OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ

Osman Yüksel Serdengeçti,  CIA için yaşadi
Osman Yüksel Serdengeçti, CIA için yaşadi

Görsel

Görsel

TÜRKİYE’DE SİVİL AYAKLANMADAN KORKAN MİT, ÇOK GENİŞ TUTUKLAMALAR BAŞLATTI

TÜRKLER’İN ŞERİATLA İMTİHANI

Gözaltılar genişliyor – DHA/AA – 18.06.2013
Gezi Parkı gösterilerine müdahale eden polis yüzlerce kişiyi gözaltına aldı. İstanbul’dakiler Organize Şube’ye, Ankara’dakiler ise Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü 

Görsel

Hükümet Gezi avına çıktı – AA/DHA/Kurultay – 18.06.2013
Sadece İstanbul ve Ankara’da 550 kişi gözaltına alındı. İçişleri Bakanı Güler, Twitter ve Facebook’u kastederek, İzmir’deki gibi sosyal medya operasyonları yapılacağını söyledi 

Erdogan'dan_gezicileri_tutuklayın_buyruğu
Erdogan’dan_gezicileri_tutuklayın_buyruğu

İçişleri Bakanı Muammer Güler, halkı Twitter üzerinden isyana teşvik ettikleri gerekçesiyle 30’u aşkın gencin İzmir’de gözaltına alınmasına benzer operasyonların süreceğini söyledi. Güler, “Sosyal paylaşım siteleri ile ilgili çalışma var. Halkı tahrik eden, yalan haberlerle toplumsal olaylara yönlendiren, elbette gerek Twitter olsun gerek Facebook olsun ve gerek sosyal medyanın diğer enstrümanlarını kullanarak bunları yönlendirenlerle ilgili çalışmamız var. İlgili operasyonlarımız sürecek” dedi.

Jandarmayı kullanırız

Bakan Güler, olayların bastırılmasında jandarmanın kullanılması ile ilgili olarak da jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğunu ve istenilen yerde kullanabileceğini söyledi.

Kimi tedavi ettiniz…

Gezi Parkı’ndaki revir ve gönüllü sağlık hizmeti sunulmasıyla ilgili doktorlar hakkında soruşturma başlatan Sağlık Bakanlığı, şimdi de özel hastanelerden İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile yaralanan göstericilerin isimlerini istedi.

Özel hastaneler uyarılmış

Bakanlık Gezi Parkı protestoları nedeniyle özel hastanelerin acillerine “hazır bulunun” uyarısında bulundu. Ancak bu uyarının ardından İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile protestolarda yaralanan ve tedavi gören kişilerin isimlerinin tek tek bildirilmesi istendi. İlk iki günde sadece yaralanma nedenleri ve uygulanan tedavinin sonucu hakkında bilgi alan Bakanlık, ikinci günün sonunda bilgilere göstericilerin isimlerinin de eklenmesini istedi.

1 doktor ve 2 hemşire gözaltında

Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Beyazıt İlhan konuyla ilgili şunları söyledi: “Bizim bu bilgileri vermemiz mümkün değil. Bu durum insan haklarına aykırı ve çok tehlikeli. Bu verilerin nerede kullanılacağı belli değil. Ramada Otel’den beyaz önlüklü bazı kişileri gözaltına aldılar. Bu kişilerin önce doktor olduğu söylendi. Sonra hırsız oldukları belirtildi. Karakola gittiğimizde bu kişilerin gerçekten doktor olmadıklarını tesbit ettik. Ramada Otel’e herhangi bir revir kurmadık. Bu kişiler neden beyaz önlük giymişti, bu görüntüleri neden verildi bilmiyoruz. Bu bize çok manidar ve provokatif geldi. Halen bir doktor ve üç hemşire gözaltında. Onların takibini yapıyoruz.”

mit nereye ?

MİT ‘bizi’ fişlemeye başlamış!

MİT’in dört kurumla imzaladığı bir protokolle bütün vatandaşların, 5 yaşından itibaren seyahatleri, fotoğrafları, mailleri, mesajları, telefonları ve mal varlıklarıyla izlemeye alındığı öne sürüldü.
MİT 'hayatı' fişlemeye başlamış!

Radikal.com.tr – Taraf gazetesinde yayınlanan Mehmet Baransu imzalı habere göre, Türk Hava Yolları’yla uçan vatandaşlar, Milli Eğitim Bakanlığı ’na bağlı kurumlarda okuyan öğrenci ve ailelerinin tüm özel bilgileri, attıkları mailler artık MİT tarafından kayıt altına alınıyor. Habere göre MİT ile Milli Eğitim Bakanlığı, THY, PTT ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arasında imzalanan ‘Çok Gizli’ damgalı protokolle maillerden telefonlara, fotoğraflardan telefon bilgileri ve özel hayata varıncaya kadar tüm bilgiler, “Çok Gizli” damgalı bir protokolle MİT’e aktarılmaya başlandı. Anayasa ’ya ve Türk Ceza Kanunları’na göre böyle bir uygulama suç ancak “Çok Gizli” protokol yine de hayata geçirildi.
Milli Eğitim Bakanlığı sistemindeki tüm özel bilgiler protokol gereği MİT’e aktarılıyor. Aynı skandal olay, “ÇOK GİZLİ” damgasıyla Tapu’da, THY’de, PTT’de de uygulamaya kondu. İşte iddiaların ayrıntıları:

