa Bilgi Toplama Kuruluşları’dır. Mossat’da bunlara arka çıkmıştır. Türk mitindende bazıları uygulamayı sağlattırıyorlardı.

Sayın yazar, bu öldürme olaylarında kullanılmış olan kişilerin (ülkücüler) öldürme olaylarından önce yada sonra İran’a gittiklerini yada İran ile ilişkide oldukları gerçeğinden, sanıkların İran’ca yönetildiklerini ileri sürmektedir.

Olaya dışarıdan bakınca olay öyle gelişiyor ancak, gazın ayağı öyle değil.

İran terör yaparak karşıtlarını öldürüyor. Bu doğrudur.

İran bazı sanıklara alt yapıda sağlamakta idi. Ancak, olayı Cia ile A.B görevlileri belirliyor. Sanıklarıda yine onlar İran ile ilişkiye girmelerini sağlıyorlardı.

Bunun en canlı örneğide Mehmet Ali Ağca’nın eylemlerinde görmüş olduk. Oda ilk eylemi olan Milliyet Yazarı Abdi Ipekçi’yi sözde yahudi diye öldürmüştü. Sonrada göz göre göre “Ben Papa Joun Paul ‘u öldüreceğim diye bağıra çağıra Avrupa’ya gitti. Orada gereki ön çalışmalar yapıldı, sonuçta Papa’ya saldırdı.

Ağca, Papa Jean Paul'u öldürünce, bunun time yararı oldu? Avrupa ile ABD'nin.
Ağca, Pope John Paul II‘u öldürünce, bunun time yararı oldu? Avrupa ile ABD’nin.
Ağca, Papa Jean Paul'u öldürünce, bunun time yararı oldu? Avrupa ile ABD'nin.
Ağca, Papa “ John Paul II‘u öldürünce, bunun time yararı oldu? Avrupa ile ABD’nin.

Ancak, burada o Avrupa’ya gitmeden önce İran’a da gitti. Bu gidişinide bilerek sağa sola duyurmuştu. Bakın saldırıdan önce İran’a gittiği bilinince olayı İran’a yıkanlarda oldu. Durun iş bitmedi. Ayrıca yargılama sırasında Rusya (o dönemde Bulgarlar Rusya’ya bağlı idi) ile ilişkide olduğunuda ortaya attı.

Batı, ülkücülerin eliyle aydınları öldürtüyor, sanıklarında İran ile ilişkilerini elaltından duyuruyordu. İran. adını kullanıp öldürme olayları karartılıyordu.

Bu bir, ikincisi, Uğur Mumcu’yu öldürenlerden birisi olan Oguz …..,

Oğuz’u mit izliyor, çok yakınında olsada onu tutmuyor, kaçmasını sağlıyor. Ondan sonrada yurt dışına çıkışı sağlanıyor. İlginçtir. Avrupa’ya iner inmezde kendisini Hizbullah (İran) a yakın kişiler karşılıyorlar. Avrupa’lı yetkililerde onu çok sıcak karşılıyorlar. Ona çok çabuk oturma izni veriyorlar. Üstelik sağlığa uygun evde veriyorlar. Olay unutulup gidiyor.

Hablemitoglu öldürülünce CIA ile BND'nin önündeki engeller kalktıı
Hablemitoglu öldürülünce CIA ile BND’nin önündeki engeller kalktıı

Gelelim, Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi olayına,

Hablamitoglu’nun öldürülmesi olayında da izler bizi CIA + AB (gizli bilgi toplama kuruluşları) na götüryör.

Kısaca, Hablemitoglu’nun kendi ağzından söylediği en iyi arkadaşı kim imiş ? M. Tütüncü diye birisi imiş. İyide oda kim imiş ?

Paul B. Henze: Mehmet Tütüncü'nün yoldaşı
Paul B. Henze: Mehmet Tütüncü’nün yoldaşı

O CIA’nın yöneticilerinden (Paul Henze)  ile birlikte çalışan, Din Ayet’çe giderleri karşılanan, PKK’nın ileri gelenleri ile içli dışlı, üstelikte Kürt Bağımsızlık Örgütleri ile ilgili .atılıların eserlerini elden ele dağıtan, turancı-türkçü takılan birisidir. O dönemde Din Ayet CIA- AB gizli güçlerince nerede ise içi boşaltılmış idi. Hablamitoglu bir yandan Fetö ile tartışır iken, öbür yandada arkasını Din – Ayet’e dayamıştı. O da biliyordu, o dönemde Dinayet te Fethullahçılar cirit atıyorlardı. Ayrıca yine Mehmet Tütüncü ülkücü kuruluşlarla yakın ilişki içinde idi. (BND’nin gizli raporundan alınan bilgiler/Gulen/ulkucu/milli gorus/hizbullah/5234-190-2005-27)

Bu öldürme olaylarında çoğunlukta ülkücüler kullanıldı, yada Hizbullahçılardan seçilen kişiler önce ülkücü gösterildiler, sonrada eylemlere sokuldular.

Cengiz Ayhan: Türkeş bize Batılılar'ın çıkarları için aydınları öldürttü.
Cengiz Ayhan: Türkeş bize Batılılar’ın çıkarları için aydınları öldürttü.

Sonuç ; öldürme olaylarının yararları kimlere dokunmuşsa öldürme işlerini onlar yaptılar. ABD’nin Türkiye’de yapmak istedikleri ile Hablemitoglu’nun görüşleri, yaptığı yayınlar uyuşmuyordu.

Bu öldürme olayında Gülenci kesim etken yer Aldı ancak onlarda CIA’nın verdiği görev geregi olarak bu olayda etken oldular.  

Öyle ise yolların açılması gerekiyordu. Yollar ABD’ye açıldı ancak yüreklerde yandı…

Ek bilgi: öldürülmeden kırk gün önce bir kişi (C.A.) kendisi ile görüşüp, yakınında bulunan kişilerin derin ilişkilerini söylediğinde verdiği karşılık ilginçti.  “Ben bastığım durduğum yerlere, görüştüğüm kişilerede çok güveniyorum.”

+ Şehir dışındayım, onun için yazıyı burda kesiyörüm, arkası gelecek.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Barış Terkoğlu

 

Ahmet Taner Kışlalı’nın üzerine çarpı atanlar

21 Ekim 2019 Pazartesi

Her zamanki gibi sabah erken kalktı. Masanın başına oturdu. 09.28’de “Kınıyorum!” diye başlayan yazısını gazeteye faksladı. Bir aylık bebeğine son kez baktı, 09.35’te evden çıktı. Eşine, “Ben arabayıısıtayım, iki üç dakika sonra gelirsiniz” dedi. Titiz bir adamdı. Onu takip edenler de bunu biliyordu. Arabasının üzerinde gazete kâğıdına sarılı bira kutusunu görünce alacağını tahmin ediyorlardı. Öyle de oldu. 09.40’ta bomba patladı. Sol kolu o an koptu. Göğsünden biri 0.8 santim, öbürü 0.2 santim çapında metal parçalar çıktı. Sol koltuk altına 5 santimlik çivi girmişti. 10.25’te öldüğü açıklandı.
20 yıl önce bugün vahşice katledilen Ahmet Taner Kışlalı, son yazısını tam da bu yazıyı okuduğunuz sayfada yayımlansın diye yazmıştı. Kendisinin okuyamayacağını düşünüyor muydu? Evet.
Kışlalı’nın katlinin ertesi günü Cumhuriyet’in manşetinde Cavit Orhan Tütengil, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Onat Kutlar’ın fotoğrafları Kışlalı’nın yanında duruyordu. Hepsi, savundukları fikirlerin bedelini ölümle ödemişlerdi. Kışlalı, “Hedef olmuşsanız artık kaçışınız yoktur” sözüyle “ihtimali” açıkça söylüyordu. Önceden “arabayı ısıtmak” aslında ailesini korumak içindi.
Ölümünden sadece 5 ay önce Akit gazetesinde üzerine çarpı atılmış bir fotoğrafı basılmıştı. “Yuh pişkin zorba” yazıyordu.“Zorba Kemalist gemi azıya aldı” başlığıyla hedef gösteriliyordu.
Kışlalı’dan 4 yıl önce katledilen Gümüşhane Barosu Başkanı Ali Günday’ı da ölümünden önce Akit hedef göstermişti. Kışlalı’dan 7 yıl sonra Danıştay üyelerinin fotoğrafı aynı şekilde cinayet öncesinde Akit’te basılmıştı.
Cumhuriyet’in başyazısında cinayetin ertesi günü şöyle yazıyordu: “Devletin ve hükümetin gözleri önünde Cumhuriyet yazarları birbiri ardına öldürülüyorlar. Cumhuriyet’te yazarlık yapmak, ölümle sınava girmek anlamı kazanıyor”.
Kışlalı’nın katilleri yakalanıp suçlarını itiraf ettiklerinde ortaya çıktı. Bahriye Üçok’u ve Kışlalı’yı öldüren bombaları hazırlayan aynı kişiydi. Onlarla birlikte Uğur Mumcu’yu, Muammer Aksoy’u öldüren ise aynı örgüt, İran bağlantılı “Tevhid-Selam ve Kudüs Ordusu”ydu. Cinayetleri ellerini kollarını sallayarak işlemişlerdi. Nedense dokunanları olmamıştı.

 

Fotoğrafa çarpı atan kim çıktı? 
20 yıl sonra Akit’teki o çarpılı fotoğrafa bir daha baktım. Hazırlayanın “Abdullah Birisi” olduğu yazıyordu. Tabii ki sahte bir isimdi. Peki, adını saklayan bu “sahteci” kimdi? Sürpriz olmadı: Yılmaz Yalçıner.
Kim miydi?
68 gençliği onu devrimcilere karşı saldırı eylemlerinde başı çeken bir ülkücü olarak hatırlıyor. 1974’te ise ülkücülükten tövbe edip yolunu İslamcılığa çevirdi. Bir ara Kadir Mısıroğlu ile birlikte Sebil dergisinde görüldü. 1978’de Şura’yı, ardından Tevhid dergilerini çıkardı. Niyeti İran’daki İslamcı dalgayı Türkiye’ye taşımaktı. Kendisi de “İran devriminin Türkiye’deki sözcüsü” olduklarını söylüyordu. Geçmişte ülkücülere yaptığı gibi, bu kez İslamcı gençleri radikal eylemlere sevk ediyordu.
Yalçıner, 14 Ekim 1980 günü bir grup arkadaşıyla silahla uçak kaçırdı. Niyetleri anlattıklarına göre uçağı İran’a götürerek “hicret etmek”ti. Uçakta yaşanan çatışmada iki insan öldü. Yalçıner, 36 yıl hapis cezası aldı. Diyarbakır Cezaevi’nde kaldı. Cezaevi’ni yönetenler Yalçıner’i “pek seviyor” olacaklar, hapiste yatan solculara zorunlu din dersi verdiriyorlardı. Yalçıner, Özal dönemi affıyla 11 yıl 7 ay sonra çıktı. Bir süre sonra Akit’te yazar oldu.
AKP-FETÖ ortaklığı döneminde Yalçıner, bir kez daha yön değiştirdi. Bu kez İran karşıtı olmuştu. “Yanlışlıkla başarılı olsaydık, mazallah Türkiye’yi de İran misali bir diktatörlüğe sürüklemiş olacaktık” diye geçmişini reddetti, “ılımlı İslamcı-demokrat” maskesi taktı. Bir ara Fethullahçıların Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın toplantılarında göründü. Kumpasları destekledi. Derken, “Keşke hiçbir şey yapmasaydım da Mehdi’yi bekler gibi Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını, AK Parti’yi bekleseydim” diyecek kadar “Reisçi” oldu.

Kemalizmin açık düşmanları
Katillere parmağıyla Kışlalı’yı gösteren şaibeli şahsın İrancılık’tan bugüne uzanan çizgisi özetle böyle. Tutarsız görünebilir. Ancak son derece tutarlı. Bu da öldürülen aydınların çizgisinde saklı. Zira Cumhuriyetin ve Atatürk’ün düşmanları, kendilerine, döneme göre isim ve kılıf bulmakta zorlu çekmiyor.
Aydın cinayetleri beden değil, fikir cinayetidir. Kışlalı “yürüyen Kemalizm”di. Ona kastedenler Kemalizmi öldürmek istemişti. Haliyle, Kışlalı’yı bir fotoğraf olarak değil, bir fikir olarak yaşatmak ancak Cumhuriyet devrimciliğini ayakta tutmakla mümkündür. 
Kışlalı, düşmanlarına şöyle seslenmişti:
Eğer Türkiye’de bir din devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal’e saldırmanız elbette ki tutarlıdır. Eğer Türkiye’nin bir bölgesini ayırıp ırkçı bir devlet kurmak peşindeyseniz, Mustafa Kemal’e saldırmanın elbette tutarlı bir yanı vardır.
Bu sayfanın mürekkebine karışan kan Ahmet Taner Kışlalı’nındı. 20 yıl önce bir kez öldü. Şimdi ciğerindeki son nefesi bin ciğerde ve hep mücadeleyle yaşatma zamanı.

Ana Sayfa » Havacılık Haberleri » UÇAĞI NEDEN KAÇIRMAK İSTEDİ?

12 Aralık 2011, Pazartesi 08:29:43

UÇAĞI NEDEN KAÇIRMAK İSTEDİ?

1980 yılında 3 arkadaşı ile birlikte bir yolcu uçağını Tahran’a kaçırma teşebbüsünde bulunan Yılmaz Yalçıner, 11 yıl 7 ay hapis yattı. Yalçıner, şimdi geriye baktığında “İyi ki başarısız olmuşuz. Başarsaydık daha büyük yanlışlara imza atacaktık. İran rejimini tahkim etme durumuna düşecektik” dedi.

Gazeteci-yazar Yılmaz Yalçıner, 1946 yılında Ankara’da doğdu. Gençlik yıllarında ülkücü hareketin içinde oldu. Sonraki yıllarda İslamcı bir çizgiye kayan Yalçıner, 1980 darbesinin hemen ardından Mekki Yassıkaya, Hasan Güneşer ve Ömer Yorulmaz’la birlikte uçak kaçırarak Tahran’a gitme teşebbüsünde bulundu.

Bu olay başarısızlığa uğrasa da çok ses getirdi. Diyarbakır Cezaevi’nde geçen 11 yıl 7 ay sonunda serbest kalan Yılmaz Yalçıner gazeteciliğe devam etti. Şimdilerde siyasetten elini eteğini çekmiş, bir sahil kasabasında dingin ve huzurlu günler yaşıyor. Yalçıner 32 yıl süren sessizliğini bozup ilk kez gazetemize uçak kaçırmaya neden teşebbüs ettiklerini, neler yaşadıklarını anlattı.

Yalçıner herkes gibi ülke için en iyisini yapma gayreti ile doğru bildiği yoldan yürümüş. Şimdi geriye baktığında yaptıklarını gençlik heyecanı ve cahil cesareti olarak değerlendiriyor. Üstelik o dönemde bunların yapılması gerektiği düşüncelerine de prim vermiyor. Kendini eleştirmekten ve geçmişi değerlendirmekten korkmayan Yalçıner, uçak kaçırma girişimi için “İyi ki başarısız olmuşuz” diyor ve yaşanılanların sevabından da günahından da payını alacağını ifade ediyor.

Neden uçak kaçırmak istedi?

O tarihlerde 163. Madde İslami manada en ufak bir yazıyı, çiziyi hemen cezalandırmak imkanı veriyordu. Dolayısıyla her iki gazetem de toplatılıyor, yazar çizerlerine karşı bu madde kullanılıyordu. Biz yazı işleri müdürleri olarak yazarları korumak için, ifade verirken “Bu yazıyı onun adına ben yazdım” diyorduk. Bu nedenle ben 10 yıl ceza yemiştim. Ömer Yorulmaz hapse girdi çıktı. Darbe de hemen ardından gelince ülkeyi terk etmek şıkkıyla karşı karşıya kaldık. Gazetecilerin büyük bir kısmı bir yolunu bulup ülkenin dışına çıkmaya çalıştılar. Bize pasaport vermiyorlardı. Her darbe devrinde olduğu gibi halk rejime yara-nabilmek için birbirini ispiyonlamaya başladı. Hayat hakkı bulamaz hale gelince çareyi kaçmakta bulduk ve bir uçak kaçırarak bu işi yapabileceğimizi düşündük.

İBRET OLSUN DİYE 36 YIL VERDİLER

Ama başarılı olamadınız.

İyi ki olamadık. Başarılı olsaydık, spekülasyon yapmak istemiyorum ama daha büyük yanlışlar olabilirdi. İran rejimini tahkim etmek durumuna düşecektim.

Nasıl oldu kaçırma olayı?

Uçak havalandıktan sonra Yalova üzerindeyken elimde 6.35 bir silahla kokpite girdim. Uçağı ele geçirdim. Silahı kullanmama da hiç ihtiyaç olmadı.

Ama gerektiği zaman da kullanmayı göze almıştınız değil mi?

Yoo, hiçbir zaman da basmadım tetiğine. Bizi büyük bir çatışmayla ele geçirdiklerini söylediler ama biz çatışmadık. Bugün Ergenekon’dan dolayı yargılanan Korkut Eken’in yönetiminde bir tim uçağa girdi sabaha karşı. 2 tane insanın da ölmesine sebep verdiler. Allah rahmet etsin. Ben aylar sonra duruşmalarda haberdar oldum öldüklerinden. Vücutlarından askeri mermiler çıkmış. Zaten bizim silahımızla ölen olsaydı bizi asarlardı. Bize de işlediğimiz suçun karşılığı olarak değil de ibret olsun diye 36 yıl verdiler. Biz 1991 yılında Turgut Özal’ın kısmi affıyla, 11 yıl 7 ay yattıktan sonra çıktık.

O an hiç korku ya da heyecan hissetmediniz mi?

Daha önce demiştim cahil cüretkar olur diye. Gençlik heyecanı vardı. Her şeyin üstesinden gelebileceğimize inanıyorduk.

