Hüseyin Feyzullah (Alpaslan Türkeş) uyuşturucu ilişkisi_1

{Akyazılılar vakfı, türkeş belgeleri)

Hüseyin Feyzullah (Alpaslan Türkeş)

Sarı Avni için Türk ya da Kürt milliyetçisi, Türk ya da Bulgar solcusuyla ortaklık fark etmezdi. ‘Narko dolar’ın ‘petro dolar’a egemenliği arttıkça yaşananlar kâbusa dönüşecekti. Türkiye, duyduklarına inanmayan insanların ülkesi haline gelecekti

Görsel

Görsel

Türkiye siyasetine egemen olan serbest piyasa ekonomisinin mantığıyla ‘Benim mafyam, senin mafyandan daha iyidir’ dönemi başlıyordu. Artık hiçbir şey daha çok kazanmaktan, daha çok harcamaktan önemli değildi. 
Son model bir Jaguar’ı başbakanın kızına düğün armağanı veren işadamının Oflu 
İsmail’le (Hacısüleymanoğlu) iş ilişkisi de Milano’da 10 kilo esrarla yakalananların üstünden hangi ilin emniyet müdürünün adresi çıktığı da önemsenmeyecekti. 
Sarı Avni ve Behçet Cantürk’le olan dostluğu fotoğraflarla belgelenen (8 Temmuz 1980) albay Ali İhsan Cesur’un ilişkileri onun İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda cumhurbaşkanı danışmanı olarak çalışmasına engel değildi. 
Sarı Avni için Türk ya da Kürt milliyetçisi, Türk ya da Bulgar solcusu, asker-sivil, polis-ajan, savcı-yargıç hiç fark etmiyordu. Örneğin o İsviçreli kaçakçı Paul Waridel’in de, Behçet Cantürk’ün de ortağı olabiliyordu. 
İnanması güçtü ama onun sivil-asker her düzeyde dostları vardı. 
Bağrından dünyanın en zengin hava kuvvetleri komutanını çıkaran Türkiye, bu komutanın yeraltıyla ilişkisinin üstünü başarıyla örtüyordu. TBMM, orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında sessiz kalınca, Şahinkaya için hazırlanan dosya Genelkurmay Başkanı’nın masasının üstünde tozlanmaya mahkûm ediliyordu. İddialar dudak uçuklatıcı boyuttaydı. Son darbenin Hava Kuvvetleri Komutanı’nın Sarı Avni ile, Emniyet Genel Müdürü’nün ise Behçet Cantürk’le konuştuğu söyleniyordu. (Selahattin Delidere’nin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’na 1603-1-1581 sayıyla gönderilen ses bandı.) 
Narko doların petro dolara egemenliği arttıkça yaşananlar kâbusa dönüşecekti. Türkiye duyduklarına inanmayan insanların ülkesi olacaktı. Artık hiçbir şey önemli değildi. 
Dolder toplantısına katılan işadamı Mustafa Kefeli’nin Nesim Malki cinayetinin azmettiricisi olması savı da, Alaattin Çakıcı’yla birlikte Türk Ticaret Bankası skandalının aktörleri arasında yer alması da unutulacaktı. Her gün yeni bir olay ortaya çıkıyor, her yeni olay bir öncekinin üstünü örtüp eskiyi unutturuyordu. 
Mersin’de ele geçen 22 ton esrar ve 638 kilo baz morfin nedeniyle tutuklanan Örfi Çetinkaya‘nın ilişkileri insanın düş gücünün sınırlarını zorluyordu. Türkiye içinde kendini ‘hayır işlerine’ adayan Çetinkaya Makedonya, Bosna ve Arnavutluk’ta da okullar yaptırıyordu. Alparslan Türkeş, Rahşan ve Bülent Ecevit’in öve öve bitiremediği bu okulları ABD’de CIA koruması altında yaşayan Fethullah Gülen’in cemaatine verdiği söyleniyordu. (Saygı Öztürk, 12 Haziran 2000.) Biz unutsak da polis unutmuyor, kim bilir belki de bu savları da araştırıyordu.

Türk Okulları’nın dayandığı iki dayanak vardı. CIA ile eroin kacakçıları.