KİMİNLE UÇTUĞUN ARTIK MİT’TE!
MİT, bir yıl önce, vatandaşların kişisel bilgilerine ulaşmak için Türk Hava Yolları ve Milli Eğitim Bakanlığı ile bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeler neticesinde her iki kurumdan da detaylı şahıs bilgilerinin düzenli olarak MİT’e aktarılmasına karar verildi. Konuyla ilgili MİT’te sistem kuruldu. Yapılan mutabakat sonucu, Türk Hava Yolları, yurt içi tüm yolcu ve seyahat bilgilerini, kişinin yanında seyahat ettiği şahısların kim olduğunu, aktarma, yurtiçi bağlantılı tüm yurtdışı yolcu seyahat ve bilgilerini MİT’e vermeye başladı. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileriyle yapılan görüşmelerde ise ilk ve orta dereceli okullar ile özel kolejlerde çalışan idareci, öğretmen ve diğer tüm personelin, okuyan tüm öğrencilerin bilgileri, notları, velilere ait özel ve tüm bilgiler, telefon numaraları, mailler de MİT’e verilmeye başlandı.

TÜM KİŞİSEL BİLGİLER ARŞİVLENİYOR 
MİT’in yaptığı bu çalışmayla, THY ile seyahat edenler, postanede işlem yapanlar, tapuda kayıtları olanlar, Milli Eğitim’e bağlı kurumlarda okuyan öğrenciler, potansiyel suçlu kabul edilip fişleniyor. Bununla da yetinilmeyip, ailelerin bilgileri, evden velilerin MEB’in internetine girdiği kişisel bilgisayarlara ulaşım, öğrencilerin arkadaşlarının fotoğrafları ve yüzlerce bilgi MİT’in kontrolüne verildi. Bu bilgiler MİT’te toplanıp, arşivlenmeye başlandı. Haberde anlaşmanın şimdilik dört kurumla yapıldığı öğrenili. Banka, kredi kartı, UYAP, SGK, eczane gibi bilgilerin de MİT tarafından elde edilip edilmeyeceği ise henüz bilinmiyor. MİT’in yaptığı bu çalışma, özel hayatın gizliliğine müdahale ve kişisel verilerin şahsın rızası olmadan erişimi anlamına geliyor. Yapılan bu anlaşma ise hem Anayasa’ya hem de TCK’ya göre suç. Bu anlaşmanın tarafları suç işlediklerinin ya farkında değiller ya da bilerek bu suçu işliyorlar.

GİZLİ PROTOKOL ANAYASA’YA AYKIRI
Anayasa’nın 23’üncü maddesi yerleşme ve seyahat hürriyetini düzenliyor. Bu maddeye göre; “Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek, kamu mallarını korumak, seyahat hürriyeti ise suç soruşturma veya kovuşturulması sebebiyle, genel sağlığı korumak yahut suç işlenmesini önlemek amacıyla sınırlanabilir.” Anayasa’da bu madde açıkken, MİT ve ilgili kurumlar tüm vatandaşları potansiyel suçlu kabul edip kişisel verileri arşivleyip paylaşıyorlar. Üstelik mahkeme kararı olmadan.

TCK’YA GÖRE SUÇ
TCK’nın 134’üncü maddesi de özel hayatın gizliliğini düzenliyor. Maddeye göre; “Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde ise verilecek ceza bir katı artırılır.” Ayrıca yasaya göre, “Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.” 135. madde kişisel verilerin kaydedilmesini düzenliyor: “Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.”

VEREN DE SUÇLU 
136. madde ise hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme hususunu düzenler: “Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Anayasa ve TCK’da yer alan hükümler bu kadar açıkken, MİT’in mahkeme kararı olmadan kişilerin bilgilerine ulaşması, kamu kurumlarından bilgilerin aktarılmasını talep etmesi ilgili kurumlarda tepkilere neden olmuş durumda.
MİT ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan “Çok Gizli” damgalı protokol, 6 Eylül 2012 tarihinde imzalanmış. Milli Eğitim Bakanı adına Bilgi İşlem Grup Başkanı Volkan Akçay protokole imza koymuş. MİT Müsteşarı adına ise Başkan Yardımcısı Abdurrahman Bulur imza koyan kişi. Protokol “Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tutulan bilgilerin elektronik ortamda MİT Müsteşarlığı ile paylaşılmasına ilişkin usul ve esaslar hakkında protokol” başlığını taşıyor. Üç sayfadan oluşan protokolün sayı numarası 11.041.05.051/552