(Yeni Şafak)

 

 

M.SUDİ KOCAİMAMOĞLU

27 June 2015 ·

SBF ÜLKÜ OCAĞI VE YILMAZ YALÇINER OLAYI

27 Mayıs ihtilalinin planlayıcıları arasında yer alan Albay Alpaslan Türkeş, Milli Birlik komitesinde çıkan ihtilaf nedeniyle 14’lerle beraber yurtdışına sürgüne gönderilmişti. İki yıl sonra Türkiye’ye dönerek siyaset yapmak üzere 31 Mart 1965 yılında CKMP’ye girdiler. Aynı yıl yapılan kongrede Genel başkan şeçildi. Parti tüzüğünde değişiklik yaparak, ortaya attıkları 9 ışık doktrininin yer almasını sağladılar. Türkeş, 1965 seçimlerinde Ankara Milletvekili seçildi. Taraftarları tarafından da Başbuğ ilan edildi. CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi), 1969 yılındaki kongresinde de Milliyetçi Hareket Partisi adını alacak, üç hilali amblemi olarak kabul edecektir.
O yıllarda, Alpaslan Türkeş’in kızı Seven Bige Türkeş, Mülkiyede okuyordu ve sınıf arkadaşımızdı. 1966 yılı ortaları idi. Alpaslan Türkeş’in konferans vermek ve 9 ışık doktrinini anlatmak üzere Mülkiyeye geleceği duyurusu yapılmıştı. Yanılmıyorsam Ülkü Derneği, Mehmet Şahin ve onunla birlikte birkaç Mülkiyeli arkadaşımız davet etmişti. Küçük anfiye gittik. Dışarıdan dinlemeye gelen 20-30 kişinin yanı sıra Fakülteden de 30’a yakın kişi gelmişti. Aralarında ben de vardım. Alpaslan Türkeş konferansını verdikten sonra sorularla kendisini bir hayli sıkıştırdık. Kendince cevaplar verdi. Bu arada taraftarlarından “Başbuğ, başbuğ” tezahüratları yapılmasına karşın bazı arkadaşlarımızın uygunsuz birkaç el hareketi ve aleyhte tezahürat yapması üzerine, diğer arkadaşlarımızla beraber Alpaslan Türkeş’in burada misafir olduğunu asla böyle bir şey yapılmasının doğru olmadığını söyledik. Yanlış hareketler kesildi. Geldiği gibi sessizce ayrıldı.
1965-1966 ders yılı sonlarında Kulüplerin panoları yanında bir de Ülkü Derneği panosu konulmuştu. 1966 yılında Hür Düşünce Kulübü başkanı olan Ömer Çetinkaya, Ülkü Derneğinin kurucusunun Nazım Dumlu olduğunu söyler. Ancak Derneğin fazla bir faaliyeti yoktu. Nazım Dumlu da birkaç ay sonra, 1966 Haziran’ında mezun olmuştu. 1967 yılında Panoda Mehmet Şahin arkadaşımızın yazıları çıkmaya başladı. Ülkü Derneği, CKMP paralelinde milliyetçi görüşlere sahip olmakla beraber çok aktif değildi. Esasen birkaç kişinin dışında üyesi de yoktu. 1967-1968 yılında Yılmaz Yalçıner adlı öğrencinin birinci sınıfa kaydını yaptırmasıyla Ülkü Derneğinde bir hareket görülmeye başladı. Panoda saldırgan yazılar çıkmaya başlamıştı. Şiddetli sol ve komünist düşmanlığı yanında, zaman zaman “Sahte milliyetçiler” diye Hür Düşünce Kulübü mensuplarına da bindiriyorlardı. Yılmaz Yalçıner bir röportajında Ülkü Ocağını kendisinin kurduğunu söylemesine karşın, dernek ondan önce kurulmuştu. Ancak Yılmaz Yalçıner zamanında Ülkü Derneği, Ülkü Ocağı adını alıp diğer Fakültelerde de örgütlenmeye başlamıştı. Bir ara okullarda Milliyetçi Toplumcular adıyla MHP paralelinde dernekler kurulsa da, daha sonra onlar da isimlerini değiştirerek Ülkü Ocakları adını almışlardır. Görüldüğü gibi Fikir Kulüpleri, Hür Düşünce Kulüpleri, Sosyal Demokrasi dernekleri gibi Ülkü Ocaklarının da kuruluş yeri Mülkiye olmuştur. Yılmaz Yalçıner radikal bir gençti. Her yerde Alpaslan Türkeş’in yanında görülüyordu. Ülkü Ocağının çok az üyesi vardı. Yılmaz Yalçıner de bir röportajında SBF’de üç arkadaşı ile Ocağı kurduğunu anlatıyordu. Yılmaz’ın panoda saldırgan yazıları ve Hür Düşünce kulübü mensuplarını suçlaması üzerine, Mehmet Keçeciler, Hasan Celal Güzel ile beraber Yılmaz’ı bir köşeye çekerek, ikaz ettiklerini , “Fakülteyi birbirine katma, sonra seni pencereden atıverirler, haberin olsun” dediklerini ve Dernek başkanı Uluç’a bu adamın provokatif hareketlerini anlattıklarını ve engel olunmasını istediklerini, söylüyorlar. Fikir Kulübünden arkadaşlar da derneğe çekerek Yılmaz’ı ikaz ederler. Yine Yılmaz’ın panoda herkese hakaret eden yazıları devam etmektedir. Mehmet Keçeçiler; “Fakültenin yanında Seyhan Düğün Salonu vardı. Türkeş oraya konferans vermeye gelirdi. Hasan Celal Güzel ile birlikte gittik. Kapıda Alpaslan Türkeş’ çevirdik, ve “sizin Partinizden Yılmaz Yalçıner diye bir adam var. Fakülteye bu yıl girdi. Tam Provokatör. Herkesi birbirine kattı. Partinizi ve milliyetçileri iyi temsil edemiyor” dedik. Alpaslan Türkeş, genel başkan yardımcısı Seyhan Dündar’a dönerek “Bu adama gerekli uyarıyı yapın” dedi.
1968 Haziranında mezun olmuş, İçişleri Bakanlığına girerek Ankara Valiliği Maiyet Memurluğu görevine başlamıştım. Ancak nişanlım Gülbün’ün okulu devam ettiği için okulla ve yurtla ilişkim kesilmemişti. Hemen hemen her gün gidip, geliyordum. Okul, Ekim ayında açıldığında Yılmaz yine de tahrik edici yazılarına devam etmekteydi. Bu arada da Yusuf Küpeli FKF Başkanı seçilmişti. Bir gece birkaç arkadaşı ile Ülkü Ocaklarına ait panonun cam çerçevelerini kırarak indirirler. O sırada SBF Fikir Kulübü Başkanı olan Muharrem Kılıç anlatıyor; “ Mümtaz Soysal, Dekan Yardımcısı idi. Seminer hocam olduğu için beni severdi ve yakın ilişkilerimiz vardı. Bizim kulübün ve benim bilgim içerisinde, Ülkü Ocağının panosunun camlarının kırıldığını düşünmüş. Beni çağırarak, “sizin adamlar Ülkü ocağının panosunun camlarını kırmışlar”, dedi. “Hocam, bizim böyle bir kulüp kararımız yok. Haber aldım, üzgünüm, bizim kulüp üyesi bazı arkadaşlar yapmışlar”, dedim. Mümtaz hoca; “Siz bu düzenin muhaliflerisiniz. Bu düzene muhalefet etmek için sizin demokrasiye ihtiyacınız var. Demokrasi sizin işinizi kolaylaştırır. Sizler böyle davranmakla ne kazanıyorsunuz. Demokrasiyi ortadan kaldırarak onların istediğini yapıyorsunuz”. Öğrendiğime göre, panoyu indirenlerin başında Yusuf ile Mahir varmış”.
Bu arada Ülkücüler, Kurtuluş semtinde bulunan Niğde Yurdunda hakimiyet sağlamışlar, daha sonra da Cebeci’deki site yurduna saldırarak ele geçirmişlerdi. Hepsinin başında Yılmaz Yalçıner olduğu söyleniyordu. Yılmaz, SBF’deki Ülkü Ocağı panosunun indirilmesini hazmedemez, okulun arkasındaki Mülkiye yurdunu basmaya karar verir, 68 yılı Aralık sonunda herkesin dışarıda veya yılbaşı tatilinde olduğunu düşündüğü bir Pazar günü, yurdu basmaya karar verir. CKMP ilçe teşkilatı Fakültenin karşısında bir yerlerdeydi. Henüz MHP ismini almamıştı. SBF yurdunu basmak üzere partinin önünde toplanmaya başlarlar. Bu arada oradan geçmekte olan bir Mülkiyeli, toplananların kendi aralarındaki konuşmalardan yurdu basacaklarını öğrenir. Hemen yurda koşar. Yusuf Küpeli o sırada kantindedir. Yusuf’a durumu anlatır. Yurtta kaç kişi varsa hepsini toplarlar, 40-50 kişi olmuşlardır. Sopalar çıkarılır. Buldukları taş ve tuğlaları asma kata stok ederler. Yusuf Küpeli bulduğu bir zinciri de beline dolar. Kantine ve okuma salonuna gizlenerek beklemeye başlarlar. Site ve Niğde yurtlarından toplanan 50 kişilik ülkücü bir grup, başlarında Yılmaz Yalçıner ile yurda gelirler, bakarlar ortalıkta hiç kalabalık yok. Bu arada tanıdıkları birkaç gazeteciyi de çağırmışlardır. Mülkiye yurdunun işgalini belgeleyip, ertesi günü gazetelerde haber yapacaklardır. Ana kapıdan geçerek ortaya kadar gelirler, Yılmaz Yalçıner bir masanın üzerine çıkar ve yanında getirdiği sopayı çıkararak ; “ Milliyetçilerin adına Komünistlerin yurdunu teslim alıyorum” der. O sırada asma kattan üstlerine taş ve tuğla parçaları yağmaya başlar, kantin merdivenlerinden inen bir grup başlarında Yusuf Küpeli olmak üzere işgal etme teşebbüsünde bulunan ülkücülere saldırırlar. Üç bir taraftan saldırıya uğrayan ülkücü grup ne olduğunu anlayamadan dayak yiyerek yurttan atılırlar. Özellikle Yusuf’un zincirle, arkadaşlarının sopa ve demir çubuklarla ve asma kattan atılan taş ve tuğla parçaları ile saldırmaları sonucu birçok ülkücü yaralanmıştır. Bu arada Mülkiyeli gençlerden de yaralananlar vardır. Yurdun cam ve çerçeveleri inmiştir.
Ali İhsan Hisarcıoğlu arkadaşımızda anılarında 31. Aralık.1968, Faşistlerin yurt baskını olayını şöyle anlatmaktadır.; “ Ekim 1968 de Mülkiyeden mezun olmuştum ve henüz yurttan ayrılmamıştım. Müfettişlik ve uzmanlık sınavlarına hazırlanıyordum. Gece uzun olacağı için öğleden sonra gelip yatağıma uzandım. Tam dalmak üzereyken odanın kapısı açıldı ve Mahir Çayan içeri girdi. “Uyuyor musun”, “Evet”, “Bende uyuyayım bari”, “Gürültü etme!”. O da yandaki yatağa uzandı. Dalmışım. Gök gürültüsünü andıran bir patlamayla uyandım. Mahir de kalkmıştı. Ne oluyor anlamında birbirimize baktık. Alt katlardaki feryatlar dalga dalga yukarı yükseliyordu. Mahir,” baskın var galiba”, dedi. Fırladık. Ayakkabılarımızı giyerken, gürültü bizim katımıza ulaşmıştı. Koridorda koşarak gelen biri bizim kapının önünde durunca kulak kesildik. Aniden kapı açıldı ve elinde zincir bulunan yeşil parkalı bir genç içeri girdi. Dehşet içindeydi. Zinciri şakırdatarak konuştu. “Ağabey, faşistler yurdu bastı. Aşağıda kan gövdeyi götürüyor. Dışarıya fırladık. Asansörde oyalanacak vakit yoktu, merdivenlerden uçarak indik. Aşağısı savaş alanı gibiydi. Yurdun girişinde tüm camlar kırılmış, ortalık ana baba gününe dönmüştü. Yaralananlar vardı. Öğrenciler ellerindeki zincir ve sopalarla cam kırıkları üzerinde geziniyorlardı. Saldırıyı püskürtmenin sevinci yüzlerinden okunuyordu. Bu olaydan sonra yurtta öğrenciler nöbet tutmaya başladılar”.
Saldırı olayından bir iki saat geçmişti ki, Gülbün’le yurda gelmiştik. Gülbün üstünü değiştirdikten sonra dışarı çıkacaktık. Yılbaşı olması nedeniyle arkadaşlarımızla dışarıda eğlenmeyi planlıyorduk. Yurda girdiğimizde karşılaştığımız manzara, cam çerçeve inmiş, ortada taş ve tuğla kırıkları, yerlerde kan lekeleri. Çok şaşırmıştım. Hizmetli arkadaşlardan karşılaştığım birisine “Burada ne oldu” diye, sordum. O da bana “yurdu faşistler bastı, bizimkiler püskürttüler” dedi. Gülbünü kızlar kısmına bıraktıktan sonra, kantine geldim. Kantinde heyecanlı bir kalabalık vardı. Bir kenarda Yusuf Küpeli, Mahir Çayan ve arkadaşları oturuyorlardı. “Geçmiş olsun Yusuf, şimdi duydum, neler olmuş” dedim. Yusuf da “Bizim okula geçen yıl giren Yılmaz Yalçıner isimli bir faşist provokatör var. Site yurdunu ele geçirdiler, ya. Bizim yurdu da kolay ele geçireceklerini sandılar. Kafalarını gözlerini kırıp, attık, yalnız Yılmaz’ı yakalayamadık. O…nun çocuğu, en önde o kaçtı. Sıkıyorsa Yılmaz faşisti okula gelsin, bakalım. Onun okul hayatını bitireceğiz” dedi. Bu arada arkadaşları kendi aralarında faşistlerin tekrar yurdu basabileceklerini ve geceleri nöbet tutulması gereğini, tartışıyorlardı. Daha sonra “Sizlere kolay gelsin” diyerek kantinden ayrıldım. Kızlar kısmından Gülbün’ü de alarak dışarı çıktım. Yurda bu saldırı tadımızı kaçırmış, eğlenecek hal bırakmamıştı. Arkadaşlarla bir restorana giderek yemek yedik.
Yılmaz’ın bu yurt baskını olayı okul ve yurtta büyük bir tepki ile karşılanmış ve sağcı ve solcusuyla tüm okul, Yılmaz Yalçıner’e nefret duymaya başlamışlardı. Kimse öğrencisi olduğu okulun yurdunu bastırmayı kabullenemiyordu. Yılmaz, bir süre okula gelemedi. Zaten okula geldiğinde, kötü bir şeylerle karşılaşabileceği haberleri kendisine de ulaşıyordu. Deli cesareti derler ya, bir gün Yılmaz çıkar, ders saatinde okula gelir ve derse girer. Birinci sınıfta iki yıllıktır. Ders büyük anfide yapılmaktadır. Kürsüde Anayasa’ya Giriş dersini anlatan Prof. Muammer Aksoy vardır. Sınıfta bir anda homurtular başlamıştır. Bu arada derse girdiğini gören birkaç kişi diğer sınıflara haber verirler. Ders zili çalmadan büyük anfinin önü öğrencilerle dolmuştur. Kapı açılır, Muammer hocanın şaşkın bakışları arasında içeri girmeye başlarlar. Yılmaz’ı dışarı çağırırlar. Yılmaz başına gelecekleri anlar, yerinden kalkarak hızla Muammer Aksoy’a doğru koşmaya başlar. Bu sırada sağdan soldan koşan öğrenciler vurmaya başlamışlardır. Bir hayli darbe alarak Muammer Aksoy’un ayaklarına kendini atar, ”Hocam beni öldürecekler” der. Muammer hoca üzerine kapanarak kürsünün altına sokar. Öğrencilere “Ona vurmayın bana vurun, beni ezmeden, ona bir şey yapamazsınız” diye bağırmaktadır. Yılmaz’a vururlarken Muammer hoca da yanlışlıkla birkaç darbe alır. Öğrencilerin Muammer hocaya büyük saygıları vardır, dururlar. Bu kargaşa sırasında üst sınıfta bulunan ve haberi alır almaz büyük anfiye koşan Sosyal Demokrasi Derneği Başkanı Sahir Kocak’ta; “Anfinin kapısından girdiğimde Muammer Aksoy’u, Yılmaz’ın üzerine kapaklanmış bir vaziyette gördüm. Kürsünün alt aralığından korkmuş bir köpek gibi Yılmaz’ın gözleri görülüyordu. Onu aslında Muammer hoca kurtarmıştı. Yoksa ölüsü çıkardı, oradan” demektedir. Bu arada başta Dekan, hocalar olmak üzere görevliler yetişirler. Yılmaz’ı oradan çıkarırlar. Bir ambulansa bindirerek, Ankara hastanesine götürüp, yatırırlar. Bacaklarına ve vücuduna darbeler aldığı için birkaç gün hastanede yatar. Mülkiye öğrencilerinin üzerinde hem fikir olduğu şey, Muammer Aksoy olmasaydı, Yılmaz darp edilmekten kurtulamazdı, derler. Muammer Aksoy, öğrencisi de olan Yılmaz’ın hayatını kurtarmıştır.
Bu olayı okula uğradığımda arkadaşlar anlatmışlardı. İki gün sonra Milliyet gazetesinde bir haber okudum. Hastanede yatan Yılmaz’ın resmi vardı. Haber başlığında da “Beni Muammer Aksoy dövdürdü” yazıyordu. Haberin içeriği, Yılmaz’ın ağzından anlatılıyordu. Milliyetçi olduğu içi komünist öğrencilerin derste kendilerine saldırdığını, kendisini kurtarması için “hocam beni komünistler öldürecekler” diyerek, kürsüde ders anlatan Muammer Aksoy’a sığındığını, Muammer Aksoy’un üstüne kapanarak, sözde “ona vurmayın, bana vurun” dediğini, eliyle de aşağıdan vurun diye işaret ettiğini, söylüyordu. Yılmaz, yüzlerce kişinin gözleri önünde olan olayı yine ajite etmiş, yalan söyleyerek, hayatını kurtaran Muammer hocaya iftira atmaktan çekinmemişti.
Yılmaz bu olaydan sonra bir daha Mülkiye’ye gelemedi. Ülkü ocağı da kapandı. Yılmaz Yalçıner bir süre MHP de Türkeş’in arkasında koruma polisi gibi göründü. 1974 yılında, her ne kadar kendisi MHP ile “kan uyuşmazlığımız başladı, ben ayrıldım” dese de, MHP, Yılmaz’ı daha fazla taşıyamadığı için partiden attı. 1974 yılından sonra Yılmaz Yalçıner, dinci camianın içerisinde görülmektedir. Bir röportajında ; MHP’den ayrıldığı sırada Başbakanlık muhabirliği yaptığını, daha sonra oradan da ayrılarak, hasbelkader Demirel’ci gazetelerde çalıştığını ve pek para alamadığını, kendisi için yeşil türbe olarak gördüğü Milli gazetede çalışmak istediğini, Milli gazeteden fazla bir ücret veremeyeceklerini, isterse arada bir yazılarını gönderebileceklerini söylediklerini, anlatır.” Fakat baktım yürümeyecek. İsmail Müftüoğlu “Vesika” dergisini çıkarıyordu. Orada işe başladım. Böylece İslami camianın içine girmiş oldum. Daha sonra Kadir Mısıroğlu beni çıkarttığı “Sebil” dergisine davet etti. 1978 yılında da “Şüra” dergisini kendim çıkardım, arkasında da radikal görüşlü “Tevhit” dergisini çıkardım. O yıllarda İran’daki İslami hareketlerden çok etkilenmiştim. Humeyni’nin Paris’ten Farsça gönderdiği bildiriler, İran Caferilerinin önderlerinden Ali Ekber Mehdipur tarafından Farsçadan Türkçeye tercüme ediliyordu. Bizim Şura dergimizde Cuma günleri yayınlanıyordu. Pazartesi günleri de, Hürriyet gazetesi bizden alıntılar yayınlıyordu. Şura, İran devriminin Türkiye’de temsilcisi durumuna gelmişti. Bu arada 2-3 kez içeri alındım. Dergi mahkemelerce toplatıldı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra aranmaya başladık. Bir kısım arkadaşlarımız yurt dışına kaçmışlardı. Üç arkadaşımla beraber uçak kaçırıp İran’a gitmeye karar verdik. 14 Ekim 1980 günü Ankara’ya gitmekte olan THY uçağına bindik. Bir kitap içerisinde 7.65’lik bir silah sokmuştum. Uçak Yalova üzerinde iken silahımı çekip kokpite girdim. Pilota, uçağı Diyarbakır’a yönlendirmesini söyledim.”
Yılmaz Yalçıner’in kaçırdığı uçakta bulunan gazeteci Coşkun Aral da kaçırma olayını şöyle anlatmaktadır; “ O günlerde çıkan İran-Irak savaşını takip etmek üzere Irak’a gidecektim. Ankara’da vize işlemlerimi tamamlamak üzere Ankara uçağına bindim. Yanımda da gazeteci arkadaşım Osman Arolat oturuyordu. Ankara’ya inmeyi beklerken bir anons yapıldı. “Sayın yolcularımız, elimizde olmayan nedenle uçağımız Ankara’ya inememiştir. Şimdi sözü bir Müslüman kardeşimize bırakıyoruz.” Sonradan adının Yılmaz Yalçıner olduğunu öğrendiğimiz şahıs, mikrofonu pilotun elinden alarak şunları söyledi; “ Selamun aleyküm sayın yolcular, şu andan itibaren uçağımıza İslam hakim olmuştur. Türkiye’de askeri yönetimi protesto etmek, İran’da ve Afganistan’da savaşan kardeşlerinize destek olmak amacıyla, kimseye bir zarar gelmeden, uçağı Tahran’a götüreceğiz. Ardından da Rus Kızıl ordusuna karşı savaşan mücahit kardeşlerimizle birlikte savaşmak üzere Afganistan’a gideceğiz. Bayan yolcularımızdan İslami geleneklere uygun olarak başlarını örtmelerini rica ediyoruz”. Gazetecilik dürtüsü ile fotoğraf makinamı çıkardım. Koridorda dolaşan sakallı kişi Yılmaz Yalçıner’di. Arkasında bir iki kişi daha dolaşıyordu. Yanımdan geçmekte olan korsanlardan birisine gazeteci olduğumu, Liderleriyle görüşmek istediğimi, söyledim. Önce kabul etmedi. Hayatlarının tehlikeye girebileceğini söyleyerek yolcular ile yanımda oturan gazeteci arkadaşım Osman Arolat itiraz ettiler. Bir süre sonra başka bir korsan gelerek fotoğraf makinamla beraber kokpitte beklendiğimi söyledi. Kokpite geldiğimde yumuşak bir ortam buldum. Pilot gülüyordu. Meğerse Yılmaz silahını pilotun ensesine dayamış, pilot da, “Lütfen silahı ensemden çek gıdıklanıyorum” diyerek gülüyordu. Bu arada deklanşöre basarak çeşitli fotoğraflar çektim. Uçak kısa bir süre sonra yakıt ikmali yapıp, İran devletinden gerekli izinleri almak ve tekrar havalanmak üzere Diyarbakır’a indirildi. O sırada Diyarbakır’da bulunan Kenan Evren ve konsey üyeleri terörizme karşı kesin mücadele için uçağı havada düşürmeyi bile düşünmüşler. Saat 5.00’e kadar süren bekleyişten sonra kadın ve çocuklar, korsanlarla yapılan görüşmeler sonucu uçağı terk ettiler. Daha sonra uçağın acil kapısından giren güvenlik görevlilerini gördüm ve patlayan silah seslerini duydum. Ölü ve yaralılar arasında apar topar aşağıya indirildik. Güvenlik güçlerince yere yatırıldığımda hala resim çekiyordum. Ancak bir süre sonra “nerede o fotoğraf çeken terörist” diyerek bir manga askerin yaklaştığını gördüm. Ayağa kalktım, kafama inen dipçikle havaalanı binasına götürüldüğümde, birçok meslektaşımın bana çaresiz bakışlarını hissetim. Bana dünyada birçok ödül getirecek bu olay sonrasında, korsanlarla işbirliği yaptığım gerekçesiyle gözaltına alınmış ve büyük korku yaşamıştım.”
Güvenlik güçlerinin uçağı kurtarması sırasında bir korsan öldürülmüş, iki korsan ile bir hostes de yaralanmıştı. Yılmaz Yalçıner yara almadan kurtulmuştu.
Mahkeme, uçak kaçırmak ve ölümlere sebebiyet vermekten Yılmaz Yalçıner’e, kendi ifadesine göre, ibret olsun diye, 36 yıl ceza verdi. 11 yıl 7 ay hapis yattıktan sonra Özal’ın 1991 yılında çıkardığı afla tahliye oldu.
Yalçıner halen İslami dergilerde yazılar yazmakta, çeşitli gazetelere zaman zaman verdiği röportajlarda da geçmişinin öz eleştirisini yapmaktadır. Ancak İslami çizgisi devam etmektedir. Erdoğan’ın akıl hocası kabul edilen Kadir Mısıroğlu ile birlikte AKP’yi ve Erdoğan’ı destekleyen yazılar yazmaktadır. Yeni Şafak gazetesine verdiği bir röportajda “Erdoğan’ın iktidar olacağını bilseydim, Mehdi bekler gibi Erdoğan’ı bekler, geçmişteki olaylara karışmazdım” demektedir.