‘Polis yol verir’ 
Belleklerini kiralamayanlar MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici’nin yaklaşık bir yıl önce “Eroine polis yol verir” dediğini de, “Türkiye’de çok büyük dükkânlar kurulduğunu” söylediğini de elbette anımsıyor. 
Söylenmeyen, bu güvenli yoldan yürüyerek siyasette etkinlik kazananların kimler olduğuydu. Söylenmeyen bu büyük dükkânların büyük ortaklarının siyasal kimlikleriydi. 
Sevgili Neşe Düzel’in Yahnici’yle yaptığı çarpıcı söyleşi (Radikal, 12 Haziran 2000) beklenen etkiyi uyandırmadı. Uyandırmadı çünkü, Abdi İpekçi’nin katili MHP’li ülkücü Mehmet Ali Ağca -büyük bir rastlantı söyleşinin yayımından bir gün sonra Türkiye’deydi. 
Kim anımsar bilinmez ama Ağca, karanlık işlere uyuşturucu ve silah kaçakçılığı dünyasından transfer edilen bir ülkücüydü. Abuzer Uğurlu’nun İstanbul Aksaray bölgesindeki yamağının Ağca olduğunu en başta Yahnici’nin anımsaması gerekirdi. Ağca, Türkeş, mafianın yolları, tarikatta birleşecekti.

Eymür mektubu 
Mehmet Eymür 1985 yılında MİT Müsteşarı Burhanettin Bigalı’ya yazdığı ‘ünlü mektubu’nda bu kirli ilişkileri açıklayacak ipuçları vardı: 
”Bildiğim kadarıyla Abuzer Uğurlu ile resmi ilişkinin kesilmesinden sonra da bazı kişisel temaslar devam etmiştir. Duyduğuma göre Mataracı davasıyla ilgili gözaltına alınan Abuzer Uğurlu’yu, kaçakçılık konularına bakan bir mensubumuz yanında 
İstanbul eski Ülkü Ocakları Başkanı Komando Mustafa olduğu halde, Beşiktaş’ta Abuzer’in Mersedes otomobiliyle, Sadettin Tantan’a teslim etmiş ve ona iyi davranılmasını istemiştir.” 
Abuzer Uğurlu’nun Türkiye’nin kan gölüne çevrildiği 1974-1979 yıllarında Yıldırım takma adıyla kullanıldığını bilmeyen yoktu. 
Ne yaptığı, kimin hesabına çalıştığı artık çok iyi bilinen Bekir Çelenk de aynı yolun yolcusuydu. 
Yahnici’nin Bekir Çelenk-Mehmet Ali Ağca ilişkilerini unutmaması gerekirdi. Uğurlu da, Çelenk de bir eli uyuşturucuda bir eli silahta vakti zamanın iki sıkı ülkücüsüydü. Unutmak/ unutturmak özgürlüğü varsa, anımsamak/anımsatmak özgürlüğü de vardı. 
Uyuşturucu-siyaset ilişkisinin yazılı olmayan tarihinde ‘polisten yol isteyenlerin’ ya da ‘kurulan büyük dükkânların’ özneleri arasında onların her zaman önemli yeri vardı.

Hüseyin Feyzullah (Alparslan Türkeş): Derneklerde Türklük ile ilgili egilimler yavaş yavaş yok edilirken, islamcı çalışmalar artırılıyordu. İslamcı (tarikatçı, tekkeci, azınlıkçı) anlayış ile birlikte YEŞİL ORDU KURULUYORDU. Artık, Türkeş’in cebine milyarlar doluyor, gencecik Anadolu çocukları sağ sol çatışmalarında ölüyorlardı.