SKANDAL PROTOKOL
Aktarılacak Verinin İçeriği

Madde (7)
(1) Bu protokol kapsamında Müsteşarlığın kullanımına sunulacak olan verinin içeriği aşağıda belirlenmiştir:

a) Bakanlık tarafından yapılan sınavlara ait ad ve tarih bilgileri ile bu sınavlara başvuru yapan tüm adayların kimlik numarası, adı-soyadı, sınav yeri ve adres bilgileri ile mevcut olması halinde fotoğraf kayıtları ve iletişim bilgileri (telefon numaraları, e-posta adresleri gibi).

b) MEBBİS veri sisteminde bulunan tüm Bakanlık personelinin kimlik numarası, ad-soyad, telefon ve e-posta gibi iletişim bilgileri, görev yerine ilişkin il/ilçe adres bilgileri ve fotoğraf kayıtları.

c) E-Okul sisteminde bulunan tüm öğrencilerin, kimlik numarası, adı soyadı, telefon, e-posta gibi iletişim bilgileri, öğrenim gördüğü okul ve sınıfı, fotoğrafı, ana-baba ya da veli adı ile bunlara ait telefon numarası gibi iletişim bilgileri, öğrencinin adres bilgisinin yanı sıra, öğrenim görülen sınıftaki yılsonu başarı puanı, ödül ve ceza kayıtları ile varsa aldığı belgeler ve toplam devamsızlık süreleri.

d) MEB’e bağlı olarak hizmet veren eğitim, kurs, rehabilitasyon merkezi vb. yerlere ait bilgiler.

e) MEB tarafından yurtdışına gönderilen öğrencilere ait, kimlik numarası, ad-soyad, gidilen ülke, gidişdönüş tarihi bilgileri ile telefon, e posta vb. iletişim bilgileri, ayrıca, ana-baba adı, irtibat kanalları ile varsa fotoğraf kayıtları.

f) Rehberlik ve Araştırma Merkezi (RAM) öğrencilerine ait kimlik numarası, ad-soyad telefon e-posta gibi iletişim bilgileri ile fotoğraf kayıtlan vb. tüm bilgiler.

g) Yaygın Eğitim kapsamındaki öğrencilere ait bilgiler.

(2) Yukarıda yer almakla birlikte protokolün imza tarihi itibariyle Bakanlık veri tabanına henüz dâhil edilmemiş olan veriler (örn. bu maddenin e, f ve g bentleri), Bakanlık veri tabanına dâhil edilir edilmez gecikmesizin Müsteşarlığın kullanımına sunulacaktır.

Veri tabanına bu şekilde sonradan d?hil edilen veri türünün Müsteşarlık kullanımına sunulması yöndeki çalışmalar, Bakanlık tarafından yürütülecek olup, ihtiyaç duyulduğunda Müsteşarlıktan da teknik destek alınabilecektir.

(3) Güncel ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda, Bakanlık veri tabanına protokolde belirtilmeyen yeni bir veri türünün eklenmesi veyahut bu protokol kapsamında olmayan yeni bir veriye Müsteşarlıkça ihtiyaç duyulması halinde, Müsteşarlığa aktarılacak verinin içeriği değiştirilebilir/genişletilebilir.

(4) Yukarıda belirtilenlerin dışında Müsteşarlıkça talep edilecek bir verinin, 2937 sayılı Kanunun 6’ncı maddesi kapsamında Bakanlıkça karşılanma yükümlülüğü devam etmektedir.

Veri Aktarım Süresi, Değişiklik, İlave

Madde 8
(1) Bu protokol kapsamındaki veri iletim yönteminin web servis olarak sürekli ve kesintisiz olarak Müsteşarlığa aktarılması esastır.

(2) Güncel ve teknolojik gelişmeler sebebiyle ihtiyaç duyulması halinde işbu protokolün amacına uygun olmak kaydıyla, değişiklikler yapılabilir, ek hükümler eklenebilir.

Yürürlük

Madde 9 (dokuz) maddeden ibaret olan işbu protokol, 06/09/2012 tarihinde iki asıl nüsha olarak taraflarca imzalandığı tarihte yürürlüğe girecek olup, taraflarca feshedilmediği sürece yürürlükte kalacaktır. TC. Milli Eğitim Bakanlığı. Volkan AKÇAY Bakan a. Bilgi İşlem Grup Başkanı. T.C.Başbakanlık MİT Müsteşarlığı Abdurrahman Bulur. Müsteşar a. Başkan Yardımcısı.”

7’DEN 70’E FİŞLEME 

MİT Müsteşarlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan “Çok Gizli” damgalı protokole göre eğitim camiası fişlenmeye başlandı. Tüm öğrenci ve velilerin mailleri, telefon numaraları, özel bilgileri, fotoğrafları, notları ve yüzlerce özel bilgisi MİT’e aktarılıyor. Bu protokol Anayasa ve TCK’ya göre suç. Bu hukuksuzluk “Çok Gizli” damgasıyla gizlenmiş.

YENİ AKİT

YENİ AKİT MİT’E TUTUNDU

yeniakit
yeniakit

UYAN ÜLKÜDAŞ UYAN

ÖZGÜRLÜK GİDİYOR.