Saygılarımla

Sudi Kocaimamoğlu

 

Baykuş’un dönüşü çok acıklı oldu

DUYURU

Değerli okuyucular, biz azda olsa (Devlet) Fettahoğlu (Bahçeli)’na karşı sert çıkışlarda bulunduk. Ayakta duramayan bir kişiye böyle sert çıkışımızın nedeni nedir? Bilmenizi isteriz. 

Biz sayın (Devlet) Fettahoğlu (Bahçeli) yaşar iken yüzüne bu sözleri söylemezsek, ölürse geç kalmış olabiliriz diyerekten, gerçekleri duyurmak istemekteyiz. Saygılarımızla!

Baykuş’un dönüşü çok acıklı oldu. Baykuş (Devlet) Fettahoğlu (Bahçeli) 21 gün sonra yorgun, bitkin, tükenmiş olarak geri döndü

Baykuş (Devlet) Fettahoğlu (Bahçeli)
Baykuş (Devlet) Fettahoğlu (Bahçeli)

21 gündür ortalıkta görünmeyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, sözde işine başlamak üzere görev yerine geldi. Kalabalığa el sallayan Bahçeli’nin sakal bıraktığı görüldü.

devlet bahçeli
Meral, Devlet Bahçeli’ye yurtseverlik öğretirken.

Yayınlanma: 14 Ekim 2019

Ermeni kökenli bir başkanın çöküşünün dış görünümüdür.

Ağla ülküdaşım ağla!

 

Baykuş (Devlet) Fettahoğlu, üst solunum yolu sorunu nedeniyle bir süre dinlenmeye ayrıldıktan sonra partisinin yerleşkesine gelerek sözde işine başladı.

Bahçeli, 23 Eylül’den beri bakım ile gözetim altındadır. 21 günlük aranın ardından sözde MHP’deki işine başlamak için aracıyla MHP yerleşkesine gelen aracından şaşı, şaşı, sol yakaya bakarak “bozkurt” yapan Bahçeli’yi, çok sayıda partili karşıladı.

Kendisini karşılayanların “hareketin lideri Bahçeli’dir.’ diye bağırdıkları duyuldu.

Buda MHP içinde kimin yeni başkan olacağı konusunda bir gizli tartışmanın olduğunu gösteriyordu.

Bu günden başlamak üzere, (Devlet) Fettahoğlu artık umut vermeyen bir duruma düşmüştür. Bunun anlamı; yakın gelecekte MHP’ye yeni bir başkan arayışı açıkça yapılacaktır. Bu kaçınılmaz bir gerçektir.

Bizim açımızdan önemli olan yeni bir başkanın gelecek olması değilde, yeni bir Ermeni’nin başkan seçilmemesidir.

Bir gerçeğide belirteceğiz, artık bu günün ülkücüleri içerisinde salak, sapıklar olsada, uyanan ülkücülerde çoğalmıştır.

Artık kılınç artıkları kimliklerini, adlarını değiştirerek yurtseverlerin başkanlığına gelemeyebilirler.

Türkiye’de olanlar, MHP’de patlayan, çatlayanlar

Türkiye SURİYE’YE GİRİP, TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ SAĞLAMAK İÇİN BÖLÜCÜLERE KARŞI EYLEME GEÇTİ.

 

Bizim yayınımızın özelliği, toplumu doğru bilgilendirmesidir. Biz ülkücüyüz diye içimizdeki uygunsuz olguları gizlememekteyiz.

Bu gün Türkiye, PKK’yı Türkiye’ye yakın bölgeden uzaklaştırma girişimine başladı. Bizde başarılar diliyoruz.

Ancak, ABD güçleri ile birlikte PKK güçleride bölge dışına çıkmakta olduğu anlaşılıyor.

Karadanda ilerleme oluyor, beklenen bir direniş olmamaktadır. Bölücüler, ancak bilgi kirliliği yaparak, birde sivillere saldırarak, bir anlam kazanmaya çalışmaktadır.

Burada biz size bildiklerinizi anlatarak, sözü uzatmak istemeyiz. Bilinmeyen gerçek bu; AKP, PKK ilişkileri 2013, 2014 yıllarında başlamadı., iki yakanın bir araya gelmesi ile bir çözüm bulmak, mıltık (silah) bırakmak için barış süreci ortaya konmadı.

Milli Görüş, Fetö ile PKK ilişkisi 1980 sonrasına dayanmaktadır. Çünkü, ABD ile Avrupa bu kesimleri, el altından koruyup birbirleri ile anlaştırıp, yönlendirip, onların öncülerini eğitip, sözde ezilen kesimler olarak, din çadırı altında buluşturdular. Bu yazıyı okuyan salak ülküdaş, sen şimdi APO, marksist deye, Apo’nun bu birlikte olmamış olduğunu söyleceksin. Ancak, APO’nun o yıllarda PKK için islamı öven bir kitap yazdığınıda unutmayın.

O dönemde Milli Görüş, Türkiye yönetimini ele geçirebilmek için bütün bölücülere “gelin birleşelim, yoksa Türk silahlı güçlerini yenemeyiz, Türkiye’de devlet gücü tümümüzü ezecektir” diye çagrılar yapınca (Cumhuriyet) karşıtları birleştiler. Bunun sözcülüğünüde doğrudan Şevki Yılmaz yapmış idi. O günlerde Sevki Yılmaz Türkiye’yi il, il dolaşmış, yurtdışındada bütün Milli Görüş camilerinde “(Cumhuriyeti, kemalist düzeni) yıka bilmek için PKK ile hizmet hareketi olan Fethullah Gülen hocaefendi ilede birlikte calışacağız.” demişti.

Şevki Yılmaz
Şevki Yılmaz

Buna bağlı olarak, bu anlattıklarımızın doğruluğunu anlatan geçmişteki bir gelişmeyide belirtelim. 1980 sonrası gerek Milli Görüş, gerekse FETÖ oluşumları içerisinde doğrudan PKK lı pek çok kişi imam olarak görev yapmaya başlamışlardı. O dönemde gerek Milli Görüş camilerinde gerekse FETÖ’nun sohbet evlerinde PKK bağlantılı imamların görev aldıkları, özellikle kendi aralarında Kürtçe konuştukları belgelenmişti. Bunu Milli Görüş ile FETÖ’nün tepesindekilere sunduğumuzda, bize “biz ırkçı değiliz, kişinin kişiden üstünlüğü yoktur, üstünlük takvadadır” demişlerdi. Barış süreci işte böyle bir kaynaşmanın sonucu olarak gelişmişti.

Ahmet Davutoğlu
Ahmet Davutoğlu.

Ahmet Davutoğlu PKK’lıları alınlarından öpmüştü.

Bu gün Türkiye, AKP’nin ektiği kirli tohumların, yeşeren dikenleri ile yüz yüze gelmiştir. Artık AKP’nin dış güçlerle işbirliği ederek, yönetimi ele geçirmek için ortak olduğu PKK ile birlikte açtıkları yarayı, tümümüz kapatmaya çalışacağiz. Toplum olarak, yurt için gerekenleri yapacağız.

MHP’de gelişmeler

 

Gerek MHP yöneticileri, gerek Devlet Fettahoğlu (Bahçeli), en tutarsız dönemlerini yaşıyorlar. Geçmişte ak dediklerine kara, kara dediklerinede şimdi ak diyorlar. MHP ile mit ilişkileri çok derinlere indi. İpin ucu albastının eline geçince, MHP de işler iyi gitmiyor.

Türkgün'ün Kürt yazarlarıda kendilerini MİT'in kollarına atı verdiler.
Türkgün’ün Kürt yazarlarıda kendilerini MİT’in kollarına atı verdiler.

Devlet Fettahoğlu (Bahçeli) ne durumdadır? Sorusu bir türlü gizzeminden kurtulamadı.

Uzun sözün kısası, durumu iyi demekle iş bitmiyor. Bırakın kendisi çıksın konuşsun, toplumda durumu bilsin. MHP, ipe un serdikçe, batıyor.

Bu bağlamda, ülkücü kuruluşlarımız yeniden tökezledi. Yeniden bir yalanla, kendi ülküdaşlarımızıda aldatmaya çalıştılar.

Türkiye çok sorunlu dönem yaşar iken, Devlet Fettahoğlu (Bahçeli), yalnızca yazılı görüş bildirmekle yetiniyor. Demek, gücü yok, demek, toplumun önüne çıkmağa sağlığı yetmiyor.

Sağlığı yerinde değil diyede seviniyor değiliz. Ermeni kökenlilerde bizim yurttaşlarımızdır.

MHP ile ilgili bir başka gelişmede, MHP’de sözde yazar diye geçinen bir kaç kişi ile, bazı yöneticileri MHP’yi eleştirenlere, ağıza alınamayacak sözlerle saldırmaktadırlar. Bu durumdakılar, kendilerinin kuduz köpege benzediklerini göremiyorlar. Kendilerine karşı çıkanlara, eleştirenlere, uygarca karşılık vermek yerine, onları “vururuz, kırarız, öldürürüz” biçiminde yaklaşmaları, eski bir gelenekten gelmektedir.

Biz bunları uzaktan görenlerden değiliz. İpekçi, Türkeş’i derin eleştirdikten çok az bir süre sonra Ağcanın kurşunlarıyla öldürülmüştü.

Sizler, sizleri eleştirenleri sürekli öldürdünüz, ancak onların düşüncelerini öldüremediniz!

Tanrı nedense, nerede ileriyi, geriyi göremeyen, ağzı bozuk, konuşmayı bile beceremeyenler varsa MHP’ye vermiş.

İşleri güçleri, CHP’liler, Kemal Kılıçtaroğlu, Yaşar Okuyan, Sebahattin Önkibar…..

Metin Özkan
Metin Özkan

 

Yukarda gördüğünüz sağlığı bozulmuş kişiler sözde gazeteciler…

İşin en ilginç yanıda arkalarını Erdoğan’a dayayarak esip gürlemeleridir. Bu korku yaratanlar, ona buna bok atan, sözde Devlet Fettahoğlu’nu savunuyorum deyerek küçüldükçe küçülenlerin başında, Metin Özkan, Orhan Karataş, Yıldıray Çicek, Alişan Satılmış gelmektedir.

Nedense içlerinde bir tekte Türk yok.

Alişan'a burdan bir kemik çıkmaz.
Alişan’a burdan bir kemik çıkmaz.