Görsel   Görsel

İki kaçakçı vekil 
O yıllarda MHP Niğde Senatörü Kudret Bayhan, Fransa’da, MSP Diyarbakır Milletvekili Halit Kahraman Almanya’da uyuşturucu taşırken yakalanıyordu. Siyaset kulislerinde MSP’li Kahraman’ın MHP’yle ilişkisi konuşuluyordu. MSP’li Oğuzhan Asiltürk uyuşturucu işinde MSP’nin değil, MHP’nin izleri olduğunu savlıyordu: 
”Halit Kahraman’ın Diyarbakır’da bir türlü örgütlenemeyen MHP’nin il örgütünü kurmak için çalıştığını, bu sebeple Hüseyin Feyzullah (Alpaslan Türkeş)’le temasta olduğunu, hatta Türkeş’le yemek yerken çektirdikleri bir fotoğrafın kendilerinde olduğunu, Halit Kahraman’da yakalanan eroinlerin MHP’lilerle ilgili olabileceğini, bilindiği gibi CKMP’nin MHP olarak değiştiğini, CKMP Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu‘nun eroin kaçakçılığından on yıl ağır hapse mahkûm edildiğini, aynı şekilde Senatör Kudret Bayhan’ın Fransa’da eroinle yakalanıp on beş yıla mahkûm olduğunu, Halit Kahraman’ın bunlarla irtibatlı olabileceğini anlatıyordu” (Mustafa Yiğit, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı İnterpol Avrupa İcra Kurulu üyesi.) 
1978’lere gelindiğinde CHP’li İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e bildiklerin anlatan MHP’nin Avrupa örgütlenmesinden sorumlu olan Lokman Kondakçı‘ya göre İstanbul’da bir ilçe başkanı uyuşturucu işi yapıyordu: 
”Bu eroin meselesini biz düşündük. MHP Bakırköy İlçe Başkanı var. O bu işi yapar. Ben Federasyon başkanıyken bana şunu söyledi: ‘Berlin’de bir adam var, esrar kaçırdı. Bu işi parti için yaptı. Kendisine yardımcı olmamız lazım‘ dedi. Bu intikal etti bize. Yani eroinle ilgili bazı şeyler vardı. “Bizim camiada yaklaşan iç savaş için silah temin etmek amacıyla para bulma arzusu her dönemde vardı. Parayı en kolay bulmanın yolu eroindi.” 
Alpaslan Türkeş’in ölümünden sonra İngiliz The Guardian gazetesinde ilginç bir haber vardı: 
”Aradan geçen 20 yıl süresince kanıtlar gösteriyor ki, Bozkurtların yarı resmi silahlı çeteleri tetikçi olarak eylem yapmaya başladılar. Bunların finansmanı uyuşturucu ticaretinden karşılanıyordu. Ayrıca uyuşturucu ticaretiyle ilgili bir kısım bilgilerden bir kısım politikacının haberi vardı.” (10 Nisan 1997) 
***

Darbeci komutanın Sarı Avni’si 
Bağrından dünyanın en zengin hava kuvvetleri komutanını çıkaran Türkiye, bu komutanın yeraltıyla ilişkisinin üstünü başarıyla örtüyordu. TBMM, Orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında sessiz kaldı. İddialar dudak uçuklatıcı boyuttaydı. Son darbenin havacı komutanının kaçakçı Sarı Avni ile konuştuğu söyleniyordu 
***

’12 Mart’ta haşhaş vardı’ 
1960’lı yılların sonunda Amerikan gençliğinin düştüğü uyuşturucu bataklığı dünya jandarmasını harekete geçirdi. ABD yönetimi, içinde Türkiye’ nin de bulunduğu bazı ülkelerden haşhaş ekimini yasaklanmasını 
istedi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi William 
J. Handley, Başbakan Süleyman Demirel’le haşhaş ekim yasağı konusunda ‘sert ve tehditkâr’ bir üslupla konuşunca kendini ‘kapının dışında’ bulacaktı. 
12 Mart yönetiminin Başbakanı Nihat Erim, ABD’nin istemi doğrultusunda haşhaş ekimini tüm yurtta yasakladı. Demirel hükümetlerinin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in yıllar sonra “12 Mart’ta CIA vardı, haşhaş vardı” açıklaması uyuşturucu-siyaset ilişkilerinde bir dönüm noktası olmalıydı. Olmadı. 
12 Mart rejiminin yarattığı toplumsal muhalefet rüzgârlarıyla iktidara gelen CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, yasağı sınırlı olarak deldi ve dört ilde yürürlükte olan haşhaş ekimi yasağını kaldırdı. (1 Temmuz 1974) 
MHP lideri Alpaslan Türkeş’in görüşlerine göre ise ‘haşhaş ekimine yeniden izin vermek nümayişkâr bir biçimde ele alınmış, Amerika’ya karşı bir meydan okuma şekline çevrilmişti.” 
Haşhaş ekimi konusunda ABD’ye kafa tutmak yanlıştı. Türkeş’e göre ilk yapılacak işhaşhaş konusu başta olmak üzere Amerika ile acele müzakerelere girişmek ve aramızdaki eski dostane samimiyet ve yakın işbirliğini kurmak‘ olmalıydı. (17 Temmuz 1974)