Akit Gazetesi
Akit Gazetesi

 

Recep Tayyip Erdoğan konuşuyor, Türk İslam ülkücüleri onu alkışlıyorlar.

Bağımsiz ülkücülerde Erdoğan’ın arakasına takıldılar.

Görsel

HAYRETTIN KA(H)RAMAN: MÜSLÜMAN İHANETİ (BİTMEK TÜKENMEK BİLMİYOR)

BİTMEK TÜKENMEK BİLMEYEN MÜSLÜMAN İHANETİ!!!

Hüseyin Gülerce Devlet Bahçeli’ye FİGURAN diyor, ihanet eden Hayrettin Kahraman’ı bir kahraman olarak gösteriyor.

Hayrettin Ka(h)ramanin kitaplarıda gerek Türk Federasyonları’nda gerek Ülkü Ocakları’nda öncelikli olarak okutuluyor.

Bu kitapların derneklere girişide Muhsin Yazıcıoğlu ile Suat Başaran dönemlerinde olmuştur.

Görsel

Hülya Koçyiğit, iyi bir Ermeni idi, artık oda şimdi işi bölücülüğe vurdu.

Görsel

Görsel

Görsel

Görsel

Görsel

İRFAN SÖNMEZ: F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI

ÜLKÜCÜLERİ CIA’YA SATANLAR

CEMAAT VE ÜLKÜCÜLER – İrfan Sönmez

İrfan sönmez Yeşil Kuşak ülkücüsü
İrfan Sönmez Yeşil Kuşak ülkücüsü

İRFAN SÖNMEZ:

Fethullah Gülen’in kapıkulu olan bir eskimiş ülkücünün YEŞİL KUŞAK özlemi…

Ülkücü idi, şeriatçi oldu. F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI

İrfan Sönmez, Türkiye’de azınlık duygusuyla yaşayan yurttaşlarımızdan birisidir. Türklüğüne inanmadığı için azınlıklar kesimine Allah rızası için destek veren birisidir.

1959 Elazığ doğumludur. İlk, orta lise eğitimini Elazığ’da yaptı.1976 yılında Manisa Spor Akademisini kazandı. 3. sınıfa deyin okudu. Aynı yıllarda Manisa’da gençlik öncülğü (olabilirki ülkücü olsun) yaptı. Doğru ise Manisa Ülkü Ocağı Başkanlığı yaptı. (dedikleri doğru ise)

Daha sonra bazı eylemlere/öğrenci olaylarına katımaktan ötürü okulu bıraktı. 1980 yılında Elazığ Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü’ne girdi.

12 Eylül darbesinde  tutuklandı. 78 gün Elazığ, Konya ve Manisa’da işkence gördü. (ancak elinde doğrulayan bir belgeside yok). 10,5 yıl hapis yattı. Ancak o olaylara karışmamıştı. O günkü yöneticiler, kendisini camide namaz kılarken yakalayıp götürmüşlerdi. Yazık namaz kıldı diye 15 yıl içerde yattı.

Tahliye olduktan sonra Hukuk Fakültesini bitirdi.2 dönem Boks Federasyonu Hukuk Kurulu’nda görev yaptı.

2000 yılından beri serbest avukatlık yapıyor.

Ancak şimdi ülkücülüğü dinsizlik gibi algıladığı için geçmişteki ülkücülüğünü öne çıkarmak istemiyor. (Ne ilginçse BBP+AKP+Hizbullah+Fethullah Gülenciler, Milli Görüş, ülkücüleri sürekli dinsiz görürler. Çünkü ülkücüleri şeriata çekmenin tek yolu budur diyorlar)

Kendisinin önderi olan yine ülkücülükten dönme Mehmet Pamak’a uyarak, ülkücülük günlerini boşa geçmiş, kafirlik günleri olarak görmektedir.

Bununla birlikte 1993 yılından 2007 yılına kadar  Büyük Birlik Partisi  Genel Merkez Yönetimi Kurulunda bulundu. Çünkü BBP, Milli Görüş, F-tipi yapılanma ile birlikte yeşil kuşak oluşumuna ayak uydurabilmişti. Bütün BBP  (nizam-i alem, alperenler) dernek ile camilerinde Fethullah Gülen’in adına yazılmış olan Amerikancı islamın anlatıldığı kitaplar bedava dağıtılmaktaydı. Öyle ya, islamcılar islamı kurtaramamışsa, ABD kurtarabilirdi. AKP+BBP+ Fethullah Gülen’de ABD ye en yakın duran kuruluşlardı. İrfan Sönmez’de silkinerek kendine gelmiş, Allah Yolunun yolcusu olarak doğru yolu bulmuştu. Kurtuluş yeşilkuşak oluşumundan geçmekteydi. Ülkücülük, Fethullah Gülen örgütü gibi devşirilmeliydi.