Nagehan Alçı

Nagehan Alçı: "bende Ermeniyim" dedi.
Nagehan Alçı: “bende Ermeniyim” dedi. Bir kilisenin önünde bir papazla görülüyör.
Nagehan Alçı: "Ermeni'yim" dedi.
Nagehan Alçı: “Ermeni’yim” dedi.

 

Nagehan Alçı kimdir önce kendi verdiği bilgilerden kendisini tanıyın. Bu çok eşli bayanın bir tek özel bilgisi yada başarısı yok.

Ancak, Recep Tayyip Erdoğan ile AKP ‘nin arka çıkması ile kendisi Ermeni kimliğini öne çıkararak, sürekli Türkler’e saldırmaktadır. Çok ilginçtir, ne türkçü geçinenlerden nede ülkücü geçinenlerden gereken tepkiyi görmedi. Bir iki ülkücü yazar Orhan Karataş, Yıldıray Çiçek, Mustafa Önder gösterdikleri tepki ile Nagehan Alçı’yı kınamışlar. Bu çok iyi bir girişim ancak, kuru sözle tepki göstermek yerine onlar, bu kadını koruyan AKP yönetiminden bu bayanın kovulması için MHP’nin tepesiyle konuşmaları gerekirdi. Her boka burnunu sokan Devlet Fettahoğlu iş “Türkler’e (katil) deyen, Ermeni kökenli birisine gelince sesi soluğu çıkmadı.

Nagehan Alçı adında Ermeni bir bayan AKP'yi arkasına alıp, ver yansın Türkler'e saldırıyor. MHP'lilerde mal mal bakıyorlar.

Nagehan Alçı adında Ermeni bir bayan AKP’yi arkasına alıp, ver yansın Türkler’e saldırıyor. MHP’lilerde mal mal bakıyorlar.

 

Üç ülkücü  yazar, tepki koysada MHP sessiz kaldı.

Sayın Devlet Fetthahoğlu beyin Ermeni oluşunun etkisi ile mi sassiz kaldı demekten kendimizi alamiyoruz.

Öylede sıradan bir CHP’iyi sokakta döven ülkücüler, ne olduda sıra bu Ermeni bayana gelince sus-pus oldular?

Yoksa MHP, Nagehan Alçı’yı onaylıyorda, üç yazar ülkücülerin tepkisini dile getirip, ülkücülerin derin tepkisini önlemeye mi çalşmaktadırlar?

 

NAGEHAN ALÇI KİMDİR?

İstanbul Erkek Lisesinden mezun oldu. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslarası İlişkiler Bölümünde öğrenim gördü.  Gazetecilik hayatına Hürriyet gazetesinin dış haberler servisinde staj yaparak başladı. Daha sonra 32. Gün programında ve Avusturya‘daki bir televivizyonda devam ettirdi.

Nagehan Alçı, Show TV dış haberler bölümünde çalıştı, Irak Savaşı sırasında simultane çeviriler yaptı, sonra 2007 yılında Akşam gazetesine geçerek burada köşe yazarlığı yapmıştır. SkyTürk TV‘de Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut ile ‘Sosyal Bilgiler’ adlı bazı belgeseller hazırladı. Aynı zamanda Kanaltürk‘te Kısa bir süre Pelin Batu ile birlikte ‘Sınırsız’ adlı programda yorumculuk yaptı. Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Daha sonra Kanal 24’te ‘Nerede Kalmıştık’ programında sunucu ve yorumcu olarak görev yaptı.

2011 yılından itibaren Beyaz TV’de ‘Medcezir’ programında ve CNN TÜRK‘te ‘Dört Bir Taraf’ programında yorumculuk yapmaya başladı.Nagehan Alçı, , Almanca ve İspanyolca biliyor. Az derecede de Fransızca ve Arapça bilmektedir.

Nagehan Alçı, 27 Aralık 2010 tarihinde köşe yazarı ve televizyoncu Rasim Ozan Kütahyalı ile evlendi. 7 Temmuz 2013 tarihinde Birinin ismi Betül Yasemin öbürünün ismi Ayşe Ela olan ikiz kız çocukları oldu.

 

 

 

 

Yukarıda okuduğunuz, Nagehan Alçı’nın özgeçmişi ile, kendisinin basın yayında bu günkü yerini almasını sağlayamazdı.

Ancak bir gizli el, kendisini Aydın Doğan’ın eliyle öne çıkarı verdi. Çok ilginç, o günlerde Taraf Gazetesi’nde, Nagehan Alçı’nın Istanbul’da doğduğunu, Türkiye’de kırımlara uğramış olan kendi Ermeni toplumu iyi tanıdığını, kendi halkının sorunlarınıda iyi biçimde dile getirebileceğini yazmıştı. O günlerde Aydın Doğan ile çekilmiş bir fotografıda yayınlamışlardı.

Buradan, kendisinin Ermeni olduğunu Ermeni yazarlardan öğrenmiş olduk.

Bunun yanısıra kendisi yine Ermeni kökenli olan Kütahyalı ile evlenerek, kendi kimliğine uygun bir yuvada kurdu. Bir başka Ermeni ile evlenerek Ermeniliği’ni gelecek kuşaklara ulaştırma amacınada yetişmiş oldu.

Bütün bu  gerçeklere uygun olarakta çalıştığı basın yayın kuruluşlarında Ermeniler’in çıkarlarını savunarak görev yapmıştır.

Nagehan Alçı eğer bir kişiyi övmüşse o kişi incelendiğinde onun övdüğü kişinin bir Ermeni olduğu anlaşılır.

Bir yazarla görüşüyor, o Ermeni çıkıyor. Ekonomi uzmanı bir kişiyi Erdoğan’a bakan yapmasını öneriyor, oda Ermeni çıkıyor. (Aşağıda ek bilgide okuyabilirsiniz; Daron Acemoğlu) Kütahyalı ile evlenmeden önce bir erkekle arkadaşlık ediyor, oda Ermeni çıkıyor. Evlendikten sonrada kendisine iş vermiş olan Aydın Doğan ile gizli ilişkisi olduğuda bilinmektedir. Üstelik bir AKP li (milletvekili) ile ilişkide olduğu için Ermeni yurttaşlarımızın dillerine düşmüş durumda.

Nagehan Alçı'nın Aydın Doğan ile gizli ilişkisi
Nagehan Alçı’nın Aydın Doğan ile gizli ilişkisi

 

İyide, sorulacak soru bu değil mi? Bu bayanı AKP, neden besliyor? Yararı nedir?

Onun AKP’yede Erdoğan’ada yararı var. Ne mi?

Çünkü o, basın yayında mitin istediği çizgide AKP ile Erdoğan’ı savunuyor.

Ancak en sonunda geldi, son konuşmasında Haber Türk’te “Türk devleti katildir” dedi.

Bu devleti elinde tutan AKP’lilerdende Erdoğan’danda tık yok.

Erdoğan, yönetimde kalabilmek için elindeki devlete bile “katil” dedirterek, gizli Ermeni gücü ile karşı karşıya gelmeyi göze alamamıştır.

Ajaru: Biz Burada Ermenileri Yaman göstermiyoruz. Ancak sanık Nagehan Alçı’nın kimliğini belirtmek gerektiğinden Ermeni sözleri geçmektedir. Biz Hüseyin Feyzullah (Alpaslan Türkeş) ile Devlet Fettahoğlu’na uyan iyi Ermenileri’nde olduğunu biliyoruz.

Nagehan Alçı: "bende Ermeniyim" dedi.
Nagehan Alçı: “bende Ermeniyim” dedi.

 

 

 

Nagehan Alçı Daron Acemoğlu Konusunda Fena Yanıldı

 

 

16.07.2018 06:00

Nagehan Alçı Daron Acemoğlu Konusunda Fena Yanıldı

 

Gazeteci Nagehan Alçı yeni kabine belli olmadan önce “Dünyanın en iyi iktisatçılarından biri olan Acemoğlu, Türk ekonomisinin yapısal sorunlarını kökünden çözecek vizyonuyla tarihi bir görev yapabilir. Her zaman ezberleri bozan ve herkesi şaşırtan bir lider olmuş Erdoğan, Acemoğlu’na Türk ekonomisinin başına tam yetkiyle geçme teklifini yapabilir” diye yazınca, Prof. Dr. Daron Acemoğlu Türkiye’nin gündeminde ilk sıralara gelmişti. İddiasını çok önemli bir kaynağa dayandıran Alçı, Kılıçdaroğlu ‘Yüzde 30’a Nasıl Bakıyor’ başlıklı yazısında (30 Haziran 2018“Bu güzel haberin gerçekleşmesi ihtimali bile beni çok umutlandırdı” demişti.

Bunu üzerine Fatih Altaylı, “Daron Acemoğlu’nun böyle bir şeyden haberi bile yok. Kendisiyle hiçbir temas kurulmamış, kendisine böyle bir teklif veya teklif geleceği yolunda bir bilgi dahi iletilmemiş. Dahası böyle bir teklif gelse dahi Daron Acemoğlu’nun bu teklifi kabul etmesi şu an için pek olası görünmüyor. Akademik çalışmaları, ders verdiği MIT ile olan ilişkisi ve sürdürmekte olduğu bazı danışmanlık görevleri nedeniyle Acemoğlu fazlasıyla yoğun ve akademiye ara vermek gibi bir niyeti yok gibi görünüyor. Tabii yine de belli olmaz.

Bir vatansever olduğunu bildiğimiz Acemoğlu, bakarsınız gelir. Ama söyleyeyim, ihtimal çok çok düşük” yorumunu yapmış, Alçı da şu cevabı vermişti: “Not: Elbette Daron Acemoğlu’na Erdoğan’dan gidecek tekliften kendisinin haberi olamaz. Teklif ancak gittiğinde teklifin öznesi haberdar olur. Dolayısıyla dün ortaya atılan ‘Bu tekliften Acemoğlu’nun haberi yok’ laflarını anlamak mümkün değil.”

Alçı, 2 Temmuz’daki yazısında da “Yazım üzerine Acemoğlu’na gelen tepkilerden yalnızca değerli hukukçu Gönenç Gürkaynak’ınkini yadırgadım. Kendisi ile Acemoğlu’nun beraber verdiği ‘Özgürlük ve Ekonomik Büyüme’ sunumunu dinlemiş ve oradaki görüşlerin neredeyse tamamına katılan bir yazar olarak Gürkaynak’tan gelen ‘Daron daha çok ‘Haklar ve özgürlükler’ derse ne olacak?’ çıkışını anlamakta zorlanıyorum” demiş, “Erdoğan ekonomi yönetimini Acemoğlu’na verirse Türkiye ileriye gider diye endişe ediyorlar. Onlardan biri şöyle bir tepki vermiş: ‘Daron Acemoğlu bu teklifi asla kabul etmez çünkü o, Kemalist Türkiye’nin yetiştirdiği aydınlık bir beyindir” tespitinde bulunmuştu.

Oysa Acemoğlu teklif götürülse bile bunu kabul edemezdi. Çünkü Ermenistan’ın yeni Başbakanı Nikol Paşinyan’ın önersine olumlu yaklaşmış, kendisine Çınar Oskay’ın yönelttiği Türkiye’de akademide görev almak aklınızdan geçiyor mu sorusuna verdiği cevabın “Şimdilik hayır” olduğunun farkında değildi.

Ayrıca Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı iken benim 5 yıl görev yaptığım Türkiye’nin Paris’teki Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Daimi Temsilciliği için Daron Acemoğlu’na teklif ilettiklerini açıklamış, konuyu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la istişare ettiğini belirterek “Tabii Sayın Başbakanımızın kendisiyle görüşmesi de oldu. Sayın Başbakanımız bu haberler üzerine kapsamlı bir açıklama yapacak” demiş ve şu açıklamada bulunmuştu: “Sayın Acemoğlu bundan büyük bir şeref duyduğunu, bir akademisyen ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kendisi için en onurlu görev olduğunu söyledi. Ancak şu anda yürüttüğü akademik çalışmalar dolayısıyla en azından ileri bir aşamada bunu olumlu yönde değerlendireceğini ifade etti. Ama ileride şu andaki akademik çalışmalar belli bir aşamaya geldikten sonra inşallah bu noktada görev almayı büyük bir onur olarak gördüğünü ifade etti.”

Teklif götürüldü mü bilmem ama Kamer Daron Acemoğlu çok tanınmış bir iktisatçıdır. Acemoğlu 3 Eylül 1967 tarihinde İstanbul doğmuştur, Ermeni kökenlidir14 Mayıs 2018 tarihli Milliyet Gazetesi’nde şu haber yer almıştır: Ermenistan’ın yeni Başbakanı Nikol Paşinyan, 2012’de, Harvard Üniversitesi’nden James A. Robinson ile ortak kaleme aldığı Ulusların Düşüşü adlı kitapla büyük tartışma yaradan Acemoğlu’nu Ermenistan’ın ekonomisinin yeniden yapılandırılması için ülkeye davet etti. Facebook platformu üzerinden mesaj yayımlayan Paşiyan, Roma İmparatorluğu’ndan Mayalara, Ortaçağ Venedik’inden günümüz Amerika’sına uzandığı 15 yıllık araştırmayla, demokratik kurumların ekonomik refaha katkısını ortaya koyan Acemoğlu’na yönelik, ‘Ermeni milletinden dünyaca ünlü ekonomist Daron Acemoğlu ile görüştüm. O Ermenistan ekonomisine ve kalkınmasına yardım etmeye hazır olduğunu söyledi. Bay Acemoğlu Ermenistan’ı ziyaret etmeye hazır olduğunu da belirtti. Kesin tarihi önümüzdeki günlerde netleştireceğiz’ ifadesinde bulundu.” (http://www.milliyet.com.tr/acemoglu-ermenistan-ekonomisi-ekonomi-2668350/)

Haberin orijinali 13 Mayıs 2018 tarihinde yayınlanmıştır: “Prominent US Economist Daron Acemoglu, the professor at the Massachusetts Institute of Technology (MIT), has agreed to provide his assistance in restoring Armenia’s economy after the country was hit with a wave of anti-government protests, newly-elected Armenian Prime Minister Nikol Pashinyan said on Sunday.”(https://sputniknews.com/europe/201805131064403615-armenia-economy-usa-restore-pashinyan/)

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde uzun yıllar hocalık yapan Acemoğlu’nun babası Kework Acemoğlu 1988 yılında, öğretmen annesi İrma Acemoğlu 1991’de vefat etmiştir. Acemoğlu’nun eşi Asuman Özdağlar, eski Devlet Bakanı İsmail Özdağlar‘ın kızıdır. Profesör Asuman Özdağlar MIT’ de Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimleri’nde öğretim üyesi olup, 1 Ocak 2018 tarihinde MIT’de Elektrik Elektronik ve Bilgisayar Bilimleri Bölümünün başkanı olmuştur.

Bilindiği gibi Asuman Özdağlar’ın babası İsmail Özdağlar hakkında 1985’lerde  UM Denizcilik’in sahibi Uğur Mengenecioğlu’ndan petrol taşımacılığı konusunda 25 milyon lira rüşvet istediği iddiası ile soruşturma açılmış, Başbakan Özal da Adnan Kahveci‘yi bu olayı araştırmakla görevlendirmişti. Rüşvetle ilgili kanıtlar elde edilince Özal, parti kurucusu yaptığı Manisa Milletvekili İsmail Özdağlar’ı bakanlıktan el çektirmişti.  Özdağlar; ‘‘Bakanlık görevini kötüye kullanmak, UM Denizcilik sahibi Mengenecioğlu’nun gemilerine fazla fiyatla akaryakıt nakli sağlamak suretiyle devleti zarara uğratmak”tan  Yüce Divan’a sevk edilmiş, Mengenecioğlu’dan haksız çıkar sağladığı ve 25 milyon lira rüşvet aldığı belirlenmiş, iki yıl hapis cezası almıştır. Özdağlar cezasını çekmiştir.

Acemoğlu, Sabancı Üniversitesi 2013 yılı Akademik Yıl Kapanış Konferansı’nda Uluslar Neden Başarısız Olur başlıklı bir konuşma yapmıştır. Acemoğlu konuşmasında dünyadaki gelir eşitsizliği üzerine durmuş, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal gelişimini ve iyi eğitimli genç neslin gelişim sürecinde oynayacağı role değinmiştir.

 

 

Recep Tayyip Erdogan nereye?

Recep Tayyip Erdogan nereye?

Erdoğan ile Gülen
Erdoğan ile Gülen

AKP’nin yötetimde kalma dayanakları bir çökerken, Erdoğan’da yalnızlaşıyor.

Erdoğan son yirmi yılda yönetime gelmiş yötecililer arasında en çok ayakta kalabilen birisidir. Bununda nedeni Erdoğan’ın başkalarından çok bilgili yada becerikli olduğundan ileri gelmemektedir. O doğal yollarla yönetimini yitirmemek için yasa dışı yolları kullanarak, yönetimde kalmayı denemektedir.

Çok ilginç bir yöntem bularak, halkın çoğunlugunu arkasınada alabilmiş idi. O önce çalmayı, çırpmayı iyi öğerendi, sonrada halka öğretti.

Açıkçası Türkiye halkı, Erdoğan’a: “sen çal-çırp ancak banada biraz yedir” dedi.

Oda yerin altınıda, üstünüde darma dağın etti. Bütün varlığımızı koruyan kurumları, yasaları Fetöcüler ile birlikte aşındırarak, dış güçlerin istedikleri değişikleri yaptı.

Bahceli, Erdogan, Apo
Bahceli, Erdogan, Apo

En sonunda çalması, çırpması gizlenemeyince, kendisini alkışlayan Batılılar’ında artık kendisinden soğumaları nedeniyle birden bire yurt severliğe sarılarak kendisini kurtarmaya çalışmaktadır. Bu yolda MHP’nin başında bulunan D. Fettahoglu (Bahçeli) nunda mit aracılığı ile gizli ilişkilerini ele geçirerek, kendisine   D. Fettahoglu (Bahçeli)’nun arka çıkmasını sağlamıştır. Buda yıkılmasını geciktirmiştir.