2007 yılından sonra yazıları,televizyon ve radyo programları ile AKP’nin ayakta dik durabilmesi için MHP’nin karşısına çıktı, gece gündüz MHP’nin şeriattan döndüğünü anlatarak sözde MHP’nin oylarını azaltarak, AKP’ye katkıda bulunacak çalışmalarda bulundu ve bulunmayı sürdürüyor.

Aynı zamanda 12 EYLÜL referandumunda bağımsız ülkücüleri örgütlüyerek AKP için referanduma destek çalışmalarına katıldı. Bu amaçla da bir çok televizyon ve radyo programlarına katılarak, eski arkadaşlarının kuyusunu kazdı.

Hala zaman zaman Elazığ’daki mahalli radyo ve  televizyonlarda, ulusal televizyonlarda programlara katılıyor. Dört internet sitesinde ve Elazığ’ın mahalli gazetelerinde yazıları yayımlanmaktadır. Yazıları ile bir yandan Amerika’da (1999’dan beri Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen’in Pennsylvania eyaletindeki Pocono Dağı eteklerinde yer alan çiftliği görüntülendi.) bulunan Fethullah Gülen Hocaefendiye, bir yandanda Türkiye’de yumuşak, tarikat-tekke, cumhuriyet karşıtı islamcı örgütlenmeyi oluşturmaya çalışan kuruluşlara destek vermeye çalışmaktadır.

Kendi sesinide en çok “hizbullah” destekçisi olan yine bir ucundan ABD’ye bağlı olan Vakit ‘Akit”, “Yeni Akit” aracılığı ile duyurmaktadır.

Bu arada bir dönemde Türkiye’de kamuoyunu karıştırabılmiş olan, Merve Kavakçı İslam ile hacı-bacı olmuş durumdadır.

Geçmişte birlikte olduğu arkadaslarını şimdi kafir görerek, Abdurrahman Dilipak, Ali Karahasanogu, Merve Kavakçılar’ın arkasına düştü. Ne acı değil mi? Gelsin de en sonunda MİT ile CIA’nin ortasında yerini alıp, hacı-bacılarla Türklüğe karşı saldırıya geçmesine ne denir?

Ee bir kişinin içindeki türklük duygusu yok edilmişse, cia ile de siyonist ilede işbirliğine girmesinde sakınca kalmaz.

Bunuda anladık ancak gazeteye çıkabilmek, adını yazdırabilmek için yezitlikten öteye geçmesine ne denir?

Sözde 12 eylül’ün yanlışlıklarını anlatmak istiyormuş, sözde ikide bir (İlhami gibi diyor) ülkücü ayarlayabilirmiş. Derken uçuk, başı sonu olmayan Balıkesir’de yaşanmış olan 12 öncesi olaylarını anlatmak istiyormuş. Gazeteye nerede ise yalvarıyor. Subaylara karşı tanıklık etmek istiyormuş.

İlginç değil mi? Kişiye sormazlar mı? Eeey aptal İrfan Sönmez!, sen ülkücüleri ele verecektinde 30-33 yıl neden bekledin?

Uzun sözün kısası, İrfan Sönmez bazı subayların ülkücüleri kullandığını söylemektedir, bunun anlamı nedir?

O günlerde ülkücü kuruluşlarda bir emir-komuta vardı. Buna göre İrfan Sönmez o günlerde ülkücülerin başı olan Türkeş’inde TSK’ce kullanıldığını savcılıklara ihbar ediyor. Yuh lan sana utanmaz. Ülkücüler içinde köstebek olarak yer alıpta “Kanımız aksada zafer islamın” deyerek, cihadı başlatan sizlersiniz. Ülkücüleri önce Hizbullah çizgisine çekip, Türklüğe karşı cihad eden sizlersiniz. Bir sürü Türk kökenli ülkücüyü MİT’e fişleyen sizlersiniz. Şimdide sütten çıkmış ak kaşık gibi savcılık çağırırsa “ülkücülerin TSK’ca kullanıldıkları” konusunda tanık olacağız diyorsunuz.

Sözde Türkeş’in 500 askeri varmış, onlarda İrfan Sönmez’in arkasında duruyorlarmış!!!

Bu durum MİT’in ortaya koyduğu bir oyunun bir parçasıdır.

Çünkü, ülkücüler cia+mit ortaklığıyla içerden vurulacaktı. Bunuda en iyi biçimde  dini bütün ülkücülerle gerçekleştirebileceklerdi. Bu denendi.

Çünkü MHP ile ilgili seks videolarını çekende 5 vakit namazlı, üstelikte hacı idi, o videoları internete yükleyenlerde 5 vakit namazlı idiler. İslamci devrimin Türkiye ayagı olmanın heyecanı onları, birlikte yeyip içtikleri arkadaşlarını tuzağa düşürmeye bile itebilmişti.

Mümtazer Türköne, MHP’nin danışmanıydı.(zaman Gazetesi), Vedat Bilgin MHP’nin danışmanıydı (Bugün Gazetesi), İrfan Sönmez, Bir ilde ülkücü bir dernekte başkanmış (Akit Gazetesi) artık suç üstü yakalanmışlardır. Bunların tümüde islamcı çizgide idiler, simdide öyleler. Tümüde islamcı çizgideki başka başka kuruluşlara yerleştirildiler. Buna binlerce örnek verebiliriz.

Öyleki bir Hasan Yeşildağ, İstanbul Anadolu yakasında islamcı olmayan ülkücülere işkence edip dernekten atmıştı. Oda islamcıydı oda AKP’deki yuvasına dönmüştü. Recep Tayyip Erdogan’ın korumalığına tutukevinde başlamıştı.

Bu gün bile MHP’de kalıpta suyu bulandıran, şeriatçılar yok mu? Var. Onlarda gerektiğinde içerde bölücülük edeceklerdir.

Ee şimdi utanmadan yeşil kuşağın nesini savunabilecek siniz?

Bunlar, işin gerçeğinde MHP’ye değil, Türk ulusuna ihanet etmişlerdir.

Bir kişinin bir ülkücü kuruluşta başkan olması onun iyi bir ülkücü olduğunu göstermez. O gecici olarak göreve getirilmiştir. Alişan Satılmış’ta, Lütfü Şeyhsuvaroğlu’da, Recep Öztürk’te, Ahmet Orhan Sar’da, Sedar Çelebi’de geçmişte ülkücü idiler, simdi ise birer Hizb-ul yeşilkuşak oldular. Kimileride çek-senetçi oldular, İrfan Sönmez’de açık itirafçı oldu. Demekki bir dönemde ülkücü olmak demek, ölene deyin öyle kalmak demek deyildir. Onlar şimdi sıradan birer imam (hoca) dırlar.

Halkın gözünde birer miskindirler.

Gölge etmeseler yeter.

F TİPİ YAPILANMANIN ÜLKÜCÜ AYAĞI

Kendi yazısıdır.

28 Şubat’ın birinci hedefi  dini akımların yok edilmesiydi. Bunun için yeni bir tehdit algılaması yapılarak dindarlar birinci sıraya, bölücüler ikinci sıraya, ülkücüler üçüncü sıraya yerleştirildiler.

Sistem giyotin gibi çalışmaya başladı. Nerede dini bir duyarlılık varsa boğmaya, yok edilmeye çalışıldı. Bir çok dini gurup hizmet veremez hale geldi. Takipler, baskılar, tehditler insanları yıldırdı. Sonuçta bu cemaatler ya dağıldı, ya da dağılma noktasına geldiler.

Bunlar içinde en ayakta kalabileni  Hoca efendi cemaatiydi. Çünkü cemaatin hem bir stratejisi, hem bir birikimi vardı. Üstelik dini guruplar içinde en eğitimli ve örgütlü olanıydı. Şartlar ve zorlamalar karşısında taktiksel pozisyonlar üretebilecek esnekliğe sahipti. Kendini müdafaa edebilecek  medya araçlarına malik olması da başka bir avantajıydı.

28 Şubat’a hazırlıksız yakalanan, darbe sürecini kazasız atlatma becerisi taşımayan bir çok  gurup dağılıp gitti. İnsanlar sığınacak, ruhlarını demirleyecekleri manevi limanları kaybettiler. Bir çok insan çaresiz cemaate sığındı. Orada manevi tatmin yolları aradılar. Bu da cemaatin katlanarak   büyümesine yol açtı. Muhafazakar siyasete getirilen yasak nasıl, AK partiyi büyüttüyse, aynı süreç benzer nedenlerle cemaati de büyüttü.

Cemaat henüz bir oluş halindeyken en büyük destek ve yakınlığı Ülkücülerden görmüştü. Bir çok şehirde ülkücü/milliyetçi kesimler cemaatin okul, yurt, dersane gibi çalışmalarına destek verdiler. Bu sempati tek taraflı değildi, aynı hissİ karşılık, cemaat mensuplarında da vardı. Ülkücüler cemaati aynı amaç için çalışan kardeş bir hareket olarak gördüler. Biz bir koldan, onlar ve diğerleri başka kollardan büyük Türkiye’yi kuracağız diyorlardı. Doğrusu da buydu.

Ancak, AK parti iktidara geldikten sonra bu algı karşılıklı olarak değişmeye başladı. Ülkücülük siyasetle çok özdeşleşmişti, Cemaat de  başka bir siyasete odaklanınca, duygusal kopuş başladı. Aynı iman ikliminde kardeş olanlar siyasetler farklılaşınca rakip oldular. Ülkücüler cemaatin yer, yer aşırılık ölçüsüne varan AK parti taraftarlığını hiçbir zaman hazmedemediler. Bu kadar yakın ve duygudaş oldukları bir hareketin zamanında kendilerine hasım muamelesi yapan  –milli görüş- çizgisine kapılanmasını bir kişilik sorunu olarak algıladılar.