Bahceli Fettahoglu ile Erdoğan
Bahceli Fettahoglu ile Erdoğan

Olay budur…

 

Gelelim Erdoğan’ın Araplar’a yakın durması ile Filistinliler’i, Suriyeliler’i korumaya çalışmasına; Bütün bunlarında arkasında gizli vurgun, kara akça elde etme çabası bulunmaktadır. Son günlerde Birlemiş uluslar (milletler) toplandısında kıçını yırtarcasına Filistin’e arka çıkmasının nedenide, Araplar’dan kendisine kaynak akışını sağlamak, onların güvenlerini kazanmaya yöneliktir.

Erdoğan’ın danışmanları uluslararası ortamı iyi bilememekteler, bağnaz kişilerdir, öyle oluncada attığı bütün adımların sonunda tokatlanmaktadır.

Ne Avrupa, ne Amerika 17 yıl önceki durumda değiller. Yine ne Arap elleri, nede diğer müslüman eller 17 yıl öncesi durumda değiller.

Ancak Erdogan ile danışmanları, bütün telekeyide (dünya) Türkiye’yi de 17 yıl önceki duruma göre değerlendiriyorlar.

Bütün bu olumsuz durumlara Erdoğan’ın eğitim düzeyinin yetmezliğinide koyarsanız, Türkiye’nin neden yerinde saydığını yada geri geri gittiğini anlaya bilirsiniz.

 

 

Sonuç:

Erdoğan, yönetimden gitmemek için Türkiye’yi günden güne bataklığa sürüklemektedir. Aylık ödeyerek tuttuğu sözde yazar çizerlerle halkın gözünü karartmaya çalışmaktadır. Ancak, bu tutumu onu kurtarmaya yetmeyecektir.

 

Bu yazıyı Ergün Diler Takvim gazetesinde yazmış, bende yazının ilgili bölümünü okuyucuya sunuyorum.

Bu yazıda Araplar’ın bizim yanımızda duramadıklarını ABD ile birlikte olduklarını açıklıyor. Öyleyse Erdoğan neden Arap-Arap deyıp duruyor ?

 

TÜRKİYE, çok önemli bir boru hattı ile Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılayacaktı.
Katar, Suudi Arabistan, Suriye ve Türkiye topraklarından Bulgaristan’la buluşacak proje, Avrupa için çok önemliydi. Bu projede elbette bir eksiklik vardı.
ABD, proje’de yoktu. Bu projede sorunlar çok hızla giderilmişti. Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el-Suud ile Katar’ın ortak noktada buluşması zordu ama bu başarılmıştı. Kral olalı sadece 3 yıl olmuştu ki Kral Abdullah, Katar’dan çıkacak boru hattını topraklarından geçirmeyi kabul etmişti.
Eğer Kral Abdullah buna karşı çıkarsa, ikinci alternatif Irak olacaktı. Karşı çıkmadı.
Ancak ABD’nin bu projeye izin vermesi mümkün görünmüyordu
SORUN DA BURADA BAŞLIYORDU!
Büyük operasyonlar saldırılar dalgalanmalar birbirini kovalayacaktı. Ancak işinde gücünde olan insanlar yaşananları bir bütün olarak göremiyordu. Çıkan belge ile anlaşılıyor ki Türkiye’nin bildiği bir isme yine o dönemde görev verilmişti…
GRAHAM FULLER…
Türkiye’yi yakından tanıyan ve bölgenin yapısını çok iyi bilen Graham Fuller sahaya indi. Görmesek de inmiş.
İlk hedefi Türkiye ile büyük yakınlaşma içine giren Suriye’yi itmek savurmaktı. Uzaklara…
.

 

GRAHAM FULLERin öncülüğünde Fetöyü Türkiye’de yayan, yeşerten, bütün telekeye yayanda Erdoğan yönetimidir. Ancak Ergün Diler ile yalaka yazarlar bunları görmezden gelirler.

Kim kimdir biliyor musunuz?

Orospu düzene yak uyduramayan bir bozkurt!
Orospu düzene ayak uyduramayan bir bozkurt!

Bir kişi ben ABD yanlısıyım demekle ABD yanlısı olamaz. Bunun tersine “Ben ABD yanlısı değilim” dese, bu sözler o kişinin ABD yanlısı olmadığınıda göstermez.

Bir kişininde ben türkçüyüm demesi, onun türkçü olduğunu, yada ülkücüyüm demeside onun ülkücü olduğunu göstermez.

İş uygulamada yatar. Kişinin yaptığı işler, attığı adımlar, onun kimden yana olduğunu gösterir.

Bir başka gerçekte, kırk yıl önce bulunmuş olduğu yeri bırakıp gidenler vardır. Onlarıda kırk yıl önceki durumuna bakarak değerlendirmek yanlış olur.

Önüne gelen, işine gelen kendisine bir yer beğenip kendisini, belli bir kesimden göstermeye calışmaktadır.

Buna birde gönlü başka yerde kendisi başka yerde olanları eklersek, kim kimdir bilmek iyice güçleşir.

Gelelim, anlatmak istediğimiz konuya, bir dönemde “biz †ürkçüyüz diye yeri gögü inletenler, ikinin biri yemekli toplantı yapanlar, onu bunu ölümle korkutanlar, mıltıkların (silah) üzerine el koyarak ant içenler şimdi neredeler?

Birisi Kazan Bey, öteki Salur bey diyerekten takma adlarla ordu içindeki generallere arka çıkanlar (Ankara’dan Kürşat Karacabey ile Istanbul’dan Hasan Gürbüz denilen si-mitçiler)

Ankara’nın göbeginde, bilgisayar üzerinden türklük için çalışanlara kan kusturan, üstelikte dolandırıcılık ettiği belirlenen bu köstebekler, nedense tutuklanmadılar.

Savcılara belgeler sunulsada, savcıların kılları kıpırdamadı. Kimdi onlar?

†ürkçüler Ankara: Kürşat Karacabey ile onun yamağı Erce Anıl Başıbüyük.
†ürkçüler Ankara: Kürşat Karacabey ile onun yamağı Erce Anıl Başıbüyük.                                     Mit + †ürkçüler + †urancılar

Sizlere ne oldu? Sizin sözcüleriniz, Ankara’dan (Erce Anıl Başıbüyük’e (takma adı Kemal Aksungur) ile Istanbul’dan Abdurrahman Ozan İşleten’e ne oldu?

Bütün derneklere sızdırdığınız öğretmen köstebek Kutlu Altay Kocaova’ya ne oldu?

Mit + †ürkçüler + Turancılar
†ürkçüler Istanbul: Hasan Gürbüz onun yamakları Abdurrahman Ozan İşleten ile Kutlu Altay Kocaova
Mit + †ürkçüler + †urancılar

Gördügünüz üzere onlardan ses yok. Neden? Çünkü onlar, geçmişte si-mitçilere işlediler, şimdi artık iç yüzleri ortaya çıkarılınca yüzsüzler, †ürkçüyüz diyemiyorlar.

Yukarıda bunu anlatmak istedik. Ellerine akçalar, uzmanlar, çalışma alanları, danışmanlar verilmişti. Kendilerinden olmayan birileri †ürkçüyüm derse onun “amına koyuyorlardı”.

Çünkü Türkiye’yi yönetenler, bagımsız türkçülügün gelişmesini istemi yorlardı. Şimdide istemiyorlar.

O günlerde pek çok salakda onları †ürkçü sanarak onlara arka çıkıyorlardı.

Ancak bu gün ne salak olduklarını anlasalarda gecikmiş oldular.

Demek, †ürkçüyüm demekle †ürkçü olunmazmış. Onlarda †ürkçü değillerdi ancak †ürkçü olarak si-mitçiler için görev yaptılar.

Azıcık halktan ilgi gören İzmir †ürkçülerinide yine bu si-mitçi †ürkçüler yok ettiler.

Bu durum ülkücüler içinde böyle idi. Onların içindede si-mitçiler cirit atıyorlardı.

MHP’dede bugün için si-mitçiler ile birlikte çalışan ülkücüler, MHP’de önemli görevdeler. Üstelik bazı bölgelerde, talancı, yalancı, erkek erkeğe ilişkide olanlar, başkasının eşini güç kullanarak bozanlar, soyguncular, dolandırıcılar si-mitçiler le birlikte olduklarından, si-mit kurumu istediği için en üst düzeylerde görevlerini sürdürüyorlar.

Konumuz: Kim kimdir!

Bakınız, geçmişte Ülkü Ocağı Başkanlığı yapmış, dengesiz, bilgisiz, Türkçe’yi doğru dürüst konuşamayan, geçmiştede başörtüsü için şeriatçılara, üniversitelerde Hizbullah çizgisinde olan kuruluşlara arka çıkmış olan, Alişan Satılmış, işin gerçeğinde CIA’nın isteklerini yerine getirmişti. Sonrada ABD karşıtı bir bildiri nedeni ile görevden alındığını öne sürerek kendisini bu gün bile pazarlamaya çalışmaktadır.

Alişan Satılmış, dogruca Türkçeyi bile konuşamaz, çek senet işlerini yapar iken Ülkü Ocakları Başkanlığı yapıyordu. si-MİT isterse işte böyle tekedende süt sağdıra bilir.
Alişan Satılmış, dogruca Türkçeyi bile konuşamaz, çek senet işlerini yapar iken Ülkü Ocakları Başkanlığı yapıyordu. si-MİT isterse işte böyle tekedende süt sağdıra bilir.

Bu götü boklu, sapık o günlerde “Allahın nizamını kuracağız” diye bagırıp duruyordu. Şimdi o “Allahın nizamı” nı neden savun muyor? Çünkü o görüşü o gün için ABD ile Avrupa, Orta Doğuda savaş çıkarmak için istemişti. Şimdi Avrupa’da ABD’de artık başka sözler söylüyorlar. Alişan’da başka sözler söylüyor. Alişan Satılmış’da yakından uzaktan bir köstebekçesine si-mitçilere kendisini tepe tepe kullandırdı. Kullanım süresi bitincede çöp tenekesine atıldı. Şimdi Alişan öyle böyük, şöyle böyük ülkücü demek, Türkiye’de olup bitenleri bilmemek demektir.

Ulan bir tek ülkücüde çıkıp, ya sen bizi başörtüsü tartışmalarında kullandın, ancak senin kendi eşinin başı neden açık diye sorgulayamıyor. Çünkü ülkücüler si-mitçilere baglanınca koyun sürüsü oldular.

MİT'in elide koyunlaşan ülkücüler
MİT’in elide koyunlaşan ülkücüler

Konumuz: Kim kimdir!

Soruyorum size şimdi, Eski Ülkü Ocakları Başkanı, Ermeni kökenli iyi müslüman Fetöcü Harun Öztürk şimdi nerede çalışıyor? Bilin bakalım!

 

Üstelik, si-mitçiler onları, bazı yasadışı işlerdede kullanıyorlar. Sayın Devlet Bahçeli bile oturduğu koltukta bir iğrelti olarak oturmaktadır.

Bahçeli'lin Türkiye diye bir sorunu yok, o baykuş oldu.
Bahçeli’lin Türkiye diye bir sorunu yok, o artık bir baykuş  oldu.                                                                             Mit + ülkücüler + †urancılar

Gerek †ürkçülük gerek ülkücülük adına öne çıkanlara iyi bakın, iyi görün, onları ölçüp biçin, yoksa el yordamı ile onlarla ilişki içinde olursan, içi boş söylemlere değer verip, onlara yandaş olursan, kendinede, yurdunada ancak yıkımlar getirebilirsin.

Kim kimdir?

Son olarak, İşçi Partisi (vatan)  (Doğu Perinçek)ler bile kendilerini yıllar öncesinden si-mitçilerin kollarına atmışlardı. Kimileride yıllardır IPçiyim sanarak si-mitçilere çalışmışlardıda, bu güne deyin uyanamadılar. Ülkücülerde öyle derin uykudalar. Adını en büyük †ürkçü diye dururan nice anlı şanlılarında yıllar geçtikten sonra yine si-mitçi oldukları anlaşılmıştı.

Uyan Türk!

NE MUTLU GERÇEKLERİ YAZA BİLENLERE!

Ülkü Ocakları “haydut” yuvası

Ülkü Ocakları

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Bir kişiye beş kişi saldıran haydutlardan ne milliyetçi olur ne de adam” sözlerine MHP’den sert tepki geldi. Devlet Bahçeli’den tutunda bütün görevliler, Ülkü Ocakları’nda “haydut” yetişmez diye anırmaya başladılar.

Meral Akşener
Meral Akşener

Ülkü Ocakları’nda “haydut” yetişir mi diye birde bana sorun.

Ülkü Ocakları’nda haydut YE-Tİ-ŞİR. Ballı olarak yetişir.

Bazi örnekler vererek anlatayım.

1977- 1978 yıllarında bir kaç kez Ülkü Ocakları yönetiminde Istanbul Teknik Üniversitesi’ni bastık.

Sözü uzatmadan kısaca yazıvereyim.

Mustafa Polat ile Mehmet Metiner: şeriat için savaştılar.
Mustafa Polat ile Mehmet Metiner: şeriat için savaştılar.
Fethi Yıldız, sayın başkan o günleri aklama kalkma!
Fethi Yıldız, sayın başkan o günleri aklamaya kalkma!

Üniversiteyi bastık, ordan sonra;

İçeriye girer girmez, o günkü Ülkü Ocakları yöneticilerinden Mustafa Polat, içeride ne varsa parçalanması gerektiğini bildirdi. Bu işi yönetenlerden biriside Ahmet Orhan Sar idi.

Parçaladık, kırdık yardık.

Bu yetmedi. Dışarıdan Kadın iç donları getirtilerek öğretim görevlilerinin dolaplarına kondu.

Sonrada bakın bu komunistler, burada “fuhuş” yapıyorlar bilgisi yayıldı.

Geçelim,

Eski Sivas Ülkü Ocağı başkanı, bir çocuğa ilişirken yakalanmadı mı?.

Bu güne deyin Ülkü Ocakları’nda ülkücülerin birbirlerini yargılayip, ezdikleri bilinen bir gerçektir.

Yine 1978 yılında 40 ülkucü, Mustafa Polat’ın başkanlığında Zeytinburnu ülkucüsü Enver Tortaş’ı Edirnekapı yurdunda silahlı bir baskınla yakalayıp iskence etmedi mi?

Alişan Satılmış dönemide içinde olmak üzere PKK cıları kıskandıracak biçimde çek senet işleri yürütülmedi mi?

Türkeş’in koruması bile bu nedenle yıllarca içerde yatmadı mı?

Eyy sizi gidi utanmazlar!

Ulan, uyuşturucudan yatan yüzlerce ülkücü yok mu?

Buraya bütün olanları yazsam uzar gider.

 Ben burada sayın Meral’ı savunmak icin yazmıyorum. Yazmamın nedeni, MHP’nin tepesinin “Sütten çıkmış ak kaşığa oynamaya kalkmasıdır.”

Gidin lan Ülkü Ocakları’nı önce bir gezin görün. Önce bir inceleyin. Bir tek yaptıkları iş var. Ölenlere mevlüt okutmaktır.

Ne spor, ne kültür çalışması, nede yeryüzünün güzelliklerinin korunması onların gündeminde olmadı, olamazda.

Ara sıra bir iki kere bir  başkan yalandan dağda bir görüntü çekip, yayınlar. Olay budur. Ötesi berisi yok bu işin.

Birde çok sayıda Ocak Başkanları, MHP ilce il başkanları toplumda birilerinden akça alıp vermedikleri gazetelerde boy boy yazılır iken, bir çok ocak başkanları, uyuşturucu çekip boy boy resimlerini iletişim ağlarında (internette) yayınlar iken, MHP’nin tepkisi boşunadır.

Bir ülkücünün “haydut” olması için en iyi ortam Ülkü Ocakları’dır.

Birde 5 ülkücü bir kişiye saldırıyorsa, buda sözün bittiği yerdir.

Sayın Meral  az bile demiş.

IŞIK KANSU: ULUS BİLİNCİ

ALINTI: IŞIK KANSU: ULUS BİLİNCİ

Nihat Çetinkaya uçmağa vardı

Bu Türkiye’den bir türkçü gelip geçti. Ülkücüler, mankurtlaştırılmadan önceki dönemde Istanbul Ülkü Ocağı Başkanlığı yapmış olan, uygar, egemenlikçi, aydınlıkçı bir bey olan Nihat Çetinkaya vardı. O artık aramızdan ayrıldı.

Nihat Çetinkaya
Nihat Çetinkaya

Bu arada onun uçmağa varmasından sonra bir olay gelişti. Geçmişte ülkücüler yeşil kuşak yapılanması içinde yerlerini aldıkları dönemde, özellikle ocaklarda Atatürk le ilgili ne varsa kaldırtılmış idi. Artık tek söylem: “Hedef turan rehber kuran” olmuştu. Ankara’dan bütün illere dalga dalga yayılan “Biz ilahikelimetullahı gerçekleştirmek için allah yolunda ölüme severek gidecek ülkücüleriz” söylemleri duyulmaya başlanmıştı.

Istanbul’da bu Amerika’nın açık yeşil kuşak sarmalının açıkca MHP’ce ele alınması sonucunda Istanbul’da ilk, yurtsever, gerçek türkçüler, ocaklardan da MHP’dende dışlandılar. Olay bununla kalmadı. Gelişmelere, ocakların tekkelere, tarikatlara dönüştürülmesi, Amerikancı gidişe, çalışmalara, islamlastırmaya karşı çıkaranların öldürülmesi Ankara’dan üstü örtülü biçimde özellikle kalabalık yerleşim yerlerindeki ocaklara bildirildi.

Konu bu! Amerikancı çalışmalara, islamlaştırmaya, tarikatçılaşmaya karşı çıkanlar kimlerdi?

Bunların en başında gidenlerin içinde Nihat Çetikaya’da vardı.