Ancak tek sebep bu değildi. Ülkücüler bu farklılaşmayı dini hayatın yayılması ve büyümesi adına tolere edebilirlerdi. Cemaatin kimi yayın organlarında yapılan yayınlar işin tuzu biberi oldu. Bazı yazarlar, Türk milliyetçiliği ve ülkücüleri bütün kötülüklerin anası gibi takdim ettiler. PKK vurdukça onlar da ülkücüleri vurdu. Yapılan yayınlarda  ülkücülerin hissiyatı hiç dikkate alınmadı. Sözü güzel söyleme, kırmama, gönül yıkmama gibi her İslami gurupta bulunması gereken duyarlılıklar-ülkücüler-söz konusu olunca unutuldu. İncitici, kırıcı, nobranca bir dil kullanıldı. Neticede Ülkücülerle cemaat arasındaki mesafe her geçen gün açıldı. Buna Milliyetçi siyasetin –darbe davaları-karşısındaki ikircikli tutumu, siyasi rekabeti cemaatle rekabete çeviren yanlış stratejileri de katkıda bulundu.

Aslında cemaat, çağrımız İslam da dirilişedir diyen her ülkücünün hayalini gerçekleştiriyordu. Ahlaklı nesillerin yetişmesi, Türkiye’nin dışarıda doğru tanıtılması, Türkçenin yaygınlaştırılması her ülkücünün hayaliydi. Bir tarafın hayal ettiğini, diğer taraf hayata geçiriyordu. Bu durum hasım olmayı değil, yardımlaşmayı, iş birliği yapmayı gerektirirdi. Ama öyle olmadı. Son açılımda, önü arkası belli olmayan bir sürece bazı cemaat üyeleri ve gazete yazarlarının verdiği kayıtsız şartsız destek, tarafları bir defa daha farklı noktalara savurdu. Üstelik bu desteğe rağmen, cemaat bugün hükümet açısından –öteki olanı- temsil ediyor. Hemen her olumsuzluk haksız, mesnetsiz ithamlarla cemaate mal ediliyor. Öyle ki Öcalan, Karayılan gibi hainler bile bu cemaat-hükümet kutuplaşmasından yararlanmaya çalışıyor.

Ülkücüler, Allah, vatan, millet diyenleri severler. Cemaati de bunun için

sevdiler. Hoca efendi’nin kimi beyanları ağırlarına gitse de, onu azizlerden

bir aziz olarak gördüler.

Zaman gazetesinde mesaisini ülkücüleri aşağılamaya adamış kimi yazarlara rağmen, görmeye de devam edecekler. Ama cemaat de bu kadar siyasallaşmanın sempati alanını daralttığını, aynı inanç ve iman havzasından beslenen kimi gurupları kendinden uzaklaştırıldığını görmelidir.

Cengiz Ayhan: Türkeş bize aydınları öldürterek bu günkü AKP’ye yol açtı.

Alparslan Türkeş, Aydınları öldürterek bu günkü AKP’ye yol açtı. Ahmet Türkeş’te AKP’den milletvekili yapılarak bağlılık gösterildi.

Cengiz Ayhan, Türkiye’de etken olduğu günlerde Ülkü Ocakları Genel Merkezi’ne (Muhsin Yazıcıoğlu)’na yakındı. Ayrıca Alparslan Türkeş’e ters düşmeyen ülkücülerden birisi idi.

 Görsel

CIA ile MOSSAD elele vererek Alparslan Türkeş’in aracılığı ile Cengiz Ayhan, Mehmet Ali Ağca, Ökkeş Şendiller, Muhsin Yazicioğlu ile adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz başkaları kullanılarak, bazan solcu diye bazanda aydın yurtsever türkçüler  ile okumuş Türk aydınları “hain” diye öldürtüldüler.

 

Neden Alparslan Türkeş, Cengiz Ayhan’a yada onun arkadaşlarına bazı aydınları öldürme buyrugu vermişti?

ABD istediği için:

Çünkü ABD ile Avrupa, Türkiye’de Atatürk’ün önderliginde kurulmuş olan Türkiye’yi yıkarak Batı ile ABD’nin güdümünde islamci (yumuşak) bir gölge  devlet kurulmasını istemişlerdi.

 

Olay yalnızca karşı görüşlü diye aydınları öldürmekle bitmemiş, yine Alparslan Türkeş’in buyruğu ile bütün dernekler yavaş yavaş tekkeye dönüştürülmüş, başta Türkeş kendisi olmak üzere ülkücüler dervişleştirilmişti.

Görsel

Böylece bugünkü AKP’ye ortam oluşturulmuştu.

Dışa bağımlı, üstelik Türklüğü dışlayan, islamcı bir oluşuma geniş tepki koyabilecek ülkücüler artık iğdiş edilmiş, bir çoguda AKP çizgisine getirilmişlerdi.Türkeş’in oğullarından   biriside (Ahmet Türkeş) Cumhuriyet karşıtı AKP’den milletvekili bile olmuştu. Ayrıca Türkeş’in oğlu, AKP’nin Türkler’i aşağılayan girişimlerine karşıda çıkmıyordu.