Ülkü Ocağı Başkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra yine Ankara (MHP)’nin tepesi, onun susturulması, etkisizleştirilmesi, gerekirse “kaleminin kırılması, öldürülmesi” buyruğunu vermişti.

Artık ocaklar, “Allahın adını bütün telekeye yayma” görevini üstlendigi için, islam ölçülerinin dışında kalanlar, ülkücüler içindede olsa ezilmeleri sesleri kısılmalıydı.

Bunları neden yazdım?

Çünkü, geçmişte bu uçmağa varmış ağamızın doğrudan doğruya öldürülm.si istenmişti. O günlerde ocakları yönetenlerin arkalarında koşuşturan zagar köpekler, bu günlerde Nihat Cetikaya’yı anıyorlar, üstelikte onu topraga vereceklerini, üzüldüklerini yazıyorlar. Buda sözde ülkücülerin, özde islam savaşçılarının, bu iki yüzlülüklerini görünce bu yazıyı yazmak durumunda kaldık. O Mustafa Polat, o Yılma Durak, birde onların zağar köpeklerinden Oğuzhan Cengiz, şimdi, geçmişte öldüremedikleri Nihat Çetinka’yayı anıyorlar. Alçaklığın buncasına dayanılmaz. Ulan, sapıklar o değerli satılmamış, sizin Amerikan Yeşil Kuşağınızın köpeği olmamış birisini öldüremediniz, güzel yaşamı burnundan getirdiniz, şimdide, sözde o sizin ağanız oldu.

O Ahmet Malkan;tutukevi imamı, o Ahmet Orhan Sar; baş imam, o Mustafa Polat; tetikçi, (bade lenmiş ülkücüler) bu saldırganların içinde başkalarıda var, sırası gelince yazacağız.

Nihat Çetinkaya’nın en büyüklüğü nedir? Derseniz. O kendisini, kendisini öldürmek isteyen zağar köpeklerden koruya bildi.

Gerisi gelecek…

 

Birde bir alıntı yazı verelim:

Bu aşağıdakı yazıda Mehmet Gül ile Yılma Durak, Nihat Çetinkaya ile eşit gösterilmiştir. Bu bir yalandır. Gerek Mehmet Gül gerekse Yılma Durak Ankara’nın kullarıydılar. ABD’nin “yeşil kuşak yapılanması” na uygun İslam eksenli bir çalışma yaptılar. Bitmedi tüyü bitmedik anadolu çocuklarını eylemlere sokup yaşamlarını söndürdüler. Yavuz Selim Demirağ ancak böyle yazabilirdi.

Nihat Çetinkaya’nın Ardından…

Yavuz Selim DEMİRAĞ
29 Haziran 2019

Yeni nesiller için neyi çağrıştırıyor bilemem fakat Nihat Çetinkaya benim için “özgür düşünce, siyasi-sosyolojik sorgulama, Türk Dünyası, siyasal islam tehlikesi, aksiyoner gençlik eylemleri, aralıksız okumak, güncel yorumlama ve her şeyden önce vefa”demektir. Kerameti kendinde arayanlar bilmez. Sonuç da Türk Milliyetçiliği’nin Türkiye’de zemin buluşunun sağlıklı sosyolojik araştırması gelip geçen iktidarlara, küçük ortaklıklara rağmen yapılmadığı gibi “lider kült”ü ile engellenmiştir bile…

1968’de bütün dünyada sosyalist rüzgarlar eserken, Ülkücü hareketin hiç hesap da yok iken yeşerip, kısa zamanda gençlik hareketlerinde etkin konuma gelişinin yerel faktörleri unutulamaz. Lokal bölgelerde öyle gençlik önderleri vardır ki isimleri ile Milliyetçi-Ülkücü hareket ile özdeşleşir.“Doğu’nun Başbuğu”olarak bilinen Yılma Durak bunlardan biridir. Durağı uçmak olsun Komando Mustafa Okbir diğeri ise Nihat Çetinkaya‘da gerçeğin ta kendisidir. Komando Mustafa Tarsus-Mersin-Adana bölgesinin gençleri üzerinde etkili olmuştur. Yılma Durak Erzurum-Erzincan ve bölgesinde… Geçtiğimiz gün toprağa verdiğimiz Nihat ÇetinkayaIğdır’lı idi. Iğdır, Kars, Ardahan, Bitlis, Muş, Bingöl gibi bölgelerde kürtçü-dinci örgütlenmelere karşı “Milli-Türkçü akım”ın çığ gibi büyümesine sebep olanların başındadır. En önemlisi emperyalizmin “alevi-sünni çatışması planını”bozanlardandır.

Bu gün üç isim örnek verdim. Elbette yüzlercesi var. Yozgat’tan sonra Diyarbakır’da mücadele verip, İstanbul’da “efsane” olan Mehmet Gül‘ü de unutmayalım. Memleketlerinden büyük şehirlere üniversitelere gelen bu “yolbaşçı”lar, “hemşehirlilik”gerçeği ile etraflarına topladıkları “kavruk Anadolu Gençleri”ni “liderlik ve belagat”ları ile kısa sürede “gençlik önderi” haline dönüştürmüşlerdir.

60’lı, 70’li ve hatta 80’li yılların“Soğuk Savaş dönemi” koşulları mutlaka sorgulanıp, tartışılmalı. Nihat Çetinkaya 70’li yılların İstanbul Ülkü Ocakları başkanı olarak yüklendiği misyonu başarı ile yerine getirenlerden. 12 Eylül darbesi ile dağılan kervanın yeniden yola devam etmesi için de gayret etti.

MÇP’nin açılımını saray sofrasının müdavimleri hatırlamayabilir. Milliyetçi Çalışma Partisi’nin İstanbul İl Başkanlığı’nı üstlendiğinde Atsız Hoca‘nın deyimi ile “İtler bile gülecek kimsesizliğimize”dizelerini terennüm ediyorduk. Türk Milliyetçiliği’nin Anadolu’ya hapis edilemeyecek kadar büyük bir hareket olduğunu bilinciyle Türk Dünyası’na açılması gerektiğine kafa yoranlardan birisi deNihat Çetinkaya idi. Iğdırlı olmasının avantajı ile sınırımızdaki Nahcivan ile ilk irtibatı kuranlardandı. 90’lara yaklaşırken Azerbaycan’da bağımsızlık mücadelesi için yer altında Ebulfez Elçibeyönderliğinde çalışan “Azerbaycan Halk Cephesi”ile iletişim kurdu.

Ermenilerin Karabağ’daki ilk saldırılarını O duyurdu.“Hazar” adını verdiği haftalık dergi ile Azerbaycan’daki gelişmeleri Türkiye’nin yanı sıra dünya kamuoyunu bilgilendirmek için çaba sarf etti. Rahmetli Kemal Çapraz, Sevgili Rasim Ekşi ve Ahmet Efe ile beraber ben de omuz vermeye çalıştım. Nahcıvan üzerinden yardımların Bakü’ye ve çatışma alanlarına ulaşması için tehlikeleri göze aldı.

Turgut Özal’ın “Onlar şii biz sünniyiz İran’a daha yakınlar”gafını yaptığında Türkiye ile Azerbaycan arasında diplomatik ilişkinin mimarlarından oldu. Aynı Özal’ın ölümünden 4 gün önce Bakü’deki Gülistan Sarayı’nda, Elçibey ile kolkola “Çırpınırdı Karadeniz”şarkısını söylemesini sağlayanlardandır. Elçibey’in “Başdanışmanı” olduğu günlerde Ermeni işgali sürerken Bakü’de karşılaşıp, uzun ve anlamlı görüşmeler yaptık. Yeni kurulan devletin hendikaplarını anlatıp benim isyanımı dindirmeye çalıştı. “Özal Öldü” manşetini atan merhum Necdet Sevinç‘i yad ettik.

ABD’nin taşeronu olarak Türk Dünyası’na sızmaya yeni başlayan FETÖ’ye ilk dikkat çekenlerdendir. “İnsani yardım”, “Okul kurma”, “Zaman Gazetesi”yayınlama adıyla hain planlarını uygulamaya koymaya çalışan FETÖ’cülerin yeni palazlandığında, “ABD’nin yeşil kuşak projesi”ni tartıştık sabahlara kadar. Sadece Türkiye’nin değil Türk Dünyası’nın başına FETÖ’nün belâ olacağı gerçeğini ta o zaman tesbit ettik. Petrol ve doğalgaz zengini Azerbaycan yeni kuruluşun sancılarını yaşarken Nihat Çetinkayahiç küsmedi. İrtibatı koparmadı. Aile varlığının önemli bölümünü, ömrünü vakfetti.

Türkiye’mizin en önemli meselesine el attı. Akademisyen titizliği ile “Kızılbaş Türkleri”yazıp, fikir dünyamıza hediye etti. Sağlığı bozuldu. Ayvalık’ta inzivaya çekildiği yıllarda bile aklı fikri Türk Dünyası’ndaydı… Mekanı uçmak olsun…Türk Dünyasının başı sağolsun… Güle güle Nihat Ağabey…

NOT:Bugün (Cumartesi) Konya’da Ahde Vefa Turan Birliği Derneğine Selcan Taşçı Hamşioğlu ile Saat 14.30 da konuk olacağız. Söyleşip, kitap imzalayacağız. Bekleriz efendim.

Kaynak Yeniçağ: Nihat Çetinkaya’nın Ardından… – Yavuz Selim DEMİRAĞ

Bunlarda eli öpülecek ülkücüler 

Bunlarda eli öpülecek ülkücüler

Akit gazetesi haber müdürü Murat Alan’ı dövenler ülkücü çıktı

Türk askerine ‘eşek’ diyen Yeni Akit gazetesi haber müdürü Murat Alan’ı darp ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınan 4 kişinin, ‘Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP ile ilişkili oldukları iddia edildi.

Yayınlanma: 18 06 2019 TSK’de görevli generallere yönelik hakaretleri ile tepki çeken Akit Haber Müdürü Murat Alan’ı saldıran 4 kişi tutuklandı. Şüpheliler ifadelerinde, Ankara’da oturduklarını ve olaydan bir gün önce İstanbul’a geldiklerini belirtti. Saldırının planlı olmadığını iddia eden şüpheliler, yoldan geçerken Alan’ı gördüklerini, çıkan tartışma sonucu darp eylemini gerçekleştirdiklerini öne sürdü.

SALDIRGANLAR ÜLKÜCÜ MÜ?

Sosyal paylaşım hesaplarındaki açıklamaları, fotoğrafları ve yer bildirimleri saldırganların ülkücü olduğunu gösteriyor. Sanıklardan Bayram Gecimli’nin Facebook profilinde “Ankara Ülkü Ocakları’da çalışıyor” ifadesi yer alırken profil foroğrafında ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ’06 MHP 01′ plakalı makam aracının yanında çekilmiş görüntüsü bulunuyor.

Facebook profiline bakıldığında, saldırganlardan Serdar Acar’ın 24 Haziran seçimlerinde MHP Ankara 2. Bölge Aday Adayı olduğu ve Genel Başkan Bahçeli ile çekilmiş fotoğrafı görülüyor. Saldırganlardan Savaş Karaca’nı Facebook profilinde de Bahçeli ile çekilmiş fotoğrafı ve MHP Genel Merkezi’nden yer bildiririmi yaptığı görüldü. Sanıklardan Ferhat Özcan’ın ise Abdullah Çatlı ve Alparslan Türkeş’i öven paylaşımlarının olduğu görüldü.

Bayram Gecimli

24 Haziran seçimlerinde MHP Ankara 2. Bölge Aday Adayı Serdar Acar

Savaş Karaca

 

 

Devlet FETTAHOĞLU (Bahçeli) nereye koşuyor?

Bilgelikten baykuşluğa yol alan Sayın Devlet FETTAHOĞLU (Bahçeli), son günlerde yaptığı anlamsız konuşmaları ile toplumdakı saygı ile değeri yitirmiş durumdadır.

Devlet Bahçeli (Fettahoglu)'nun gizli yüzü
Devlet Bahçeli (Fettahoglu)’nun gizli yüzü

İşin gerçeğinde Sayın devlet Bahçeli’ye verilen değer, duyulan saygılar, onun  topluma yaptığı katkılar, ülkücü kesimi ulaştırdığı başarı ortamından kaynaklanmamaktadır.

Sayın

Devlet Fettahoğlu (Bahçeli), eşitliğin, gerçek saygı-sevginin, aydınlığın olmadığı bir oluşumun başında olduğu için başarısızlığı tartışılamıyor. Son yıllarda kendisinin eksikliğini, yanlışlarını dile getirenlerde, MHP’den kovuldular.

Devlet Fettahoğlu (Bahçeli)’nin bu durumunu 1997 den beri yanında bulunmuş olan eski yol arkadaslarıncada dile getirildi.

En yakınında yıllarca birlikte çalışmış olanlardan Devlet Bahçeli’nin bir tek konuyu bile kendileri ile görüşmediği, gizzemli bir çalışma biçimi olduğunu tek tek dinlemişimdir.

Şimdi sıkı durun, burası önemlidir. Türkiye’nin önemli illerinden 2-3’nün en üst sorumlu «gizli görevlileri” kendi bölgelerindeki Ülkü Ocağı yöneticilerine, siz yapacağınız işlerde bize bilgi vereceksiniz demişler. Gençler, biz genel başkanımızı dinleriz demeleri üzerine, Gizli görevliler : «gidin bizi genel başkanınıza sorun » demişlerdir.

Sürdürelim,

Devlet Fettahoğlu (Bahçeli) gizlemliliğini ancak buraya deyin sürdürebildi.

Ermeni göçmenlerimiz: Abdullah Gül. ile Devlet Bahçeli
Ermeni göçmenlerimiz: Abdullah Gül. ile Devlet Bahçeli

Bizde geçmişte kendisine arka çıktık. Bizim kendisine arka çıkmamızın nedenleri başkadır. Nedeni buydu; Türkiye’de Devlet bahçeli öncesi üllkücü ülkücüyü öldürüyor, eziyor, derneklerden kovuyorlar, çek senetle geçim sağlıyorlardı. Bahçeli geldikten sonra bu konuda önlem alacağını açıklamıştı.

Ancak sonradan Sayın Devlet Fettahoglu (Bahçeli) dönemindede yasa dışı işler yeniden uygulanmaya başlanınca bizde yavaş yavaş kendisine karşı çıkmaya başladık.

Sonuçta, geçmişten günümüze gelene değin Ülkü Ocakları’nın durumuna bir baktığımızda Ülkü Ocakları’nda iki gelişme oldu. 1. Bazı Ülkü Ocakları tekkeye, 2. Bazı Ülkü Ocakları’da çayevine dönüştüler.

Ülkücüler, yıldan yıla mezarlara gidip dua okuyan, seçimler öncesi koyun sürüsüdiy Ankara’da alanda toplanıp, gösteri yapan bir kesim oldular.

Bir kişi bilinçli gizli bir Ermeni değilse bunca ocaklarda ne oluyor deyip, bakmaz mı?

Ocaklara yönetici olanlara bir bakın bakalım. Türkiye’nin çökmesini isteyenler bile böylesi kişileri başkan olarak atamazdı.

Bir başka gerçek, bir başka belge: Bazı MHP il yada ilçe başkanları yolsuzluktan yargılanıyorlar, kimisinin adları dolandırıcılıktan boy-boy gazetelere çıksada, onların genel merkez, sırtlarını okşuyor.

Il, ilçe başkanı elindeki yargı belgelerini, gazete yazılarını gösterip, “artık ben görev yapamam” diyor. Genel Merkez: “Sen git görevini yap” diyor.

Ne bahçeli, nede Ülkü Ocakları Genel Başkanları, bütün Türkiye’de Ülkü Ocakları’nda ne olup-olmadığını bilmemektedir. Yalnızca ara sıra “bu gün, şu gün mevlüt” okutun diye yazı yollanıyor. Kimsenin ülkücü gençleri eğitmek, yükseltmek, geliştirmek istediği yok. Sayın Devlet Fettahoğlu (Bahçeli)’nin adıda Türkler’in gönlüne kanlı çizgilerle “Bizim gençlerimizi yoldan çıkardı, onları uyuttu” diye yazılmıştır.

Sayın

Devlet Fettahoğlu (Bahçeli), Türk halkıyla dalga geçerek, öküzce çay içip, yüzsüzce yayınlamaktadır.

Oldu olacak, bu Anadolu çocuklarını aldattılar, bizde bundan sonraları için uyarıda bulunup, yeni gençliği bunların elinden kurtarmaya ant içtik.

Istanbul seçimlerinden sonra AKP gücünü yitirince, Türkiye’de çok isler düzelecektir. Devlet Bahçeli’ninde ne olacağı önemli değil. Çünkü kendi anlamını yitirdi,derneklerde anlamlarını yitirmiştir.

Bizim sevincimiz;

Devlet Fettahoğlu (Bahçeli) ile yanında bulunan gizli Ermeniler artık açığa çıkarıldıklarından etki alanları daraldı. Artık görevde kalsada kalmasada bir önemi olmayacaktır.

Türkiye işsizlikten, aşsızlıktan, yoksulluktan kırılır iken, aldırış etmeden mutluluk çayı içiyor.

YÜZSÜZ!

Bahçeli'lin Türkiye diye bir sorunu yok, o baykuş oldu.
Devlet Fettahoğlu (Bahçeli)’nin Türkiye diye bir sorunu yok, o artık, baykuş oldu.

MHP’liler sokak ortasında birbirini vurdu, genel merkezden kapatma kararı geldi

MHP’liler sokak ortasında birbirini vurdu, genel merkezden kapatma kararı geldi

MHP Eşme İlçe Başkanı Burçin Kayhan Yücesoy’un vurulmasıyla ilgili Uşak il başkanı ve il yöneticilerinin gözaltına alınmasının ardından MHP Genel Merkezi, Eşme İlçe Başkanlığı’nın kapatılmasına karar verdi.
Devlet, dernekleri yönetemiyor.
  • Ülkücü kuruluşlar içten, içe kaynıyor.
KURULTAY
Yayınlanma günü: 3 Haziran 2019, Birinci gün, 14:20

[Haber görseli]
Uşak’ın Eşme ilçesinde, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) İlçe Başkanı Burçin Kayhan Yücesoy, silahla vurularak yaralandı. Olayla ilgili gözaltına alınan MHP İl Başkanı Ayhan K., Başkan Yardımcısı Süleyman K., İl Yöneticisi Cevat G. ve MHP’den Uşak Belediye Başkan Adayı olan ancak seçilemeyen Muhammet Fatih E. sorgularının ardından serbest bırakıldı.

Eşme İlçe Başkanlığı kapatıldı

Yaşanan olayın ardından MHP Genel Merkezi’nden yapılan açıklamada, “Uşak ili Eşme İlçesinde meydana gelen olay nedeniyle Eşme Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma sonuçlanıncaya kadar Milliyetçi Hareket Partisi Uşak, Eşme İlçe Başkanlığının kapatılmasına karar verilmiştir. Uşak İl Başkanlığının olayla ilgili rolü genel merkezimiz tarafından incelemeye alınmıştır” ifadeleri yer aldı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Değerli ülküdaş

Değerli ülküdaş,

Gördüğünüz üzere cok sıkça olayları değerlendirmiyoruz. Bazanda geç değerlendiriyoruz. Nedenini sorarsanız, nedeni Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’yi öyle bir yere getirdiler, artık sorunların neresinden tutacağımızı şaşırıyoruz.

Türkiye, de işler iyi gitmiyor diye yazdıkta yazdık, biz yazıncada, o kurumun ileri gelenleri, bizi çağırıp bu yazıların bize yakışmadığını söylüyorlar. Ara sırada soruşturma açıyorlar.

Gülünç bir durum!

Türkiye’yi batırıyorlar, soyuyorlar. Ne oluyor diyenede soruşturma açılıyor. Üstelik ya PKK ile yada FETÖ ile ilişkilendiriyorlar.

Arkadaş, gelde yaz bakalım.

Bu işler olur iken bizim BAYKUŞ (Devlet ……) de, Erdogan’ı alkışlıyor. Bir iki abdestli ülkücüde BAYKUŞ’u alkışlıyor.

Öylede soruyorum size bu durumda kim dik dura bilecek?

Birde bunlar yetmezmişçesine, yıllardır ağır ülkücü diye geçinen arkadaşlarımızın o kurumla ilişkileri ortaya çıkıyor.

Böyle olunca bu işin çivisi çıkmış deyörüz.

Bu genel değerlendirmeden sonra gelişmelere bir bakalım.

Istanbul yerel yönetim seçimi:

Eger olağanüstü bir durum olmassa Sayın Ekrem Imamoğlu seçimi kazanacak.

Bunu Erdoğan’da, Bahçeli’de, Yıldırımda biliyor. Artık AKP’ye yıllardır kulluk edenlerde azıcık uyanma var.

Erdogan yine tek kurtuluşu Kürt yurttaşları aldatmakta buluyor. Devlet’in ise umudu yok, üzgün. Neden? Istanbul’un gitmesi demek, AKP’nin çöküşü demektir. AKP çökerse, MHP’nin dayanağı yok olacak. Onun için BAYKUŞ (Devlet) derin sıkıntıda.

Son yıllarda ülkücüler için bir çivi çakmamış olan BAYKUŞ, söz ebeligi ile işleri geçiştiriyordu. Ancak şimdi gerçek yüzü görününce, çıkmaz sokakta olduğunu anladı.

mhp'in tepesinde yer alan Ermeni'ler
mhp’in tepesinde yer alan Ermeni’ler

Ekrem Imamoglu’nun seçimi kazanması demek, Türkiye’de taşların yerinden oynaması demektir.

Gelelim bir başka olaya, MİT, gerçektende Afrika ellerindende geride bir başarısız durumdadır. Bu durumu örtmek için parayla tutulmuş ayakçılara basın yayında MİT’i övdürerek, başarısızlığın üstünü örtmeye çalışıyorlar. MİT artık ABD etkisinden kurtuldu derken, yere çakıldı.

Bir iki örnek vereyim. Hakan Fidan döneminde, Türkiye’de yaşayan bütün Çeçen generallar, tek tek Rus gizli görevlilerince öldürüldüler. Çoğuda Türkiye’den çıktıktan sonra, bilindiler. Bu gün Türkiye’de çoğu illerde ilçelerde FETO’yü güçlendirmiş olan MİT’çiler görevdeler. Sözde AKP’ye yakın görünerek, AKP’ninde MHP’ninde altını oyuyorlar.

Hakan Fidan bu işi başaramıyor. Onun sözde yerelleştirdiği MİT’in içi yerli görünen köstebeklerle doludur. Bir iki komşu topraklardan bir iki Gülenciyi INTERPOL eli ile Türkiye’ye veriyörler. Hakan Fidan’da bunu böyük bir başarı diye halka sunuyor. Türkiye gerçekten korumasız.

Hakan Fidan: YERYÜZÜNDE KENDİSİNİ AÇIK AÇIK ÖVDÜREN BİR (ISTIHBARATÇI) YOKTUR.
Hakan Fidan: YERYÜZÜNDE KENDİSİNİ AÇIK AÇIK ÖVDÜREN BİR (ISTIHBARATÇI) YOKTUR.

Bir başka acı olay, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın geçmişte bir subay kılığı yoktu. Şimdide bir tek başarılı işi olmamaktadır. Türk toplumuna katkısı olmamaktadir. Bakın, ben bunların Ermeni kökenli olmalarınıda eleştirmiyorum. Sonuçta görevini iyi yaparsa onların Ermeni, Arap Rum olmalarında sıkıntı yok.

Nagehan Alçı, onunda Ermeni kökenli olmasına takmıyoruz. Ancak, mit için çalışarak, ona buna tuzaklar kurmasına susamayız. MİT gece ona yol gösteriyor, o gündüz, ona buna bok atıyor. Bu bayan sonuçta Saray’a bağlı olarak çalışınca, sorumluluğa çağıran olamıyor. Tanrı onu şaşırttı da Ekrem Imamoglu’na sorduğu sorularla, yurttaşlarımızında kendisini tanımasına yol açtı. Kadın oynak kadın, eskiden bir bakanla yatıp kalktığı anlatılırdı, sonrada bir MİTçi ile adı çıktı.

Türkeli’ni çökertebilmek isteyenler, Genel Kurmay Baskanlığına çeriliğe yakışmayan, yeteneksizleri, MİT’in başına yine yeteneksiz bilgisiz, beceriksiz birisini, basınada yine bir oynak kadını koyarak bizleri oyalıyorlar.

Sayın BAYKUŞ, FETTAHOGULLARI Bahçeli, bunları biliyör, ancak MİT onun açıklarını bulup onun amına koydu. Onu sus, pus etti. Gel sen uyan, bu oyunu bozalım…

Biz ülkücüler en çok bilmemiz gerekenleri bilmediğimiz için yanlış değerlendirme yapmaktayız.

Sorunun kaynağı nedir? Sorunun kaynagının ipleri elinde tutanın puşt olmasıdır.

Bu gün Türkiyeyi yönetenlerin bilimle, araştrma ile alım-satım kuralları ile ilgileri yoktur.

Kendilerini şeyh yerine koydukları kişi yat dese yatıyorlar. Kalk dese kalkıyorlar.

Hulusi Akar ile Hakan Fidan şeyhleri Nuri Pakdil'in buyruklarını dinliyorlar.
Hulusi Akar ile Hakan Fidan şeyhleri Nuri Pakdil’in buyruklarını dinliyorlar.

Türkiye götü boklu şeyhlerin, dervişlerin eline düştü…

Gelde yazı yaz bakalım.. .

 

 

 

 

Yavuz Selim Demirağ

Değerli okuyucu, bildiğiniz üzere, Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ’a altı (6) kişi birden saldırmıştı. Saldırının biçimi çok düşündürücüdür. Neden mi? Savunmasız, yaşlı başlı birisine elleri sopalı 6 kişi saldırmış, vurup-kırıp kaçmışlar. Vurdukları kişi, MHP’nin bu günkü izlediği yolu beğenmeyenlerden birisidir.

Yavuz Selim Demirağ
Yavuz Selim Demirağ

Eğer saldırı MHP’ye bağlı olan ülkücülerce gerçekleştirilmiş ise, ülkücüler için çok olumsuz bir gelişme olacaktır.Hüseyin Feyzullah’ın gününde geçerli olan “Benim gibi düşünmeyeni öldürün” uygulaması başlamış olacaktır.

Devlet Bahçeli (Fettahoglu)'nun gizli yüzü
Devlet Bahçeli (Fettahoglu)’nun gizli yüzü

Devlet Bahçeli’nin anlaşılamayan dönüşümü, yada eskiden üstü kapalı olan azınlıkları destekleme çalışmalarını şimdi açıkça yapmasına birde “bize ters düşenlere saldırın” eklenmişse, ülkücüler yeni bir kargaşaya sürüklenecekler demektir. Umarız Böyle olamasın.Sanıklar yakalanmışlar, görelim kimlermiş, ne için yapmışlar?Sonuçta bu Olay bir ilk değil. İlk saldırı Meral Akşener’e yapılmıştı. Yargı onları aklayı verdi. Şimdi bu ikincisi oldu. Umarız, bu son olur. Son olmazsa, yakaları kirlilikten kurtulmamış olan kimsesiz ülkücülerin yakaları yeniden kirlere bulaşacak, sonu gelmeyen acılar, türklük adına türklükten yana olanlara saldırılarla gündemimiz dolacak demektir.

Ermeni göçmenlerimiz: Abdullah Gül. ile Devlet Bahçeli
Ermeni göçmenlerimiz: Abdullah Gül ile Devlet Bahçeli

Aşağıdakı yazı Ahmet Takan Bey’in yazısıdır. Olayı böyle dile getirmiş.

“Yavuz Selim Demirağ’ın kafasına  kafasına beyzbol sopaları ile giriştiniz.Hem de 1’e karşı 7 ile!.. Sonrada ağababalarınızın sizler gibi  kiralık olan arabasının içine tıkışıp tüydünüz…”

Alıntı

Kısa ama açık…

Ahmet TAKAN
12 Mayıs 2019

Yine kahpelik yaptınız!..

Karakterinize yakışır şekilde pusu kurdunuz. Mertçe değil namertçe dövüşmeyi tercih ettiniz. Yavuz Selim Demirağ’ın kafasına  kafasına beyzbol sopaları ile giriştiniz.Hem de 1’e karşı 7 ile!.. Sonrada ağababalarınızın sizler gibi  kiralık olan arabasının içine tıkışıp tüydünüz…

Öldüresiye dövüp, korkuttuğunuzu mu sanıyoruz?..

Sindirdiğinizi mi düşünüyorsunuz?..

Gerçekleri anlatmayı bırakıp iktidar yalakası olacağımızı mı  hayal ediyorsunuz?..

Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytanın  safında mı yer alacağımızı hesap ediyorsunuz?..

Sefil hamam böcekleri!..

Hiç de iyi etmediniz… Yavuz’un kafasına indirdiğiniz her sopada   şerefsizliklere, hainliklere ve hırsızlara karşı mücadele azmimizi daha da bilediniz… Biz, gücü, sizler gibi kemik yalayarak, paraya pula taparak, irili ufaklı diktatörlerin önünde secde ederek, ona buna yalamalık yalakalık ederek  bulmuyoruz… Gücümüzün tek kaynağı, vatan/millet/devlet/bayrak aşkı…Kula kulluk etmez sadece yüce Tanrı’ya kulluk ederiz.. Kıble’mizi konjonktüre, para kaynaklarına, günün güçlülerine göre değiştirmeyiz… Yönümüzde safımızda nettir… Dün neysek bugünde oyuz!.. Yarın da öyle olacağız…Türkiye’de zulüm ve baskıların,hırsızlıkların, hainliklerin,itliklerin son bulması için var gücümüzle çalışmaya, yazmaya,konuşmaya devam edeceğiz.  Er ya da geç bu ülkeye demokrasi gelecek,karanlık yerini aydınlığa terk edecek. Sizleri çok gıcık ediyor biliyorum ama haykırıyorum; her şey çok güzel olacak!..

İyice bilediniz bizi!..

Biz hiç korkmuyoruz, siz korkun… Bundan sonra altınızı ıslatmamak içinde bez bağlayın…

Daha çok gerçekleri bağıracağız… Bütün pisliklerinizi faş etmek için eskisinden daha çok çaba sarf edeceğiz…

Sinmeyeceğiz…

Yılmayacağız…

Geri adım asla atmayacağız…

Bizim arkamızda yüce Tanrı var. Ya sizin?..

Zavallısınız… Zavallı!..

Ya o  kanlı sopaları kahpelerin eline tutuşturanlar…Karanlığın arkasında infaz emrini verenler… Manukyan, sizin yanınızda onur abidesi kalır!..

Kaynak Yeniçağ: Kısa ama … – Ahmet TAKAN

Türkiye karaya oturdu

 

Türkiye karaya oturdu

Türkiye’de Yüksek Seçim Kurulu’nun Istanbul Yerel Başkanlık Seçimi’nin yok sayması ile birlikte Türkiye’de yasaların …. işlemediği kanıtlanmıştır.

Recep Tayyip Erdoğan yasaları bozar iken Devlet Bahçeli’de vur abalıya diyor.

Acı, acı, acı bir durum. Ülkücüler adına sayın Bahçeli, yağmacılara, çalıp-çırpanlara, Türlkiye’nin yer altı, yer üstü varlıklarını talan edenlere arka çıkmaktadır.

Üstelik, Sayın Devlet Bahçeli’ye en ağır aşağılamaları yapanlara, bu gün Bahçeli arka çıkıyor. Bahçeli AKP’ye arka çıkmadan 2 saat önce MİT eliyle Bahçeli’nin Ermeni olduğu bilgisi ortaya sürülmüştü. Devlet Bahçeli, Erdoğan’a arka çıkar çıkmaz Bahçeli’nin Ermeni olduğu bilgileri yayından kaldırıldı. Bizde o belgeleri buradan yayınlamıştık.

Bahçeli acımasız bir BAYKUŞ tur.

Ermeni kökenli Devlet Bahceli eğleniyor. Halkın yoksulluğu ilede daşşak geçiyor.
Ermeni kökenli Devlet Bahceli eğleniyor. Halkın yoksulluğu ilede daşşak geçiyor.

Güzel Türkiyemiz, ne günlere kaldı ? Bizim ülküdaş dediğimiz kişilerde TC’yi kaldıranlara, Kadir Mısırlıoğlu’na arka çıkanlara arka çıkıyorlar.

Eskiden gizli gizli yapılan Türk karşıtlığı, Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı simdilerde açık açık yapıldığı bir yana, en tepede oturan kişide bölücülüğe ortak olmaktadır.

Güzel Türkiye talan edilirken, ülkücülerin adına Bahçeli alkışlıyor.

Talan edilen yerler halkımızın yerleri, çalınan akçalar halkın verdiği vergileri, bozdukları töreler Türk töresi olunca Bahçeli yan yattı. Sözde birlik, sözde Cumhuriyet derken, kendisini Erdoğan’nın önüne attı.

Bahçeli, Erdoğan: Halkın başına çöken baykuşlar.
Partisin Kızılcahamam kampında konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partililere Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saygıda kusur etmemeleri yönünde uyarılarda bulundu.

Geçmişte Ermeni kökenli Abdullah Gül’e «Cumhurbaşkanlığı» yolu açarak, onun Ermenieli’ne giderek soydaşlarıyla kucaklaşmasını sağlamıştı.

Ermeni göçmenlerimiz: Abdullah Gül. ile Devlet Bahçeli
Ermeni göçmenlerimiz: Abdullah Gül. ile Devlet Bahçeli

Şimdide, AKP’ye « Cumhuriyet » karşıtı uygulamalar için yol açmaktadır.

Devlet Bahçeli dünde bir arabaya binip Ankara’yı dolaşmış, çünkü onun için domates, patates, büberin kaç akça olduğu önemli değildir.

Karşımızda uzun yıllar boyunca gerçek kimliğini, amacını gizleyebilmiş bir kişi var. İki yüzlü, iki kişililikli, iki amaçlı olarak toplumu oyalıyor.

Onun başında « Cumhuriyet », türklük, yada yurt güvenliği yok. Tek beklentisi, yasa dışı yollarla diplomasız olarak yasadışı biçimde devletin başında oturan Erdoğan’ın kendisini MHP’nin başında tutmasıdır.

Keser dönecek sap dönecek, gelecek ay yapılacak Istanbul Yerel Yönetim başkanlığı’na yeniden İmamoğlu seçilecektir. Boyle olursa Sayın İmamoğlu Erdoğan’a karşı Başkanlığa aday olabilecektir. Erdoğan çökecek, Devlet Bey’de onunla birlikte, silinip gidecektir.

Umutsuz değiliz.

En büyük mutluluğumuzda, ölmeden önce devletin bizim önümüze koyduğu gizli Ermeni’yi görebilmek oldu.

Ermeni kökenlilerin MHP’de yuvalanmış olmaları olayı ilk önce Vedat Bilgin’in MHP’de çok eskiden beri danışman olarak görev almış olması, sonrada gidip AKP’den « milletvekil »i seçilmiş olması ile ortaya çıkmıştı. Oda Ermeni kökenliydi. Onun çok yakın ilişkide olduklarıda sürekli gizli Ermeniler olmuştu. Bu bilgiler, geçmişte sayın Devlet Bahçeli’ye duyurulsada, kendisinden bir tepki gelmemişti. Çünkü, sayın Devlet Bahçeli, eski araba düşkünlüğünü, Ferdi Tayfur türküsü dinlerken, halkımız açlık sınırının altında yaşamakta, AKP yandaşlarıda soygun, talanlarını sürdürmektedir. Devlet Bahçeli’nin bu yurdun geleceğine, halkın barış içinde yaşamasına bir katkısı olmamıştır, olmayacaktır.