Artık Türkeş kendi görevini yapmıştı. Doğal olarakta Muhsin’de yapmıştı. Muhsin Yazıcıoğlu yönetiminde Cengiz Ayhan’da yapmıştı.

Aşağıdaki yazıda Cengiz Ayhan bunu açıklamış. Umarız, bu bilgiler kendilerini türk-islamci görenleri uyarabilir.

 Görsel

 

Cengiz Ayhan: “ Çünkü belli amaçlar uğruna bu eylemleri gerçekleştirdiğimizi sanırken bilmeden bir başka ülkenin istihbarat örgütünün eliyle Türkiye birimlerinin elemanlarınca kullanıldığımızı anladım

 

 

 

ANKARA

22 Ocak 2013

 Cengiz Ayhan

12 Eylül öncesi Prof. Bedri Karafakioğlu’nu öldüren, Mihri Belli’yi yaralayan ülkücü Cengiz Ayhan, İçişleri Bakanlığı’nın Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiği rapora göre adını “Ron Aaaron” yaptı, yeni dini de “Hıristiyan” oldu.

İÇİŞLERİ Bakanlığı’nın Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiği raporda, döneminin önde gelen bilim adamlarından Prof. Bedri Karafakioğlu’nu öldüren, Türkiye Emekçi Partisi Genel Başkanı Mihri Belli’yi ise yaralayan ülkücü Cengiz Ayhan’a ilişkin sürpriz bir bilgiye yer verildi. Raporda, 12 Eylül öncesinde çok sayıda adam öldürme, yaralama ve bombalama eylemlerine katılan Ayhan’ın adını “Ron Aaaron”, dinini de “Hıristiyan” olarak değiştirdiği belirtildi. 

CENGİZ AYHAN’IN SUÇ DOSYASI 

Raporda, Cengiz Ayhan’ın suç dosyasına ilişkin şu bilgilere yer verildi:
Tarsus Cumhuriyet Savcısı Süreyya Eminsoy, Şahin Aydın, Metin Yıldırımtürk, Devrim Çelenk, Cuma Oruç, Suat Kaçar, Haluk Tandoğan ile Mesih Yörük’ün öldürülmesi. Sevcan Bilgisoy, Ömer Özdikici ve Rasim Kolcu’nun yaralanması. 
İçel’de CHP ve DEV-LİS binaları ile Ateş Kıraathanesi’nin bombalanması, Mahmut Dağdeviren’e ait kahvehanenin bombalanması, Son Haber Gazetesi’nin bombalanması. 

ALMANYA’DA DA 2 KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ

12 Nisan 1991 tarihinde yürürlüğe giren 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’ndan yararlanarak 6 Mayıs 1991’de Nazilli E Tipi Cezaevinden tahliye edilen Ayhan’ın o yılın ortalarında Almanya’ya gittiği belirtilerek, “Burada Ayşe Kaymakçı ve Ramazan Erol’u öldürmek suçundan 14 Nisan 1994 tarihinde Delmond Eyalet Mahkemesi tarafından müebbet hapis cezasına çarptırıldığı” belirtildi. Raporda, Ayhan’ın 31 Ekim 1996’da Rheinbach Cezaevinde İnterpol irtibat görevlisi ile yaptığı görüşmesine ilişkin çarpıcı bilgiler de yer aldı. Tahliye olduktan sonra eski arkadaşlarıyla ilişkiye geçerek ideolojik mücadelesini sürdürmeye çalıştığını belirten Ayhan, 1991 yazında Gaziantep’te, adını ‘Binbaşı Hami’ diye verdiği bir subay ile birlikte PKK’ya karşı çalıştığını savundu. 

HİZBULLAH’A GİRDİ
Bursa ve Nazilli Cezaevlerinde cezasını çektiği sırada, Ülkücü hareket içerisindeki Doğuluların yeni bir oluşuma yöneldiklerini, böylece Hizbullah’ın ortaya çıktığını belirten Ayhan, kendisinin de Ülkücü hareket içerisinde olmasına rağmen bu örgüt hakkında bilgi almak amacıyla Hizbullah’a girdiğini söyledi. 

CİNAYET EMRİ MİLLETVEKİLİNDEN
Raporda, Ayhan’ın İnterpol görevlisine kendi el yazısıyla yazarak verdiği 12 Eylül öncesi işlenen bazı cinayetlere ilişkin iki sayfalık ifadesinde de, “Bu cinayetleri gerçekleştirmesi yolunda bize de bilgiyi adını açıklamayacağım bir parlamenter verdi. Ben ve iki arkadaşım bu olaylarla ilgili vicdan azabı duymaktayız. Çünkü belli amaçlar uğruna bu eylemleri gerçekleştirdiğimizi sanırken bilmeden bir başka ülkenin istihbarat örgütünün Türkiye birimlerinin elemanlarınca kullanıldığımızı anladım” dediği belirtildi. Raporun sonunda da, “Cengiz Ayhan isimli şahsın ismini daha sonradan ‘Ron Aaaron’ ve dinini ‘Hıristiyan’ olarak değiştirdiği anlaşılmıştır” notuna yer verildi.