 

Türkiye karaya oturduğu gün o çok mutluydu. Türk ulusu artık bu gerçeği görmüştür. Ulusumuzun tepkisi gelecekte görülecektir. Artık gizli azınlık, açıkça « milliyetçi »lik arkasına, gizli azınlık, açıkça « islam » cılık arkasına sığınamayacaktır.

Istanbul’da bu seçimlerin yenilenmesi bizlere Recep Tayyip ile birlikte azınlık kazıntısı Devlet Bahçeli’yide basimizdan indirme olanagi verecektir.

Artık Türkler yan gelip, yatma, ona buna el avuç açma dönemini kapatarak, seçimlerde güçlerini göstermeliler.

Çırağan Yokuşu Ülkü Ocağı Başkanı

Cemil Çiçek’in suçu ne?

ALINTI: Türkiye’de olup bitenleri en iyi biçimde gündeme taşıyan yazarlardan biriside
Barış Terkoğlu’dur.
Ülküdaş, bizim ülkücü yazar dediklerimiz, yoldan çıkmış olan Devlet Bahçeli’yi övmekten başka bir bok yememektedirler. O nedenle gerçekleri kim yazarsa onu okumak gerekir.

Barış Terkoğlu:

Cemil Çiçek’in suçu ne?

29 Nisan 2019, Pazartesi

Kırmızı Başlıklı Kız, ormanı aşıp büyükannesinin Bank Asya kredisiyle aldığı kulübeye girdi.
Seslendi: “Senin tırnakların neden böyle uzun?”
Yanıt geldi: “Ekrem İmamoğlu stadyuma gitmesin diye.”
Tekrar sordu: “Senin kolların neden bu kadar uzun?”
Biraz kalınlaşan ses: “Ekrem İmamoğlu Maltepe’de miting yapmasın diye.”
Hâlâ durumu anlamayan kızcağız son soruyu sordu: “Dişlerin neden sivri peki?”
Bu saflığa dayanamayan İçişleri Bakanı yataktan fırladığı gibi Kırmızı Başlıklı Kız’ı yutuverdi.
“Masal böyle değil” mi diyorsunuz? Aslında böyle. Habertürk’ün FETÖ’nün ucuz kredisi ile ev alan yazarı günlerce Ekrem İmamoğlu’na “yapılmayacaklar listesi” hazırladı. O maça gitme, şu mitingi yapma, böyle konuşma. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, cuma gecesi televizyona çıktı. Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a “İmamoğlu derbiye gelmesin” dediğini kabul etti. Böylece resim tamamlandı. Biz gazeteci konuşuyor sanıyorduk, meğer ses Soylu’dan çıkıyormuş. Kalemin mürekkebini Soylu akıtıyormuş.
Üstelik bununla sınırlı değil. Şu ara “bazı yandaşlar” aynı şeyi yazıyor, söylüyor: “Aman Cumhurbaşkanım Süleyman Soylu’dan vazgeçmeyin.” Belli ki kabine değişikliği ihtimali onları korkutuyor. 31 Mart yenilgisinin Soylu ile bağlantılı olmadığını anlatıyorlar.
Tabii ki Soylu’nun Pelikancılar gibi A Haber’i ya da Sabah gazetesi yok. Haliyle Gökçek’in kanalında kimi programcılara ya da TGRT’deki partnerlerine iş düşüyor. Gözünüzü kapatın sanki Soylu’ya playback yapıyorlar.

Cemil Çiçek nasıl gönderildi?
Onlar gitsin ya da gitmesin…
Peki çoktan gitmiş olanlara ne oldu?
28 Mart’ta bu köşede Süleyman Soylu’nun 2010 referandumundan sonra Samanyolu TV’de yaptığı programı okumuştunuz. FETÖ’nün kritik ismi Önder Aytaç ve Gültekin Avcı ile birlikte örgütün kanalında anlattıklarına yer vermiştim.
Yazının çıktığı gün eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek’le konuşma fırsatım oldu, okumuştu. Süleyman Soylu, Samanyolu TV’den bakanlığa giden tramvaya binerken, Çiçek’in siyasetin dışında kaldığını biliyorduk.
Peki neden?
Bana Barış Pehlivan’la birlikte yazdığımız Sızıntı kitabında kendisi hakkındaki kısımları hatırlattı. Siyasetin dışına düşmesinin şifreleri belki de oradaydı.
Kitapta, ABD gizli belgelerinde aksi yönde bilgiler olmasına rağmen Cemil Çiçek ile FETÖ arasında kavga olduğunu söylemiştik. Çiçek, 2003 yılında Adalet Bakanlığı görevindeyken terör örgütlerini “silahlı” ve “silahsız” diye ikiye ayırmak istemişti. Silahsız da terör örgütü olabileceğini kabul eden düzenlemenin kendisi aleyhine olacağını düşünen FETÖ, Çiçek’e cephe almıştı. AKP içinde Çiçek’e karşı yürüttüğü lobi çalışması sayesinde söz konusu değişiklik tasarısının önüne geçti.
Kavga orada bitmedi.
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, 2 Nisan 2007’de ismini vermediği bir bakanın FETÖ’ye dair görüşlerini yayımladı. O AKP’li bakan, “Cemaatçi polisler ve savcılardan”, “Fethullah Gülen’in istihbarat merakından”, “soruşturmalarda Cemaat’in parmağından” bahsetmişti. Hakan’ın adını vermediği o bakan Cemil Çiçek’ti. 3 gün sonra, yani 5 Nisan 2007 tarihinde ise Ahmet Hakan’ın köşesinin başlığı, “Cemaat Diyor ki: O Bakan Bize Düşman” şeklindeydi. FETÖ, Ahmet Hakan’ın ismini vermediği bakanın kim olduğunu gayet iyi biliyordu. Ahmet Hakan’a FETÖ adına açıklama yapan meçhul kişi bu durumu şöyle açıklıyordu: “Bakanın yaptığı bir yasa çalışmasına karşı çıktık. Hem hükümet hem AKP bizim haklı olduğumuza kanaat getirdi. Yasa tasarısı değişti. Bakan gururunun kırıldığını düşündü ve bu olayı kişisel husumete dönüştürdü. Uzun bir süredir hakkımızda tezvirat yapıyor.”

‘Derin devletin adamı’ dediler
Çiçek bugün halen olduğu yerdeydi…
O günkü kavgayı şimdi şöyle anlatıyordu: “Bizde terör denildiği zaman akla cebir ve şiddet gelir. Ben o tarih itibariyle de bugün itibariyle de silahsız terör örgütü olabileceğine inananlardanım. Nihayetinde bunların o gün itibariyle evlerinde silah, tabanca ya da patlayıcı yoktu. Ama devletin imkânlarını kullanarak yasadışı işler yapıyorlardı.”
Söylediğine göre parti içerisinde de sistematik olarak hedef alınmıştı: “Bunlar benim için ‘derin devletin adamı’ dediler. ‘AK Parti daha özgürlükçü olacak ama derin Cemil Çiçek ortalığı karıştırıyor’ dediler. Adımı ‘301 Cemil’e çıkardılar.”
Anlatmasa bilmiyordum, Cemil Çiçek’in adı, 2011 yılındaki bir fişleme belgesine de girmiş. O belge Pensilvanya’daki toplantılardan çıkmıştı:
“Isparta’da savcılık FETÖ ile ilgili bir soruşturma yapıyor. O soruşturmada sık sık Pensilvanya’ya giden şüphelinin notları ele geçiriliyor. 2011 yılının temmuz ayında Fethullah Gülen’in huzurunda Türkiye’de olan bitenin değerlendirilmesi yapılmış. Mesela Aydın Doğan’ın kızlarının arasındaki çekişmeyi yazıyor ya da Doğan Grubu’nun neden kendilerine karşı olduğunun izahları var. Ben de o dönem Meclis Başkanı olmuşum. Benim hakkımda el yazısıyla ‘O derin devletin adamıdır. Bundan sonra bizim Meclis’teki kanunlarımız zor geçer’ notu alınmış.”
Kırgın mıydı? Bana sorarsanız öyle: “Bugün herkes (FETÖ’ye karşı) dümdüz gidiyor. O gün böyle işler olduğunda suçlanan benim. Şimdi yazanlar o zaman beni suçluyorlardı.”
Gerçekten de o gün öngördüğü şekilde, silahsız görünen yapı terör örgütüne dönüşmüştü: “Cebir şiddet kullanmadan da terör örgütüne dönüşebiliyor bir örgüt. İşte buyurun dönüştü. 2003’te benim gördüğümü 2016’da anladık biz. Kim nerede durmuş, kim saf değiştirmiş bunların değerlendirilmesi lazım.”
Çiçek, kendisine haksızlık yapıldığını, üstelik bunun da açıkça söylenmediğini anlatıyordu: “Tavır değiştirenler içinde ‘biz bu adama haksızlık yaptık’ diyen bir faziletli adama da rastlamadım. İnsanlar fikirlerinde yanılabilir. Ben de 30 sene evvelki ya da 15 sene evvelki Cemil Çiçek değilim. Hatam varsa kabul ederim. Bu kadar suçlandık, bu kadar töhmet altında kaldık. ‘Haksızlık yaptık bu adama’ diyen bir ifadeye de rastlamadım.”
Şimdilerde başka gırtlaklardan kabine yolcularını tartışıyoruz da…
Sizce de gidişlerinden önce Kırmızı Başlıklı Kız’ı yiyen kurdun o sahipsiz kalan kulübeye nasıl girdiğini konuşmak gerekmiyor mu?
Belki de asıl sır gidişte değil geliştedir.

TümüBarış Terkoğlu – Son yazıları

Cemil Çiçek’in suçu ne? 29 Nisan 2019 Pzt
Sabri Uzun gözaltısının altındaki bit yeniği 25 Nisan 2019 Per
Bu dincilerin ahlakı mahlakı yok 22 Nisan 2019 Pzt

Devlet Bahçeli’nin gözlerden düşüşünün başlıca nedeni Ermeni kökenli oluşu değil

Devlet Bahçeli’nin gözlerden düşüşünün başlıca nedeni

Ermeni göçmenlerimiz: Abdullah Gül. ile Devlet Bahçeli
Ermeni göçmenlerimiz: Abdullah Gül. ile Devlet Bahçeli

, sinsice Ermeniler’in çıkarlarını korumasıdır.

 

Devlet Bahçeli MHP Genel Başkanı olmasının dışında kendisi ile yakınları konusunda pek bilgi vermeyen birisi idi. Türkiye bir çalkantılar eli (ülkesi) olduğu için bu konuyu kimsede iyice kurcalayamamıştı. Ancak son yıllarda MHP içinde gücendirilmiş olan ülkücüler ile sayıları çok az olan bir iki açık toplum yanlısı yazarlar bu işi deşelemeye başlamışlardı.

Devlet Bahçeli'nin gölge oyunu
Devlet Bahçeli’nin gölge oyunu

Bizimde geçmişte, “ülkücü kesimi olaylardan uzak tutması, ülkücü kesimde gizli süren iç tartışma sonucunda çıkan öldürme olaylarına sıcak bakmadı” diyerek arka çıktığımız sayın Devlet Bahçeli, “ben yaptım oldu” uygulaması nedeni ile gerek ülkücü, gerekse Türk toplumuna ters düşecek uygulamaları, kendisine bile ters düşerek yaptıda yaptı.

Sayın Devlet Bahçeli’nin ülkücülerin birer kara koyun olarak yetişmesini, göz önüne alarak, yalnızca kendi geleceğini sağlama alabilmek adına MHP’nin iplerini MİT’e vermesi, bizi bile çileden çıkardı.

 

Bakınız, Devlet Bahçeli’nin Ermeni anadan olmasını benim ülküdaşlarım ortalığa süreli nerede ise 10 yıl olmuştu, ancak bizler “Sayın Bahçeli görevini iyi yapıyorsa, onun anasının Ermeni olmasının bir anlamı yok” dedik.

Devlet Bahçeli
Devlet Bahçeli

Ancak bu süreç içinde, Sayın Bahçeli, Ermeni kökenli Abdullah Gül’ü başkan seçtirip, onun Ermeni eline gitmesini sağladı. Yine bu süreç içinde bir Ermeni kökenli kişiyi kurultay (meclis) başkanı seçtirdi.

Devlet Bey’in Ermenicilik sabıkası bununlada bitmiyor. Toplum önünde sürekli PKK’ya saldırıyor, ancak teke tek oluncada PKK’cı dedikleri ile el sıkışıp, senli-benli olabılıyor. Bunun sayısız örnekleri var.

Dediğimiz budur, Sayın Bahçeli’yi Ermeni oluşu ile vurmak istemiyoruz. Gizli ermenicilikyaptığı için kendisine karşı çıkıyoruz.

 

Bir tek yeteneği olmayan, elinden bir tek iş gelmeyen çok gizli Ermeniler’i il, ilçe başkanı yaptı, kurultaya (meclis) seçtirdi, yönetime aldı.

hakan fidan
hakan fidan

Bundan bir ay öncesi, Ankara’da MİT’e çağrıldım. Benimle görüşen MİTçi, beni yaptığım eleştirilerin, başka kişilerin özel yaşamlarını incittiğini söyledi. Ben, “yasadışı bir durum varsa, yargıya yollayın deyince, MİTçi “abi, siz MHP’ninde ilkelerini bozuyorsunuz” Ben sizi, sizin partinizi iyi bilen, taa Devlet Bey’e deyin ulaşabilen birisiyim, istersen beni genel merkezinize sorun” dedi.

Bu partide işler, devletin istediği biçimde yürür” diyede ekledi.

Ben “ben yasalari aşmıyorum, bildiğim doğruları yazıyorum” dedim. MİTçi “nice doğru yazanlar içeriye tıkıldı, bunuda unutma” dedi.

Bu gerçekler, yıllarını bu ülküye adamışlarda çok derin yaralar açar.

 

Böylece MHP yönetim kesiminin MİT’in eline düşmüş durumda olduğunu anlıyoruz.

 

Sayın Devlet Bey, yok böyle bir durum derse, buyursun desin. Bizde yavaş yavaş derneklerde tepelerde görevli Ermeni kökenli ülküdaşlarımızı açıklayalım.

Devlet Bahçeli
Devlet Bahçeli

 

 

 

 

 

 

 

 

Ülkü Ocakları

Ülkü Ocakları Nereye?

Ülkü Ocakları tarikat yolunda ilerledi…

ÜLKÜ OCAKLARI GENEL BAŞKANI OLCAY KILAVUZ NAKŞİBENDİ MÜRİDİ ÇIKTI.
ÜLKÜ OCAKLARI GENEL BAŞKANI OLCAY KILAVUZ NAKŞİBENDİ MÜRİDİ ÇIKTI.
ÜLKÜCÜLER, NAKŞİBENDİ MEZARLARINDA DUADALAR.
ÜLKÜCÜLER, NAKŞİBENDİ MEZARLARINDA DUADALAR.
Ülkücüler nakşibendilerin mezarlıklarında!
Ülkücüler nakşibendilerin mezarlıklarında!
ülkücüler abdulhaluk güccevani türbesine taparken
ülkücüler abdulhaluk güccevani türbesine taparken
Anası nakşibendi olanın babasıda agopyan olur
Anası nakşibendi olanın babasıda agopyan olur
Anası nakşibendi olanın babasıda agopyan olur
Anası nakşibendi olanın babasıda agopyan olur
ülkücü
ülkücü

Bunlarda ülkücü müridler!

gizli kalan ülkücü ibneler.
gizli kalan ülkücü ibneler.

TIKLA BAK!

https://www.facebook.com/plugins/video.php?href=https%3A%2F%2Fwww.facebook.com%2FAykiriDusunen2%2Fvideos%2F1464386326971616%2F&show_text=1&width=560” target=”_blank” rel=”noopener”>https://www.facebook.com/plugins/video.php?href=https%3A%2F%2Fwww.facebook.com%2FAykiriDusunen2%2Fvideos%2F1464386326971616%2F&show_text=1&width=560

ilginizi çekebilir:

kilincmuslumanlariturkler.wordpress.com/2017/11/18/recep-tayyip-erdogan/

Oğuz Bulut

21 Ağustos 2017 Pazartesi 13:57
Eski Ülkü Ocakları Başkanı'ndan şok pedofili görüntüleri: 15 yaşında bir çocukla böyle basıldı

215

Ülkücü camianın tanınan isimlerinden eski Ülkü Ocakları Başkanı Oğuz Bulut’un 15 yaşında olduğu iddia edilen bir çocukla basıldı.

Bulut’un görüntüleri internette yayınlanan görüntüler sosyal medyada büyük tepki çekti.

Barış isteyen akademisyenleri ‘kanlarında banyo yapmakla’ tehdit eden Sedat Peker’in yakın adamı olduğu söylenen, hapishanede oda arkadaşlığı yaptığı Oğuz Bulut 15 yaşında olduğu iddia edilen bir erkek çocukla basıldığı görüntüler Youtube’da paylaşıldı. Görüntülerde Sivas’ın Yıldızeli ilçesinden Çerkez Oğuz Bulut’un ufak yaşta çocukla basılması ve çocuğun ailesi tarafından tartaklanmasının görüntüleri paylaşıldı.

Ergenekon davasında tutukluyken Sedat Peker’le aynı odayı paylaşan Oğuz Bulut, Sivas’ta beş sene Ülkü Ocakları Başkanı olarak görev yaptı.

Skandalın ardından Oğuz Bulut’un tüm sosyal medya hesapları kapatıldı, bütün fotoğrafları silindi.

SEDAT PEKER’DEN AÇIKLAMA

Son dönemde muhaliflere yönelik ‘ölüm tehditleriyle’ gündeme gelen organize suç örgütü lideri Sedat Peker ise, söz konusu şahısla ilişkisini kestiğini bir twitter mesajıyla açıkladı.

Peker, “Geçmişte tanışıklığımız olan Oğuz Bulut ismindeki şahısla gördüğüm lüzum üzerine, tüm arkadaşlığımızı bitirdiğimi dostlarıma bildiririm” dedi.

Ülkü Ocakları sessiz!!!